10-05-2020, 23:44
(Son Düzenleme: 03-03-2024, 15:53, Düzenleyen: Elefsar. Toplamda 1 kere düzenlenmiş.)
Eridu Yaratılış Destanı olarak da bilinen Sümer Tufan Hikayesi daha sonraları milattan önce 17. yüzyılda Atrahasis'te, milattan önce 2 binli yıllarda Gılgamış Destanında ve günümüzde en bilinen haliyle milattan önce 1450'lü yıllarda Nuh Tufanı'nda ele alınan tufan hikayesinin yazılı bir şekilde kaydedilmiş ve günümüze ulaşmış en eski halidir. Bu hikaye milattan önce 2300'lü yıllarda kaleme alınmış olsa da, sözlü anlatım şeklinde çok daha eski bir tarihe uzandığı düşünülmektedir.
Büyük hasarlar almış olsa da metin hala okunabilir ve anlaşılabilir durumdadır. Metin üzerinde çalışmalar yürüten tarihçiler aynı hikayeyi ele alan Akkad/Babil Atrahasis metninden faydalanmıştır. Bu hikayenin İlahi İneğin Kitabı ismindeki bir Mısır "tufan hikayesine" dayandığı düşünülmekle birlikte, daha sonraları kutsal kitaplarda da yer alan Nuh Tufanına ilham kaynağı olduğu düşünülmektedir.
1893 yılında açığa çıkarılan hikaye Suruppak şehrinin Rahip Kralı olan Ziudsura'ya (isminin anlamı: uzun ömürlü hayat) odaklanır. Benzer bir figüre ismini taşıyan destanda Atrahasis (fazlasıyla bilge), Gılgamış Destanında Utnapiştim (hayatı bulan) ve kutsal kitaplarda Nuh (huzur/barış) ismiyle rastlanır.
Şüpheciliğin Yükselişi ve Keşif Gezileri
19. yüzyılda başta üniversiteler ve müzeler olmak üzere batılı kurumlar İncil'de geçen hikayelere kanıtlar aramak adına Mezopotamya topraklarına keşif gezileri düzenlediler. Bu keşif gezilerinin başlıca sebebi bu dönem içerisinde daha önceleri eşi benzeri görülmemiş bir biçimde kutsal kitaplarda anlatılan olayların doğruluğuna şüpheyle yaklaşan bir kesimin belirmesiydi. Şüphecilik akımının yükselişiyle birlikte teknoloji ve sekülarizmin gelenekselci düşünce biçimini gölgelemeye başladığı bu döneme dek batı dünyasında İncil'in dünyadaki en eski ve en kutsal kitap olduğu düşüncesi hakimdi. Ussher kronolojisinin yaratıcısı James Ussher'e göre dünya milattan önce 22 Ekim 4004 senesinde akşam 6'da yaratılmıştı. İncil Tanrı'nın bir eseri olduğu için yanlış bilgi barındırması düşünülemezdi.
Mezopotamya'da yapılan keşif gezileri bu düşünceyi destekleyecek kanıtlar aramakla görevliydi fakat bu düşüncenin tam tersi bulgularla karşılaştılar. Bulunan çivi yazısı tabletler 19. yüzyılın ikinci yarısıyla birlikte tercüme edilmeye başlandı, bu tabletlerde İncil'de yer alan birçok hikayeye daha farklı isimlerle rastlandı ve en önemlisi anlatılan hikayeler daha eski tarihlere uzanıyordu.
Pensilvanya Üniversitesinin 1893 senesinde Nippur kentinde yaptığı keşif çalışması esnasında büyük hasarlar almış bir tablet açığa çıkarıldı. Bu tablet uzunca bir süre çevrilemedi. Alman Asurbilimci Arno Poebel'in 1912 senesinde Pensilvanya Üniversitesi adına yaptığı çalışmalar neticesinde çevrilen tablette günümüz insanlarının Nuh'un Gemisi olarak bildiği hikayenin bir benzeri anlatılıyordu. Bir kesim bu durumu İncil'de eski bir destandan ilham alınan bir hikayenin bulunduğuna kanıt olarak görüp, anlatılan diğer her şeye şüpheyle yaklaşmak için bir sebep olarak öne sürerken, kimileri bu tabletin İncil'de anlatılan hikayenin Mezopotamya kayıtlarına geçmiş halinden ibaret olduğunu öne sürüyordu.
