Strategyturk Forumları

Orjinalini görmek için tıklayınız: Benito Amilcare Andrea Mussolini (1883 - 1945)
Şu anda (Arşiv) modunu görüntülemektesiniz. Orjinal Sürümü Görüntüle internal link
Benito Mussolini, 29 Temmuz 1883 tarihinde İtalya’nın Romagna eyaletinde Vaiano di Costa kasabasında doğdu. Dedeleri o yörenin küçük çiftçileriydi. Annesi öğretmen, babası ise eğitim görmemiş bir demirciydi, fakat anarşist bir sosyalist olduğu için birçok defa hapse atılmıştı. Sıkı bir sosyalist olan baba Alessandro Mussolini, oğluna daha küçük bir çocukken kilise aleyhtarı ve devrimci fikirleri aşıladı. Hatta ismine dahi bakacak olursak bunu görebiliriz. Babası oğluna verdiği isimleri özenle seçmiş, Meksika ayaklanmasında bir liderlerinden Benito Juarez, anarşist Amilcare Cipriani, sosyalist bir figür Andrea Costa'dan derlemiş. Mussolini büyük bir yoksulluk ve sosyal eşitsizliklere karşı derin bir isyan duygusu içinde büyüdü. Kardeşleri ve komşu çocukları arasında inatçılığı ve sürekli huzursuzluğu ile dikkati çekiyordu. Okulda her türlü kurala ve disipline karşı tepki göstermekteydi. Okul arkadaşları ile ilişkileri pek iyi sayılmazdı. Sık sık arkadaşları ile dövüş ettiği için cezalandırılmaktaydı. Düzensizliği ve isyankar tutumu öğretmenlerinin sabrını taşırıyor, sık sık okul değiştirmek zorunda kalıyordu.

Son bir kez daha şansını deneyerek bir öğretmen okuluna girdi. Burada ilk politik toplantıları düzenlemeye ve sosyalist görüşle ateşli gazete makaleleri yazmaya başladı. 18 yaşındayken okulu bitirdi. Özellikle başarılı olduğu dersleri İtalyanca, tarih, edebiyat ve müzikti. Bir süre öğretmenlik yaptı. Ancak bir türlü durulmayan huzursuz karakteri onu rahat bırakmıyordu. Protesto hareketleri düzenliyor, kısa süre içinde iyi bir konuşmacı olarak ün yapıyordu. Gerçekten de konuşmalarında kendisi gibi düşünenleri ve ezilmiş sınıfları büyük coşkuya yöneltiyordu bu konuşmaları.
İtalya’daki ortamdan hoşnut olmadığı için 1902 yılında İsviçre’ye gitti. Mussolini orada gazeteci ve duvarcı olarak çalışmaya başladı. Ama buradan, tıpkı daha sonra Avusturya’da da tekrarlanacağı gibi, anarşist olduğu gerekçesiyle sınırdışı edildi. Bu, üzerinde Karl Marx’ın resimlerini taşıdığı devreydi. Yeniden İtalya’ya döndüğünde kışkırtıcı konuşmaları ve yazıları yüzünden sık sık tutuklanıyordu.
Ardından Avusturya’ya yerleşmek istedi. Ama buradan da yıkıcı faaliyetlerinden ötürü kovuldu. Tam bir sosyalist olmuştu artık. 23 yaşındayken İtalya’ya döndü. Askerliğini yaptıktan sonra bir sosyalist gazetede “Dinsiz” imzasıyla yazılar yazmaya başladı. Türklerle Trablusgarp Savaşı’na (1911) şiddetle karşı koyduğu ve savaş aleyhtarlığı yaptığı için beş ay hapse hüküm giydi. 1912 yılında ise Sosyalist Parti’nin yayın organı “Avanti” gazetesinin yazı işleri müdürü oldu. Aynı zamanda bu gazetede günlük politik yazılar yazmaktaydı. Başlangıçta savaş aleyhtarı tutumu bir süre sonra değişti. Artık Mussolini savaşa katılmak isteyenlerin yanında yer alıyordu. Avanti gazetesinden de, görüşleriyle bağdaşmadığı gerekçesiyle ayrıldı. 1914 Kasım ayında “il Popolo d’ltalia” adlı bir gazete kurdu. Bu çalışmalarından ötürü de Sosyalist Parti’den uzaklaştırıldı.
Birinci Dünya Savaşı’na İtalya’nın da girmesiyle birlikte Mussolini cepheye gitti. Ama 1917 yılında yaralandığı için geri döndü. Askerlik yaptığı süre içinde bir zamanların sosyalist Mussolini’si tam bir faşist olmuştu. Görüşleri, o dönemlerdeki çok kişiyle aynı paraleldeydi. Yaşamı boyunca hiçbir zaman kesin prensipler ve inançlara dayanarak hareket etmemişti. Tuttuğu yolu önceden hiç hesaplamaz, kendini olayların akışına bırakır, yeni bir bunalımda ne şekilde davranacağına her seferinde yeniden karar verirdi. Aslında onun için ilk planda önemli olan kendi kişisel tatminiydi. Bu pragmatizm, iç güvensizlik onun yükselişi ve sonu için en büyük nedendi. Ayrıca ateşli karakteri, hiddet patlamaları, ardından içine kapanış ve susmayı yeğ tutuşu da tarihçileri onun kişiliği hakkında şu yargıya yöneltmişti: “Mussolini çelişkilerle dolu, ‘Ben’ bilinci çok fazla bir kişiydi.”

