Strategyturk Forumları
[MP] EU4 - Multiplayer : Mayıs 2017 - Baskı Önizleme

+- Strategyturk Forumları (https://forum.strategyturk.com)
+-- Forum: Paradox Forumları (https://forum.strategyturk.com/forum-paradox-forumlari)
+--- Forum: Europa Universalis IV (https://forum.strategyturk.com/forum-europa-universalis-iv)
+---- Forum: EU4: Multiplayer (https://forum.strategyturk.com/forum-eu4-multiplayer)
+---- Konu Başlığı: [MP] EU4 - Multiplayer : Mayıs 2017 (/konu-mp-eu4-multiplayer-mayis-2017)

Sayfalar: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13


RE: EU4 - Multiplayer : Mayıs 2017 - Sxario - 05-05-2017

1549-1573  Bohemya Tarihi                     (Büyük Strategy Turk Eu4 Bohemya Tarihi 244.s 245.s)



Bu tarihler  Avrupa kıtası tarihinde önemli olan bir kaç olaylar serisine denk geliyor Bohemya krallığı bu olaylarda başrol oynadı tabi ki.

1550 Tarihinde Kralımız I.Sxario hayatını kaybettiğinde onun pek sevmediği ama tek çocuğu Vaclav tahta geçmişti aristokratların ve halkın pek sevmediği biriydi
krallık tahtına geçen Vaclav ülkede asayişin bozulmasına yol açmıştı ama Vaclav'ın görmezden gelinen bir potansiyeli vardı o çok cesurdu tahta geçer geçmez bozulan asayişi düzeltmek amacı ile orduda reform yaparak yıllardır geliştirilmeye çalışan kalite projelerini tamamladı ve danimarka topraklarımızda ona karşı ayaklanan isyancı ordusunu kılıçtan geçirdi ülkenin saygısını kazanmayı başaran Vaclav hız kesmeksizin Lehistan ile savaşa giren ve bize karşı agresif politika yürüten isveç krallığına savaş ilanında bulundu I[i].Prag ordusunu donanma üzerinden  geçirerek ''Denizaşan Vaclav'' lakabını kazandı isveç krallığı  orduları komutanımız  Ctıbor Eliska sayesinde bozguna uğratıldı ve kaleleri teker teker düştü.İsveç krallığı barış istemek zorunda kaldı ve Vaclav önemli bir boyutta toprak alarak savaşı bitirdi. [/i]


Kral ''Denizaşan'' IV.Vaclav

K3kTyUm.jpg


Henüz yeni alınan toprakları düzenlemek için hazırlanılırken bir zamanlar iskandinavyaya girmemizde yardımları bulunan ingilizler kara sınırımızı bağlamak için gerekli olan danimarka topraklarına saldırdığı haberini aldık Vaclav hemen başka bir savaş ilanında bulunarak danimarkaya yola çıktı ama ne yazıktır ki ufak bir farkla yetişemedik ingiliz köpekleri çoktan kalelere yerleşmişti uzun süren bir bekleme başlamıştı bu sırada bir haber ulaştı katoliklere karşı HRE'de Protestan ligi oluşturulmuştu bütün avrupada Bohemya bu ligin liderliğini yapması bekleniyordu ama Bohemya savaşta idi  Vaclavın hedefi savaşı hızlı bir şekilde bitirip lige başkanlık etmekti  Vaclav diplomasiye hakim bir liderdi ve İngilizlerin savaşı niye uzattığını anlamıştı derhal  sadık dostumuz Polonya-Litvanya Birleşik tahtına bir ulak yollayarak onları savaşa resmi olarak çağırdı  tabi ki sadık dostumuz bizi şaşırtmadı  savaşa resmi olarak katıldığını ilan etti  bu haberden 1 gece geçmişti ki  İngilizlerin danimarkayı vassal devlet olarak aldığı haberini aldık Vaclav yanılmamıştı an itibari ile İngiltere,Avusturya ve İspanya ile savaştaydık...