İngiliz arkeolog Sir Leonard Wooley 1928 senesinde Ur şehrinde yaptığı kazılarda ikinci yaklaşımın aksini gösteren bazı bulgularla karşılaştı. Wooley'in bulgularına göre bölgede bir sel felaketi meydana gelmişti fakat bu durum küresel bir felaket şeklinde değil, Fırat ve Dicle nehirlerinin taşması neticesinde belli aralıklarla tekrarlanan mevsimsel bir durumdan ibaretti. Nippur'da bulunan ve içeriğinin önemli bir kısmı okunamayan bu küçük tablet büyük tufana dair akademik çıkarımlarda bulunabilmesini sağlamıştı.
Gılgamış Destanı
Tabletin Özeti
Tablet dünyanın yaratılış hikayesiyle başlamaktadır, ilk olarak "siyah kafalı insanlar" (Sümerler), ardından hayvanlar yaratılmıştır. Yaratılışta rol oynayan Sümer tanrıları Enlil, Enki ve Ninhursag bir süre sonra Babil Kralı Hammurabi'nin Amori tanrılarının gölgesi altına kalmıştır. İnsanların ve hayvanların yaratılışından sonra tanrılar şehirler kurulmasını emreder, her şehre bir tanrı atanır - böylelikle şehirlerin koruyucu tanrı geleneği oluşur - ve tarımla ilgili çeşitli emirler verilir.
Bu kısımdan sonra Sümer panteonuna liderlik eden iki tanrı olan An ve Enlil'in neden insanlığı yok etmeye karar verdiğinin anlatıldığı düşünülen kısımlar eksiktir. Daha sonraları kaleme alınmış Atrahasis destanında buna sebep olarak insanların haddinden fazla kalabalıklaşması ve gürültüler çıkartarak Enlil'i rahatsız etmesi gösterilmiştir. Atrahasis'te Enlil önce salgın yayar, ardından sel yaratır, üstüne kıtlık verir ancak her seferinde Enki (bilgelik tanrısı ve insanlığın dostu) insanlara Enlil'in hamlelerine nasıl karşı koyacağını söyler. Mevzubahis tablette de hikayenin büyük oranda benzer bir şekilde işlendiği düşünülmektedir.
Hikayenin devamında tüm tanrılar An ve Enlil'in insanlığı yok etme girişimine karışmayacağına dair yemin eder ve Suruppak şehrinin kralı Ziudsura'dan bahsedilir. Enki yaklaşmakta olan tufan felaketiyle ilgili bizzat insanlığı uyaramayacağı için bir duvara konuşur, duvarın arkasındaki Ziudsura bulunmaktadır. Bu kısımdan sonra Ziudsura'nın büyükçe bir gemi hazırladığı ve gemiyi hayvanlarla doldurduğu anlatıldığı düşünülen bir kısım eksiktir.
Tabletin bir sonraki parçasında tufan felaketi tasvir edilmektedir, yedi gün yedi gece boyunca yaşanan bu felaketin ardından Utu (güneş tanrısı) belirir. Ziudsura gemisinin yanına bir delik açarak Utu'nun güneş ışığı şeklinde içeri girmesini sağlar ve ona adak adar. Hikayenin geri kalanında yine eksik kısımlar yer alsa da, son kısımda Enlil insanlığı yok etmekten vazgeçmiştir ve Ziudsura'yı yarattıklarını kurtardığı için ödüllendirir.
Atrahasis Tableti
Tabletin İçeriği
Aşağıda Jeremy Black, Graham Cunningham, Eleanor Robson ve Gabor Zolyomi'nin hazırladığı Antik Sümer Literatürü eserinden çeviri şeklinde tabletin içeriği incelenebilir.