Benitto_Mussolini_mugshot_1903.jpg

Savaştan sonra Mussolini, Interventistlerle birlikte sosyalistlere karşı çıktı. Bu amaçla “Fasci Italiani di Combattimento”  (Faşist Mücadele Birliklerinin İttifakı) adıyla anılan savaş birliklerini oluşturdu. Eski sendikacılar, savaştan sonra işsiz kalmış askerleri aynı çatı altında topladı.
23 Mart 1919’da yaptığı ilk toplantıya 300 dolayında dinleyici ve birliğe kayıtlı 53 üye katıldı. Bu birliğin özelliği, üyelerinin hemen hepsinin aynı cephede dövüşmüş silah arkadaşları oluşuydu. Bu eski muharipler 23 Mart Kongresi’nde bir liderleri olduğunu anlamışlar ve ona “Duçe” adını takmışlardı.
Nisan’da birlik mensupları 200 kişi oldu. Ekim’de 350, ertesi yılın sonunda binin üzerine çıktı. İtalya’nın dört yanında üyeleri görünmeye başlamıştı. Kendilerini göstermek için her fırsattan faydalanıyorlardı. Mussolini birlik arkadaşlarını, bir komutanın savaşta silah arkadaşlarını idare ettiği disiplinle yönetiyordu.  Mussolini bir süre sonra işi eyleme döktü. Fikirle zorbalığı aynı kefeye koyunca, bundan ilk zararlı çıkan ise Avanti gazetesi olmuştu. Nisan 1919’da Avanti gazetesi tahrip edildi.
1921 yılı Duçe için çok faydalı bir devre olacaktı. Bir kısım halk tarafından çılgınca alkışlanan, bir kısmı, tarafından hoş görülen, hükümet ve ona yakın çevrelerce desteklenen Mussolini ve yandaşları gitgide kuvvetleniyor ve ön plana çıkmaya hazırlanıyorlardı. 7 Kasım Kongresine katılan faşistlerin sayısı 120 bin ile 140 bin arasındaydı. Kasım 1921 Faşist Kongresi resmen bir parti haline gelinmesini de kararlaştırmıştı.
Faşistler 1921’de milis örgütü kurmaya başladılar. Bu örgüt ilk olarak Trieste’de kara gömlek giyenlerden esinlenmişti. Kara gömlek, “ölüm pahasına da olsa mücadele” anlamına gelmekteydi. Bu birliklerin kuruluşu hükümet otoritesinin ve kuvvetlerinin yetersizliği ile açıklanmak isteniyordu. Kara Gömlekliler adı verilen birlikler kısa sürede bütün İtalya’da kuruldu. Büyük sanayiciler ve toprak sahipleri de sol tehlikeye karşı bu birliklerin kurulması için gerekli mali desteği sağlamaktaydılar.
Bu gruplar Emilia eyaletinin toprak işçileri gibi kara gömlekler giyiyor, silah olarak yanlarında bir hançer ya da sadece bir sopa taşıyorlardı. Ellerini kaldırarak “Roma selamı” ile birbirlerini selamlıyor, çapraz olarak üst üste konmuş iki iskelet kemiğini askeri simgeleri olarak kabul ediyorlardı.
Mussolini’nin getirdiği yeni akım geleneksel milliyetçiliğe körü körüne bağlanmamıştı. Programındaki sosyal değişiklikler endüstri sahiplerinin aklını çelecek türdendi. Ancak kuruluşunun ilk on sekiz ayında bu yeni hareket pek fazla destek kazanmadı. Ama D’Annunzio ile birlikte’ işler değişti. D’Annunzio’nun Trieste ve İstra’daki sert yöntemleri halkın dikkatlerinin faşistlerin üzerine toplanmasına yol açtı. Ancak faşistler en büyük desteği 1920-1921 kışı sırasında Po Ovası’nın zengin toprak sahiplerinden elde edeceklerdi.

