[Hikaye] Osmanlı Hortlakları [İki Düşman] Yeni Bölüm
#1
Spoiler'ı okuyun lütfen!  

 
  Bölüm I  Zifirde Çığlık
 6 Eylül 1661

     " Şarktan gelen ilginç lakırdılar Anadolu topraklarında dolaşmaya başladı Sultanım. Söylenenlere göre Safevi hükümdarı tebdili kıyafet Kazvin sokaklarında halkın arasında dolaşırken, şarkın en uzaklarından geldiği düşünülen çekik gözlü yaşlı bir kadın şahın bacağını ısırımış... Komiktir ki olayın yaşandığı gece şahın odasına gelen bir kadında şah tarafından saldırıya uğramış, kadının söylediklerine göre hükümdar onu yemeye çalışmış." 

  Sultan Mehmed, Ahmed Paşa'nın anlattıklarını duyunca hafiften kıkırdayıp şerbetinden bir yudum aldı. "Gece vakti iyi güldürdün beni paşa, Allah'ta seni güldürsün." Köprülü başını eğip hafiften sırıttı. " Hünkarım ne vakit İstanbul'a döneceğiz ? " dedi sıkılgan bir tavırla.  

  Genç Padişah ayağa kalkıp kafalarına ok saplayıp avladığı üç domuza bakıp gerildi. "Yarın yola revan oluruz paşa, ancak evvela atam Sultan Bayezid'in inşa ettirdiği Ulu Camii bir ziyaret edelim, dualarımızı edelim sonra bineriz atlara. " Sultan çadırının önünde yatan av köpeğinin başını sevdi, "Haydi hayırlı uykular." dedi son bir kez etrafı gözetledikten sonra, çadırın içi tertemiz ve gül kokuluydu. Sarayından uzakta dahi olsa Sultan Mehmed titizlik konusunda hassastı ve güzel kokuları seviyordu. Kılıcını ve hançerini çıkartıp çalışma masasının üzerine koyup,  altın işlemeli kadehinden su içti ve kendisini kuş tüyü yastığına teslim etti.  Hasta Ahmed Paşa ise kadehinin dibindeki şerbetini yudumlayıp, derinden bir esnedi.  "Cafer!" diye seslenerek kahyasını çağırdı ve delikanlıdan destek alıp, diz ağrılarına küfrederek ayağa kalktı ve ağır ağır çadırına yürüdü. 
 
   Huzursuzdu Ahmed Paşa , yastığa başını koyduğu anda içini bir sıkıntı kapladı. Sağına döndü, soluna döndü ancak bir türlü uykuya kavuşamadı. Yastığını yere atıp ayağa kalktı ve sandukasının üzerinde duran büyük kitaba yöneldi. Kitabı açıp bir iki sayfa çevirmişti ki "Hay lanet !" diyerek hacetlenme gereksinimi duydu. "Cafer!" diye seslendi. Bir kaç saniye bekleyip gelen gidenin olmadığını fark etti, "CAFER !" diye haykırdı bu sefer. Ancak kahyanın yerine kapıdaki bostancılardan biri çadırın perdesini aralayarak, "Kahyanız ihtiyaç gidermeye gitti paşam." dedi. Ahmed Paşa başıyla onaylayıp kaftanını aldı "Aptal çocuk !" diyerek çadırından çıktı. Hava biraz soğumuştu ve fazlasıyla sessizdi. Ne böcek sesi ne bir kuş cıvıltısı, ara ara esen tatlı meltem ağaçların yapraklarını öpüp geçiyordu. Bu sırada çalılıkların arasından Cafer belirdi. "Neredesin sen çocuk !" dedi Ahmed Paşa hiddetle, ancak Cafer'den bir cevap gelmediği gibi küçük hırıltılarla karşılık verdi. Ahmed Paşa gözlerini kısıp delikanlıyı iyice görmeye çalıştı, meşalelerin titrek ışığı ve yaşlanmış gözleri onu yanıltıyor olabilirdi. Topallıyordu ve dengesiz bir şekilde yürüyordu delikanlı, başının sağ tarafından aşağı kanlar süzülüyor, çenesinin altındaki sarımsı pıhtılaşmış bir madde mide bulandırıcı duruyordu. Ahmed Paşa geriye doğru yalpalandı ve besmele çekerek elini muhafızın omzuna koydu, "Çe , çe- ÇEK KILICINI!" diye haykırdı. Muhafızların hepsi birden sesin geldiği tarafa doğru yöneldi. Cafer ise hırıltılarını arttırıp fazlasıyla yaklaştığı Ahmed Paşa'ya doğru atılıp, paşayı yere devirdi dişlerini birbirine vurdu ve yaşlı adamı ısırmaya çalıştı. Cafer amacına ulaşacağı sırada Bostancıbaşı Selim Ağa'nın palasından cevabını alarak paşanın üzerine bütün ağırlığıyla yıkıldı. 