Alıntı:Yarattıklarımı ortadan kaldırmaya son verip, insanları meskenlerine geri göndereceğim. Çokça şehir inşa etsinler ki gölgelerinde dinlenebileyim. Temiz yerlere tuğlalar yerleştirsinler, temiz yerlere tapınaklar kursunlar. İlahi ayinler tamamlandığında, üstün güçler değer gördüğünde ve toprak sulandığında onlara refah ortamı bahşedeceğim.
An, Enlil, Enki ve Ninhursag siyah kafalı insanları yarattıktan sonra hayvanlar yarattı, ovalara dört ayaklı hayvanlar bahşetti.
[32 kayıp satır]
Krallık cennetten yere indikten sonra, ilahi ayinler tamamlanıp, tuğlalar kutsal yerlere yerleştirildiğinde isimler dağıtıldı. Şehirlerin ilki olan Eridu, onların lideri Nudimmud'a verildi. İkincisi Bad-tibira onun eşine verildi. Üçüncüsü Larag, Pabilsag'a verildi. Dördüncüsü Zimbir, Utu'ya verildi. Beşincisi Suruppag, Sud'a verildi. Bunların ardından nehir suya kavuştu.
[34 kayıp satır]
An, Enlil, Enki ve Ninhursag cennetin tüm tanrılarına yemin ettirdiler. Mütevazı kral Ziudsura bir duvarın yanındayken sesler duydu: "Solumdaki duvarda dur, dur ki sana fısıldayayım. Emirlerimi iyi dinle. İnsanlığın tohumu için yok edilme kararı verildi. Onların sözü geri çevrilemez. Tufan dünyayı temizleyecek. An ve Enlil'in kararı kesindir.
[38 kayıp satır]
Tufan dünyayı baştan aşağıya sardı, rüzgarlar ve yıldırımlar yeri inletti. Dev gemide yedi gün yedi gecenin ardından güneş tanrısı Utu belirerek dünyayı aydınlattı. Ziudsura'nun açtığı delikle içeri Utu'nun ışığı girdi. Ziudsura güneş tanrısının karşısında yere kapandı, ona öküzler ve sayısız kuzular kurban etti.
[33 kayıp satır]
Hayvanlar birer birer gemiden çıkarken Ziudsura An ve Enlil'in önünde yere kapandı. An ve Enlil Ziudsura'ya nazikçe davrandılar, ona ölümsüzlük bahşettiler. Hayvanları ve insanoğlunun tohumunu koruduğu için Ziudsura'yı Dilmun adı verilen, güneşin doğduğu yerdeki uzak bir ülkenin kralı ilan ettiler.
[39 kayıp satır]
Sonuç
Sümer Tufan Hikayesi dünya genelinde bilinen bu destanın tarihte yazılı bir şekilde günümüze ulaşmış en eski kaydıdır. Aynı hikayenin defalarca farklı kaynaklarda dile getirilmiş olması böyle bir şeyin yaşanmış olabileceğini düşündürmekle birlikte, farklı kültürler hikayeye farklı bakış açılarıyla yaklaşmıştır. Günümüz tarihçileri bu yaklaşımı reddederek ticaret yoluyla tek bir hikayenin zaman içerisinde yayıldığını ve her kültürün kendi ihtiyaçlarına göre bu hikayeyi yeniden kurguladığını düşünmektedir.
Tanrı'nın öfkesi dünyanın birçok köşesindeki antik uygarlıklarda gündelik hayatın bir parçası halindeydi. Büyük Tufan hikayesi birçok amaca hizmet etmiş olsa da, en önemlisi insanlara gündelik hayatlarında tanrıların taleplerini görmezden gelmemeyi öğütlemiştir. Hikayenin her versiyonunda tanrı veya tanrılar kararından cayar, hatta Tevrat'ın Birinci Kitabı olan Tekvin'de tanrı bir daha dünyaya tufan göndermeyeceğine söz vererek gökkuşağını yaratır. Ancak antik dünyada insanlar için bu tanrının eşit yıkıcılıkta bir başka felaketi başlarına getirebileceği anlamına gelmektedir ve hikayenin ana metni onları zor zamanlarında destekleyen tanrıların gün geldiğinde onları ortadan kaldırabileceği gerçeğini hatırlatmaktır.