Buralarda sosyalistler halktan güçlü birlikler oluşturmuşlardı. Bunlar toprak sahiplerine dilediklerini yaptırabiliyorlardı. Bir anlaşmazlık ortaya çıktığında hemen bu birlikler müdahale ediyor ve çalışanların yararına olacak, ancak bazen aşırıya kaçan istekleri yerine getiriyorlardı. Aylarca işverenler devletten çalışma özgürlüğünün sağlanmasını istediler. Bu arada Bologna kentinin milliyetçi yöneticilerinden birinin öldürülmesi, o güne değin fazla destek bulmayan faşistlerin birden sempati toplamalarına yol açtı. Bundan sonra sosyalist gruplarla Kara Gömlekliler arasında amansız bir çatışma başladı. Halkevleri çalışma merkezleri, kültür odaları ve parti merkezleri saldırıya uğradı. Sosyalistlerin liderleri dövüldü ve öldürüldü. Ortaçağın bir iç savaş görüntüsüne bürünmesine rağmen, güvenlik kuvvetleri olaylara seyirci kalıyorlardı.
Artık Mussolini bir lider olmuştu. Her yerde yeni akımın başı olarak ilgi topluyordu. Giolitti bu yeni gücü kullanmaya bir kez karar vermişti. Önce İtalya dış politikasında büyük bir engel teşkil eden D’Annunzio’yu Noel günleri sırasında Fiume’den kovdu. Daha sonra yeni seçimlere gidileceğini açıkladı ve faşistleri devlete sadık partiler safına alarak müşterek bir cephe kurdu. Milliyetçi partilerin tümü bu bloka girdiler. Amacı rakip Popolari hareketini güçsüz kılmaktı.
İtalya’da 15 Mayıs 1921’de genel seçimler yapıldı ve ilk kez “Kara Gömlekliler” 37 vekille parlamentoda koltuk sahibi oldular. Mussolini de Milano’da seçimi kazanarak parlamentoya girdi. 22 Haziran’da Meclis kürsüsünden ilk konuşmasını yaptı. Ama korkutmak istemiyor, yumuşak ve ihtiyatlı konuşuyordu. Bu olayı bir geçiş dönemi olarak gördüğünü Mussolini’nin alkış kasırgası altında Milano’da yaptığı şu konuşma çok iyi ortaya koymaktadır:

Siyasal gözlemciler Mussolini’yle beraber İtalya’da komünizmin adım adım gerilemeye başladığına değinmekteydi. Mussoli’nin İtalyanlara yitirdikleri umutlarını, kendine güven duygusunu, mücadele azmini kazandırdığı gözlemleniyordu.
Bu arada Popolari, Bolşevik olmayan sosyalistler ve faşistler arasında bir uzlaşma yapılmasını önerdi. Fakat bu öneri aşırı sağdan gelen baskılar sonucunda geri alındı. Öte yandan faşist birlikler Po Ovası’ndaki saldırılarını sürdürüyorlardı. Zengin toprak sahiplerinin desteğini de kazanmışlardı artık. Saldırıları için kamyonlarına gerekli olan benzini onlardan alıyorlardı. Ayrıca para yardımı da görüyorlardı.
Gittikçe varlığı tehlikeye giren devlet ise olayları memnunlukla karşılar bir tutum almıştı. Yöneticilerin birçoğu hâlâ faşistleri gerçek bir tehlike olarak görmüyorlardı. Onların gözünde sosyalistler daha büyük bir tehlikeydi. Cezalandırma hareketleri de bir askeri düzenin içine girmişti artık. Belirli bölgelere ayrılan topraklarda askeri birlikler düzenindeki Kara Gömlekliler dehşet saçmaya başladılar. Sosyalist yöneticiler istifaya zorlandı. Birçok bölge faşistlerin eline geçti. Faşizmi eleştiren Popolari gazeteleri ise yakıldı. Bologna, birkaç günlüğüne savcının istifa etmesi için faşistler tarafından işgal edildi. Bu grupların yoğunluğunu sosyalist derneklerin yıkılmasından sonra işsiz kalan toprak işçileri oluşturuyordu.