Ama beklenilmeyen şey ordunun iskandinavyada kısılı kalmasıydı olaylar çok ani geliştiği için orduyu anavatanımıza çıkarmak için gecikmiştik ingiliz donanması çoktan danimarka kıyılarını abluka altına almış ve geçişimize izin vermiyordu  Lehistan orduları  temkinli ve hızlı bir şekilde bize aç kurtlar gibi saldıran habsburglara karşı harekete geçmişti başkentimiz pragda konuşlanan lehistan,  avusturya'nın orduları ile yalnız başına kalmıştı...
Vaclav derhal bir yol bulmalıydı ordusunu praga yetiştirebilirse zafer alınabilirdi  ve o an olmayacak şey oldu  Osmanlıların  düşmanımız İspanya'ya savaş ilanı sebebi ile Avusturya krallığı ve İngiliz köpekleri de Osmanlılar ile savaşa tutuşmuştu İngiliz donanması hızlı bir manevra ile Danimarka kıyılarını terketti Vaclav haberi alır almaz  gidebildiği en hızlı şekilde ordusunu ana karamıza çıkarmayı başardı  ilk hedef olarak praga doğru yola çıkan Vaclav dostumuz lehistan orduları ile buluşmaya çalışacaktı ama yolumuz uzundu yetişemeyecektik ve o anda Stratejik bir hamle olarak Avrupanın sayılı kumandanlarından olan ve pragı avucunun içi gibi bilen Ctıbor Eliska'yı bir grup asker ile önden yolladı  Ctıbor hızlıca savaş alanına ulaşarak lehistan orduları ile birlikte Habsburg köpeklerine karşı bir saldırı başlattı  ve  Lehistan ordusunun fedakarlığı ve Ctıbor'un taktiksel zekası ile bu büyük muharebe kazanıldı.


Ctıbor ve Lehistan orduları

Ax3BzkG.jpg


Bu muharebe biter bitmez başka bir ordunun yaklaştığı göründü savaştan yeni çıkmış ordular yeniden savaş pozisyonu almaya hazırlandı ki karşıdan gelenlerin Müslümanlar yani Osmanlılar olduğunun farkına varıldı Viyana düşmüştü! 
Lehistan Kralı yerinde bir kararla Avusturya'nın lienz şehrine bir hat dizdi bu şehirleri yağmalarken savunma hattını güçlendirdi ve uzun bekleyiş başladı...
Bu sırada henüz savaş alanına gelen Vaclav ve Bohemya orduları Ctıbor ile birleşek avusturya içlerine vur kaç operasyonları düzenlemeye karar verdi  Avusturyanın şehirlerini yağmalayarak düşman askerlerini katletti ve düşmanı yormaya başladı.Bu sırada Avusturya ordusu italya içlerine kadar geri çekilmek zorunda kalmıştı Osmanlılar durdurak bilmeyerek ilerliyorlardı.Bu sırada bir sürpriz de Fransızlardan gelmişti Bohemyanın yokluğunda Protestan ligine liderlik eden Fransa Avusturyanın bu zor durumundan mütevellit Din savaşını başlatmıştı!
Bu haberi alan korkak İngiliz köpekleri kayıtsız şartsız teslim olduğunu bize bildirerek antlaşma imzalamamızı istedi Vaclav Danimarkadan Sjælland şehrini Bohemya topraklarına kattı  Stokholm şehrini sadık dostumuz Lehistana verdi yıllardır almak istediğimiz Wismar şehrini Habsburg lanetinden kurtardı ve İngilizlerin danimarkadan himayesini çekmesini İskandinavyada Norveç topraklarının %60 lık kısmını serbest bırakmasını talep etti ve yorucu savaş sona erdi.Ama vaclav durdurak bilmeyerek Norveç Krallığına savaş ilanında bulunmuştu ki Bir kaç gün sonra Osmanlılar istediğini aldığı için savaşlarını bitirdiler ve Fransa krallığı yalnız başına kaldı....


RE: EU4 - Multiplayer : Mayıs 2017 - basileus - 05-05-2017


MİLAN DEVLETİ TARİHİ
"Tatlı düşler, yalın gerçekler ve acı gaileler arasında bir devlet"


Çürümüşlüklerin arasında doğan hayatın; köhnemiş olanların enkazları arasından fışkıran yeniliklerin; ataletin duvarlarını kırarak cemiyetleri kucaklayan atikliğin zamanı olan Ortaçağ'ın önemli devletlerinden birisi olan Milan'ın tarihini anlatmayı, ülkenin, resmi saray tarihçileri tarafından zaman zaman "Birinci Çöküş" olarak adlandırılan hızlı yükseliş ve sallanış devrinin kapanışıyla yarıda bırakmıştık. Müellif, bu bölümde, fildişi kulelerin güzide sakinleri olan o tarihçilere karşı siyasetin ve savaşın, adeta nazire yaparcasına hazırladıkları Milan'ın "gerçek" Çöküş'ünü siz okurlara takdim eder.