   Selim Ağa paşanın omzunun altına girerek onu ayağa kaldırdı. Çadırın önündeki paniğe kapılmış muhafıza  delici bir bakış atarak " Kelleni almam gerek ya !" dedi. 

   İşte tam bu anda bir çığlık kopuverdi. Ağaçların arasında duran okçulardan biri saldırıya uğramıştı ve saldırgan hatırı sayılır bir et parçasını çiğnemeye çalışıyordu.  Ağaçların arasından hızlı bir şekilde pek çok kişi belirmeye başlamıştı. Deneyimli ve yaşlı Ahmed Paşa kendisine gelerek askerlere komutlar vermeye başladığı anda bir çığlık daha yükseldi. 

  Sultan duyduğu çığlığa ter içerisinde uyandı. Çadırın dışarısından kılıçların kınlarından çıktığını duydu. Hafiften hışırtılar çadırının etrafında dolaşıyordu. Askerlerin mücadele seslerini işitiyordu, ancak çadırının dışarısından ipek kumaşı biri tırmalıyormuş gibi sesler geldiğini fark edince masasının üzerinde ki kılıcını kaptı. Tırmalama seslerinin geldiği yere yöneldi, sese iyice yaklaştığında hırıltı sesleri işitmeye başladı. Sultan derin bir nefes çekerek kılıcıyla kumaşta küçük bir delik açtı. Vücudunu geriye çekip hafiften eğildi ve delikten dışarıya baktı, ancak zifiri karanlıktan hiç bir şey göremiyordu, kılıcının ucunu dışarı doğru ittirdiğinde yumuşak bir maddeyi yarıp geçtiğini hissetti. Hırıltı sesi yükselip kılıcın ucunu aniden kavradığında sultan ani bir refleksle geri sıçradı. Delikten kanlı ve çatlak tırnakların içeri çadırla mücadelesine şahit oldu. Kumaş biraz daha yırtılıp sararmış kanlı bir el içeri girmeye başladı. Aniden çadırının dışarısından bir çığlık daha yükseldi ve Sultan çadırına giren eli kılıç hamlesiyle kesip dışarıya doğru yöneldi. Bu sırada Köprülü Fazıl Ahmed Paşa'nın askerlere bağırdığını işitti. Sultan çadırının perdesini açtığında kapısının önünde ki silahtarlar, kanlanmış ve şemalleri değişmiş ademoğlu gibi yürüyen sayıları bir iki manga civarında olan değişik mahlukatla mücadele veriyorlardı. Ahmed Paşa çadırından çıkan sultanı görünce Bostancıbaşıyla yanına koşu verdi.  

 "Ahmed Paşa neler oluyor ? Derhal izahat ver !" Sultanın gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Öyle bir suret gördü ki midesi kalktı adeta. Tövbeler olsun çehresi kanla bulanmış, çene tarafındaki etleri yırtılmış, gözlerinden biri yuvasından fırlamıştı. "Neler olduğunu bilmiyoruz hünkarım !" diye haykırdı Ahmed Paşa. Sultan Mehmed bu yaşta nice deneyimler, muharebeler görmüş Ahmed Paşa'nın gözlerindeki paniği gördüğünde şaşırıp telaşa kapılmıştı.

 Sultan Mehmed silahtarlarından birinin iki mahluk tarafından ısırılıp etlerinin çığlıklar arasında yenildiğini görünce çekti kılıcını. "Şeytan insan suretine bürünmüş Paşa! Rabbim bizi sınar herhalde, kim bilir belki de Hüdavendigar'ın havası benim serap görmeme yol açtı. Allah sonumuzu hayır etsin." Besmele çekerek atıldı Sultan Mehmed mahlukların arasına. Arkasından Bostancıbaşı Selim Ağa palasıyla hünkarının yanına vardı. Yirmi yaşındaki padişah sanki hülyalarındaki ve anlatılan destanlardaki yaratıklarla savaşıyordu. 

 En son Ahmed Paşanın haykırışı duyuldu. Kılıcını mahluklardan birinin kafasına geçirip "Ya Allah !" diyerek çıkarmıştı. "Bin kefereyle cenk ettim. Ölmek konusunda bunlar kadar inat edenini görmedim Sultanım." Sultan Mehmed kılıcını kınına soktu. Üç kadar silahtarı canından olmuştu. Bazılarının etleri parçalanmış,yerde ölüleri yatan mahlukatlar tarafından yenilmişti.  "Bunlar kafir midir değil midir orasının bilmem Paşam, lakin ben daha önce böyle insan görmedim bunu bilir bunu söylerim." dedi Bostancı başı kılıcını kınına sokarak.