Faşistlerin bu ilerlemesi karşısında sol gruplar 1922 yılında “Alleanza del Lavaro” (Çalışanların Birliği) adı altında birleştiler. İşçilerin bu uyanışı ve güçlü bir biçimde faşistlere karşı çıkmak istemesi, endüstri çevrelerinde ve toprak sahipleri arasında kuşku uyandırdı. Bu arada bir kısım liberal arasında faşistlere karşı solcu milletvekilleriyle işbirliği yapma düşüncesi yayıldı. Kurulacak antifaşist bir cephenin iktidara gelmesiyle aşırı sağcıların bu yayılmalarının durdurulabileceği kanısı birden ortalığa egemen oldu. Ancak eğilim önce Vatikan’ın, ardından da Giolitti’nin tepkisiyle karşılaştı. Giolitti’nin bu fikre karşı çıkmasında en büyük etkenlerden biri, Mussolini’nin konuşmalarında öne sürdüğü yumuşak düşüncelerdi. Giolitti bu sözlere inanıyordu. Bu arada orta tabakanın bir bölümü Mussolini’nin liberallerle birlikte iktidara gelmesinden yanaydı.
Bu sırada ilk Facta hükümetinin iktidardan çekilmesi tarihin akışını değiştiriverdi. 16 Ekim’de Mussolini, Faşist Parti içinde bir direktuar kurdu. Direktuar’ın amacı ne olursa olsun hükümeti ele geçirmekti. Direktuar’ın üyeleri: Balbo, Bianci, Di Bono ve De Vecci’ydi ki, ilki milis kuvvetlerini, ikincisi sendikaları, üçüncü üye orduyu ve dördüncüsü burjuva sınıfını olmak üzere dört eğilimi temsil ediyordu.

Popolari ve sosyalistler antifaşist bir cephe kurmaya çalışırken faşist birliklerin genç lideri devlete kafa tuttu. Bir gece içinde birkaç bin adamıyla sosyalist kooperatifi taş taş üstüne taş bırakmayacak şekilde yaktı. Hem de güvenlik kuvvetlerinden en küçük bir tepki bile görmeden. Bunun üzerine Alleanza del Lavaro genel grev uygulamasına başvurdu. İçişleri Bakanlığı ise faşistlerin de yardımıyla bu grevi kırdı.

O tarihten sonra İtalya’nın birçok bölgesinde iki ayrı güç göründü. Biri sözde geçerli olan devlet gücü, diğeri ise birçok bölgeyi egemenliği altına almış bulunan faşist güçtü. Birçok yerde sosyalist yöneticiler canlarını kurtarmak için kaçacak delik aramaya başladılar. Mussolini bu sıralarda Giolitti ile pazarlıklarını sürdürüyordu. Onun yanı sıra Balbo ve Bianchi, Roma üzerine yapılacak olan bir yürüyüşün planlarını hazırlıyorlardı. Vatikan, askerler, iş çevreleri ve dört yıldır süregelen başıbozukluktan bıkan halk, Mussolini’nin şu sözlerini duyunca rahat bir nefes alacaklarına inandılar: “Programımız çok basit. İtalya’yı yönetmek istiyoruz.”