  Sultan mahlukatlardan birinin yanına eğildi. O sırada yanına av köpeği varıp leşi koklamaya başladı. "Hey yarabbi sen büyüksün!" Daha önce ne böyle bir şey görmüştü Sultan ne de işitmişti. Çocukluğunda anlatılan gulyabaniler miydi bunlar bilemiyordu.  "Kıyamet koptu da Yecüc Mecüc ahalisi tepemize mi bindi Ahmed Paşa ?" Ahmed Paşa boş gözlerle ve şaşkın ve mahcup bir şekilde bakıyordu.

"Selim Ağa !" diye haykırdı Sultan. "Askerleri makul bir şekilde defnedin. Şu yerde yatan pisliklerden bir kaçını sarıp sarmalayın Şehr-i İstanbul'da Şeyhülislam ve alimlere gösterelim. Geri kalanını ateşe verin. Vebaya benzer. Hayvana, ağaçlara bulaşmasın, Allah korusun çoluk çocuk oyun oynarken dokunur. Güneş doğuyor. Kimseye uyku yok toparlanın Bursa Kalesine yol alalım. Ormanlar tekinsiz!. Kimse bu leşleri görmesin, reaya paniğe kapılmasın."
Her sabah yeni bir gün doğarken,
Bir gün de eksilir ömürden;
Her şafak bir hırsız gibidir
Elinde bir fenerle gelen.


Ömer Hayyam
[+] 6 üye EralpU nickli üyenin bu iletisini beğendi.
Ara
Cevapla
#2
Efsane.
G0kMNN.png
[+] 1 üye GaulTurk nickli üyenin bu iletisini beğendi.
Ara
Cevapla
#3
Bölüm II [ İki Düşman ]


20 Eylül 1661 Bursa
 
 Hava karamaya başlıyordu. Batan güneşin kızıl renginin son demleri Bursa şehrinin sokaklarını okşuyordu. Sultan Mehmed atının üzerinde alelade bir avcıdan öte, gerçek bir hünkar asaletiyle Bursa'nın yeşillikleri arasında elinde tüfeği, kınında kılıcı, sadağında okuyla,  yeri ve göğü keskin bakışlarıyla delip geçiyordu.

 Sürdü atını Şehr-i Bursa'ya arkasında Fazıl Ahmed Paşa, onun peşinde ise bostancılar ve solaklar...

20 Eylül 1661 İskenderiye

     Çöllerin etrafını kuşattığı cennet yanıyordu. Büyük Fatih İskender'in adıyla şanlandırdığı bu şehir, nice peygamberlere, imparatorlara, krallara , beylere , paşalara, hanlara, ev sahipliği yapmıştı. Ancak bugün, o parke taşlı sokakların üzerinde insanlar dualar ederek, ateşlerin arasından İskenderiye Kalesi'ne sığınmak için var güçleriyle koşuyorlardı. Vefasız analar evlatlarını dahi geride bırakmışlardı...  

   İskenderiye şehri,  Gazze, Kahire ve Kudüs orduları tarafından abluka altına alınmıştı. Mısır Beylerbeyi Abdal Mahmud Paşa, durumdan hünkarı haberdar etmek için onlarca ulağı yola revan etti.  Venedik ve Fransız gemileri baharatları ve ipekleri geride bırakarak tüm hızlarıyla  evlerine kaçtılar. Gemi kaptanları, vakanüvislere bugünleri ve yaşadıklarını not ettireceklerdir.

 Şanslı olanlar kalelere, saraylara, konaklara sığınmayı başarmıştı. Surların üzerinde ki askerler sokaklarda yanan hareketli ateşlerden, hırıltılı seslerin sahiplerini seçemiyordu. Gri taşların üzerinde ki seyrek kızıl kan izleri zar zor görülüyor, sessiz ve meltemli geceyi korkunç hale getiren çığlıklar ise susmak bilmiyordu.

Gün ağarıyordu. İskenderiye beyzadesi Sarı Hasan askerlerine kapıyı zorlayan mahlukların üzerlerine birer kez ateş etmelerini emretmişti. Tüfeklerin barutları dağılıp görüntü netleştiğinde on-yirmi mahluk arasından sadece bir tanesinin yere yığıldığı görülmüştü. Hatta sokaklardan daha fazla mahlukun kale kapılarına yanaştığını gören Sarı Hasan tüfek kullanılmaması gerektiğini anlamıştı.

"Arşidüklük Konağı 1661"

  Arşidük Hazretleri! Sinyor Montecuccoli huzura çıkmak için avluya geldiler. "Gelsin." dedi Arşidük Ferdinand...

Viyana'da bu yıl kar erken yağmaya başlamıştı ve topraklar gayet bereketsizdi. Zitvotorok'tan bu yana Türk saldırları her ne kadar eski günlere, Sultan Süleyman zamanlarına göre daha zayıflamış olsa da, Köprülülerin desteğiyle Osmanlı'nın mutlak Avrupa tehlikesi varlığını sürdürüyordu. Bu durumda güneyde ki insanların başkente olan göçlerini arttırıyordu.

"Gel sevgili dostum Raimondo Montecuccoli ( Arşidük kötü aksanıyla hakaret derecesinde İtalyan komutanın ismini yanlış telafuz etmişti.) "

"Arşidük Hazretleri, biraz geciktiğim için kusura bakmayın... Halletmem gereken bir kaç iş vardı." dedi. İtalyan komutan. Omuzlarına kadar uzanan ortadan ikiye ayrılmış hafif kıvırcık saçları vardı.  Altmışlı yaşlarında ve göbekliydi. Büyük bir burnu ve çatık kaşları olan bu Modena'lı general, Arşidük'ün isteği üzerine çağırılmıştı... Arşidük hafiften sırıttı. Çünkü bu İtalyan züppesinin gecikme sebebinin Graz meyhanelerinde ki bu işler için özel seçilmiş Fransız kadınları olduğunun gayet farkındaydı. Ancak denize düşen yılana sarılırmış...

"Ah, böyle küçük ve gereksiz mevzuları konuşmaya gerek yok." dedi Arşidük, komutana oturması gerektiğini işaret ederek.  Komutan,  meşe ağacından yapılma hafif tozlu, küçük çaplı yuvarlak masanın bir ucuna otururken, Arşidük'te Yunan kızlarının hazırladığı gümüş sürahide ki güzel ve hayli pahalı şaraptan, altın işlemeli kadehe bol bol dökmeye başladı.

"Seni çağırma sebebim şu ki, artık Osmanlı'nın Balkanlar'da ki varlığı gerçekten fazlasıyla potansiyelli bir tehdit haline geldi." Bu sırada komutan şaraptan bir yudum alarak umursamaz tavırlarla etrafa bakınmaya başladı. Deneyimli bu asker Avrupa devletlerinin yüzyıllardır Osmanlı karşısında aldığı mağlubiyetlerin farkındaydı ve savaşı hayli gereksiz buluyordu.

Arşidük bu umursamaz tavırlara fazlasıyla hiddetlensede, öfkesine hakim olması gerektiğinin farkındaydı. Avusturya'nın ihtiyaç uyduğu komutanlardan biri bu adam olabilirdi.
"Eflak ve Boğdan valileri bizden emir beklemekte." diyerek söze girdi Arşidük.  Ordularımız hazırlanıyor, İngiliz subaylar bizzat eğitimlerden sorumlu. Yeni toplar dökülüp  tüfekler hazırlanıyor. .. Balkanlara üç kolordu halinde taaruz edeceğiz Sinyor ! Demem o ki,  üçüncü Avusturya kolordusunun komutanlığına sizi atamak istiyorum."

Sinyor ayağa kalktı ve şarap için teşekkür etti. "Kusura bakmayın Arşidük, ancak Türklerin nasıl ki Anadolu'dan atılması imkansız ise, artık Balkan toprakları içinde aynısını düşünüyorum." Reveransını yaptı ve kapıya doğru yöneldi.

Tam bu sırada Arşidük onun önüne geçerek kendisine,  üzerinde yazılar bulunan bir papürüs uzattı. Sinyor papürüse uzun uzun göz attık, dudaklarını ısırdı ve saçlarını kaşıdı. Boğazını temizledi ve "Birliklerim ne zaman hazır olur?" dedi.
Her sabah yeni bir gün doğarken,
Bir gün de eksilir ömürden;
Her şafak bir hırsız gibidir
Elinde bir fenerle gelen.


Ömer Hayyam
[+] 2 üye EralpU nickli üyenin bu iletisini beğendi.
Ara
Cevapla
 




Konuyu Okuyanlar: 1 Ziyaretçi



Strategyturk Forumları

Strategyturk Forumları tüm Türk stratejiseverler için büyük ve kaliteli bir platform olma amacı güder. Forum içerisinde çok sayıda strateji oyunu için bölüm ve bu bölümlerde haber konuları, rehberler, mod tanıtımları, multiplayer etkinlikleri ve üye paylaşımları için alanlar yer alır.