Giderek genişleyen işgal ve yıldırım hareketleri Bolonya, Ravenna ve Ferrara’da yavaş yavaş askeri bir karakter alıyordu. Mussolini’nin iktidarı, tüm iktidarı istediği artık en küçük köylerde bile bilinen bir gerçekti.
18 Ekim’de Milano’da, Parti Yüksek Kademesi ve şefleri bir büyük gizli toplantı yaptılar. Duçe planını izah etti: Bu plan “Roma’ya Yürüyüş” adını verdiği bir hareketle iktidarı elde etmek amacını güdüyordu. Silah kullanabilecek bütün faşistler gerçek bir ordu düzeni içinde silah altına toplanacak, sonra Napoli’de bir merkez kurularak savaşa hazırlanacaktı. Bu plan, fazla atak hatta delice bir teşebbüs olarak göründüğünden büyük tartışmalara neden oldu.
19 Ekim’de plan tekrar gözden geçirildi ve kabul edildi. Kararlar yarımadadaki bütün faşist merkezlere gönderildi. Merkezlerdeki şeflere, bölgede mümkün olduğu kadar çok faşist militanın silah altında toplanması ve bu hazırlığın çok büyük gizlilik içinde yapılması emredildi.
21 Ekim’de Mussolini büyük Faşist Kongresi bahanesiyle Napoli’ye geldi. Bu, izinli ve resmi bir toplantı olduğundan dikkati de çekmedi.
Mussolini yeni kurulacak hükümette beş koltuk: İçişleri, Dışişleri, Maliye, Milli Savunma ve Deniz bakanlıklarını istedi.
22 Ekim akşamı Kara Gömlekliler Napoli ve çevresinde büyük topluluklar halinde harekete geçtiler. Bunun üzerine Roma derhal bir Korunma Teşkilatı kurdu; yirmi bin kişilik bir ordu General Diaz’ın emrinde başkenti korumakla görevlendirildi.
Bu sırada, 24 Ekim’de ünlü San Carlo Tiyatrosu’nda, “Milli Faşist Kongresi” toplandı. Benito Mussolini kongreye faşist üniforması giymiş olarak geldi. Mussolini o gün iki kez konuştu. San Carla Tiyatrosu’nda büyük arazi sahipleri ve soylu çevreler önünde, “bu güneyin Akdeniz kentinin saygıdeğer geleneğinden” söz ediyor, Piazza del Plebiscito’da 40 bin Kara Gömlekli ve 20 bin işçinin önünde, “eski politik sınıfın gırtlağının sıkılacağını” söylüyordu. Yeni kurulacak hükümette istediği bakanlıklar verilmediği takdirde, bir koalisyona girmeyeceğini söylüyordu. Mussolini ayrıca Kral karşısında tutumunu da kesin olarak açıkladı: “Kanun dışına çıkmaya gereksinim yoktur. Taç, yalnız muhafaza edilmekte kalmayacak, aynı zamanda bizim için etrafında toplanılacak bir sembol olacaktır. Kara Gömlekliler hiç bir zaman, kardeşleri olan askerle bir anlaşmazlığa düşmeyeceklerdir.”
Ertesi gece Vesuvio Oteli’nde “Ölümsüzlük Yürüyüşü” planlarını hazırladı.
26 Ekim günü Mussolini faşistlere genel seferberliği duyurdu. Faşistler aynı gün uzak bölgelerde hemen hiçbir karşı koyma olmadan posta merkezlerini, yerel yönetimlere ait binaları, istasyon ve yol kavşaklarını ele geçirdi.
San Rossere’deki sarayında dinlenmekte olan Kral Emmanuel 27 Ekim’de Roma’ya döndüğünde Facta kabinesi, Roma’daki savaş sonrası son liberal kabine istifa etti. Görevinden ayrılmış İçişleri Bakanının masasına eyaletlerden mesajlar yağıyordu. Bu mesajlarda faşistlerin büyük çapta bir harekete hazırlandıkları, silah fabrikalarını ele geçirdikleri, trenlere el koydukları belirtiliyordu. Her tarafta savaş birlikleri toplanmaktaydı.
Hükümet partilerinin son anda Giovanni Giolitti’ye, altıncı kez başbakanlık yapması için döktükleri diller fayda vermedi. O gün 80. doğum gününü kutlayan yaşlı politikacı bu krizin çözülebileceğine inanmıyordu. Faşistlerin akşamleyin Perugia’dan Roma’ya yolladıkları ültimatom, onun bu görüşünü doğrulamaktaydı: Ya kayıtsız şartsız iktidar olunacaktı, ya da gece yarısı hareket başlatılacaktı.

Şaşkınlık içinde bulunan, istifa ettiği halde görevini sürdüren hükümeti büsbütün şaşırtmak istercesine kısa süre sonra bu kez Milano’dan ikinci bir haber geldi: Mussolini az önce karısı ve kızı Edda ile Teatro Manzoni’ye, bir opera temsili seyretmek üzere gelmişti.
Acaba bütün bu haberler önemsiz miydi? Gerçek bir tehlike yok muydu? Luigi Facta ve Kral Victor Emanuel “denize düşen yılana sarılır” atasözündeki gibi bu inanca bağlanma gereksinimi duymaktaydılar. Mussolini’nin tiyatrodaki locasında sürekli yeni haberleri aldığını ve ikinci perdenin ortalarında Rachele’ye, “Tamam, vakit geldi!” diye fısıldadığını bilmiyorlardı. Bunun üzerine Mussolini ailesi sessizce tiyatrodan ayrılmıştı.
O gece Mussolini’lerin evinde kimse gözünü bile kırpmadı. Ama aynı saatlerde görevi yenisine devredemeyen kabine üyeleri de hiç dinlenememişlerdi. Ülkenin bütün bölgelerindeki Kara Gömlekliler için de durum aynıydı. Perugia’dan dört bir yana telefonla harekata yeşil ışık yakıldı: “Makina dönüyor, kimse onu durduramaz!”

Roma’ya Yürüyüş başlamıştı. 28 Ekim 1922 sabahı güneş yükselirken sayıları 40.000’i bulan Kara Gömlekliler Roma’ya doğru yürümek üzere Napoli’den yola çıkmışlardı. Düzenli bir askeri eğitim almamışlardı, ellerinde güvenilir silah yoktu. Sadece yenice durumda karabinaları ve fişeklerinde kurşunları vardı.
Roma’da ise eski kabine sabahın saat beşinden beri toplantı halindeydi. Facta birdenbire güçlenmiş gibiydi. Emirleri Roma’daki alay komutanlığına eyaletlerdeki valilere, bölgelerdeki askeri komutanlıklara gidiyordu: “Faşistleri tutuklayın!” deniyordu bu emirde. “Yöneticileri tutuklayın, demokrasiyi kurtarın!” Bir yandan da Facta Kralın olağanüstü durum ilan etmesini sağlamıştı. Olağanüstü durum öğlen saat 12’den itibaren yürürlüğe girecekti. Artık kan dökülmesi olanaksız gibi görünüyordu.
Bu saatlerde cephenin çok gerisinde biri sanki olaylarla hiç ilgili değilmiş gibi son derece sakindi. Mussolini gününü evinde ve “Popolo d’İtalia” gazetesinin idarehanesinde geçiriyordu. Öğlen saatlerinde yazı işlerinden biri önüne kralın olağanüstü durum ilânını geri aldığını açıklayan haberi koyduğunda Duçe’nin yüz hatları yumuşadı, dudakları hafif bir gülümsemeyle gerildi. Artık kazandığını biliyordu. Şimdi Kralın son isteklerine de boyun eğmesini ve kabineyi kurmakla kendisini görevlendirmesini beklemekten başka yapılacak bir iş yoktu.
Bu da ertesi gün, pazar günü gerçekleşti. Akşam eve geldiğinde elinde bir telgraf vardı. Karısı Rachele’ye; “Bavulumu hazırla. Biraz çamaşır ve bir pijama koy. Roma’ya gitmem gerekiyor” diyordu.

csm_March_on_Rome_2098382e7b.jpg

squadristi.png?itok=idrxtjfA&c=132c03619...3fc0649794

Mussolini 30 Ekim günü Roma’ya geldiğinde kendisini Napoli’den yola çıkıp Roma’ya ulaşan kalabalık bir grup faşist istasyonda karşıladı. Doğru saraya gitti, orada Kral tarafından kabul edildi. Mussolini’nin kıyafeti hiç de kralın başbakanına yakışır biçimde değildi. Üzerinde haki rengi bir pantolon, yüksek konçlu çizmeler ve kara gömlek vardı.
Kral yeni Başbakanla konuşurken başkent bir ordugâh ve bir panayır alanı görünümündeydi. Tüm ülkeden gelen halk renkli bir görünüşe bürünmüştü. Çoğunun üzerinde yoksul giysiler vardı ve son günlerin yorucu yürüyüşü ve yağmur nedeniyle bu giysileri de perişan bir hale gelmişti. Ama hepsi bu anda yorgunluklarını unutmuşlardı. Akşam saat yedide yeni Başbakan ikinci kez saraya geldi. Bu kez bakanların listesini de birlikte getirmişti. Şimdi üzerinde kiralanmış bir frak vardı. Kabine listesi, Mussolini’nin dış görünüşündeki yumuşamayı yansıtıyordu. 14 bakandan sadece dördü faşistti. Bunlardan biri ise içişleri ve dışişleri bakanlıklarını da üzerine alan Mussolini’ydi.

Teslim işlemi tamamlandı ve gerekli belgeler imzalandı. Sonra Mussolini Facta’nın çalışma odasına yerleşti. Saraydan çıkan Mussolini, meydanda kendisini bekleyen büyük halk kalabalığı tarafından delicesine alkışlanıyordu. Duçe oradaki konuşmasında, “Yurttaşlar, birkaç saate kadar bir hükümete değil, gerçek bir hükümete kavuşacaksınız. Yaşasın Faşizm! Yaşasın Kral!” diye haykırıyordu. İlk emri kendi adamlarına verdi. Roma kahramanları gece yarısına kadar evlerine dönmek üzere yola çıkacaklardı. Artık başkent vakit geçirmeden düzen ve sükûna kavuşmalıydı.
Mussolini iktidara geldiğinde, liberal bir tutumla işe başlamak zorunda kaldı; kabinesine sol kanat üyelerini aldı; faşist yazarlar tarafından yeni liberalizmin kurucusu olarak ilan edildi. Mussolini, düzeni birden yok edip, yeni faşist düzeni kurabilmek olanağına sahip değildi çünkü… Başlangıçta, işler yasal bir görünümle yürütüldü. Mussolini yasal yoldan iktidara gelmişti. Krallık müessesesine, senato ve meclise karşı sesini yükseltmedi.
Kısaca, Mussolini ihtiyatlı davrandı. Diktatörlüğün erken gelişi, işçi sınıfının olsun, demokratik ve liberal partilerin olsun, tehlikeli bir biçimde tepki göstermelerine neden olabilirdi. Öyleyse işçi sınıfını uyutmak, ötekilere de güvence vermek gerekiyordu. Kurt, kuzu postuna bürünmüştü! 31 Ekim 1922’den sonra yeni hükümet başkanı, memurlarına şu telgrafı çekiyordu: “Disiplini ve başkasına karşı saygıyı korumalıyız. Hiç bir durumda, kişi özgürlüklerini çiğnememeliyiz.”
Bu taktik amacına ulaşacak ve Mussolini, liberalleri kendi yanına çekmeyi başaracaktı. Bazı safdiller, faşizmin “daha da güçlendirilmiş bir liberalizm” olduğuna inanmaktaydılar. Bunlara göre, faşizmin tek iddiası, demokratik rejime iki noktada çeki düzen vermekti: yürütmenin güçlendirilmesi; otorite ile özgürlüğün uzlaştırılması. Mussolini’nin niyeti ise açıktı: Liberallerin desteğiyle parlamentoda mutlak çoğunluk sağlamak!

Mussolini, 1923 yılı Temmuz ayında parlamentodan yeni bir seçim yasası çıkartmayı da becerdi. Bundan böyle parlamentodaki sandalyelerin 2/3’ü, oyların çoğunluğunu toplayan partiye verilecekti. Yeter ki bu partinin aldığı oylar, toplam oyların yüzde 25’inden aşağı olmasın! Liberaller bu yasayı kabul etmekle kalmadılar; işi 6 Nisan 1924 seçimlerinde faşistlerle ortak liste hazırlamaya kadar vardırdılar. Faşist Parti’nin tüm seçim masrafları büyük sermayenin patronu olan Confindustria tarafından karşılandı. Böylece 1921 yılında yalnızca 37 milletvekili kazanan faşistler, listelerle birlikte 1924 seçimlerinde 535 sandalyeye sahip mecliste 374 milletvekili sokarak büyük bir zafer kazanmışlardı.
Artık önlerinde kendilerini sınırlayacak fazla bir zorluk kalmamıştı. 30 Ekim 1922’de Meclis Başkanlığına getirilmiş olan Mussolini, 24 Aralık 1925’te, daha totaliter ve daha geniş yetkilerle donatılarak yeniden başbakanlığa atandı. Mussolini’nin artık iktidarı bırakmaya niyeti yoktu. 28 Nisan 1945’de ayaklarından asılana kadar da iktidarı bırakmayacaktı.

the-death-of-benito-mussolini-1945-1.jpg

1925-1926 yıllarında, Faşist Parti dışındaki bütün partiler silinip yok oldular. Faşizm, sadece işçi örgütlerine ve partilerine değil, burjuva partilerine, burjuvazinin eski siyasal kişilerine de diş biliyordu. Volpe’nin yazdığı gibi, “liberaller bu süreçte ya faşist oldular, ya da siyasal yaşamın dışına düştüler. Pek çok kararlı muhalif ya kendiliklerinden yurtdışına gönüllü sürgüne gittiler ya da buna mecbur edildiler. Federzoni ve Gentile gibi burjuvazinin eski siyasal kişileri ancak, faşizme iman ederlerse bağışlandılar”
5 Kasım 1926’da bütün muhalefet gazeteleri ve bütün siyasal partiler kapatıldı; faşizmi benimsemeyen bütün siyasal örgütler dağıtıldı. 9 Kasım’da ise 120 muhalif milletvekilinin seçim belgeleri geri alındı. 25 Kasım 1926’da çıkarılan özel bir yasayla, Tribunale Speciale per la Difensa dello Stato (Devleti Savunmakla Görevli Özel Mahkemeler) kuruldu. Başlarda ittifak kurduğu liberaller de şiddetin hedefi oldu. Bu mahkemeler, hiçbir yasal güvenceyi geçerli saymıyordu.
Totaliter devletin kurulması işi, 9 Aralık 1926 tarihli bir yasayla son biçimi aldı. Bu yasayla Faşist Büyük Konsey, rejimin bütün çalışmalarını düzenlemekle görevli en yüksek organ oluyordu. Büyük Konsey, bütün hükümet sorunlarını sadece bir uygulama organı görevi yapan bakanlar kurulundan önce ele alıp görüşüyordu. Kralın rolü bile, bir imza atıcı durumuna düşmüştü. Gene 1926 yılında ülkelere göç yasağı kondu, bütün pasaport istekleri geri çevrildi; izinsiz olarak sınırı geçmeye kalkışacak olanlar için de, faşist milis kuvvetlerine “vur” emri verildi.

Mussolini, sendika hareketlerini de kanun dışı ilan etti ve eğitimi kontrol altına aldı. 1922 yılının bazı dönemlerinde ülkenin iç ve dış işlerinden, kolonilerden ve kamu çalışmalarından sorumlu olan Mussolini, aynı zamanda orduyu da idare ediyordu. Tüm bakanlıkların görevlerini kendisi üstlenmişti. Bu şekilde tüm gücü elinde tuttuğuna inanan Mussolini, rekabet yaratacak herhangi bir durumun da önüne geçmiş oluyordu. Ancak bu durum kurduğu rejimin daha verimli çalışmasını engelliyor ve sıkıntı yaratıyordu. Diktatörlük altındaki İtalya'da kanunlar yeniden yazılmış, üniversitedeki öğretim görevlileri faşist rejimi savunacaklarına dair yemin etmek zorunda bırakılmışlardı. Gazete editörleri Mussolini tarafından özel olarak seçiliyor ve Faşist Parti'den sertifikası olmayan kimse gazeteci olamıyordu.

Burada hayatını, iktidara gelişini ve politikalarını anlatmaya çalıştım. İkinci Dünya Savaşı veya öncesindeki savaş politikaları yazıya dahil edilmedi.