Çıkardıkları şedit savaşın çıkmaza girmesi üzerine silaha sarılan soyluların yönetime el koymasıyla; köylülerin devletin vergi toplama sistemine karşı isyan etmesiyle; etnik ve dinsel zümrelerin başkaldırılarıyla tanımlanan 1520'lerdeki buhran ortamı, Kraliçe Caterina'nın tahta çıktıktan sonra ilk iş olarak giriştiği "Restorasyon" ile sona ermişti, ya da öyle görünmüştü. İçinden çıktıkları zümrenin homurtularından rahatsız olan Sopransilerin bu hırslı prensesi, kaynakları yıpransa dahi halen yetkin olan bir ülkenin iplerini elinde buluvermişti ve onları kaçırmaya niyetli değildi hiçbir şekilde. 1 Temmuz 1535'e kadar süren iktidarının büyük bölümünde elden çıkan İsviçre topraklarının istirdadıyla, ülkenin üç zümre arasındaki taksiminin düzenlenmesiyle, dinsel ayrılıkların zelzelesinde savrulmaya başlamış Avrupa'dan gelen farklı, krallığın Katoliklik anlayışıyla uyuşmayan "yabancı", "Cermen menşeili" dinsel akımların göğüslenmesiyle, yani birbirinden çetrefilli üç başat meselenin halliyle uğraştı. 


Milliyetçi yurttaşlarının isyanıyla özgürleşen İsviçre'nin kısa bağımsızlığı, Habsburg ordularının hızlı istilasıyla ölümcül bir yara alırken, Mediolanum bunu büyük bir keyif ve fırsatçılık hisleriyle takip ediyor ve Alplere ordu yığmak için cesaret telkin ediyordu kendi kendine. Galeazzo Sfondrati'nin emrine verilmiş ordunun, geçitleri bir yıldırım hızıyla; kaplan yıkıcılığıyla ve gerçek bir İtalyan umursamazlığıyla geçerek, Milan'ın kinaye edebiyatı düşkünü bürokratları tarafından verilen ismiyle "dağ cumhuriyeti"'ni hallaç pamuğu gibi atmaları sadece iki yıl sürdü ki bu sürenin çoğunu intikal halinde geçirmişti askerler.

 Babasının yitirdiği toprakları tamamen alamamıştı Caterina ama bu fetih, bölgedeki son istikrarlı cumhuriyetlerden birisinin de lağvı, varlığının yok edilmesi anlamı taşıdığı için fazla eleştirilmedi, hakkında yazılan birkaç gevrek ve ürkek eleştiri yazısı haricinde ülkenin tarihinde, halkın her kesimince, büyüklüğünde mutabık kaldığı bir zafer olarak yer edineceği ilan olundu. Kazanılan yeni eyaletler olan Acci, Herculaneum ve Methedola, Caterina'nin yılışık bürokratları tarafından "Üç Kutlu Kent" adı verilmiş yeni bir idari statüye kavuşturuldu.


Verdiği üç büyük mücadeleden ikincisi olarak zikrettiğim Katoliklik dışı akımlara karşı mücadele, Reform patladıktan hemen sonra başlamıştır, bunun altını çizmek gerekir. Milan, daha ilk günden itibaren dinsel değişim rüzgarına kapılarını kapatmış, İncil çevirilerinin yakılması için her şehirde özel yetkili birlikler kurduracak kadar ağır bir politika gütmüş, "Katoliklik kurtuluşun yolu, kapısı ve anahtarıdır" mottosuyla vecize kalıbına döktüğü bir strateji izlemeye başlamıştı. Protestanlık, Romanizasyonla birlikte tepe noktasına ulaşan Roma-Bizans geçmişiyle irtibat kurma alışkanlığının sonucunda bir neo-ikonoklazm olarak görülüyordu: Bizans'ın ikonoklastları neyse, Milan'ın, hatta Avrupa'nın Protestanları-Reformistleri de oydu: Fesat yatağı, yalnış bir kültürel tahakkümün meyvesi ve uzun vadede tahripkar bir fikir kümesi. Devletin varlığı için tehdit, halkın birliği adına da çok güçlü bir dinamit.


İstirdad edilen üç şehrin ikisinin Reformist oluşları, dinsel ayırlıkların giderilmesine yönelik Milan devlet aklının mücadelesini hem zorlaştırıyor hem de kolaylaştırıyordu. "Küfür, artık avuçlarımız arasında" diye yazıyordu Caterina güncesine ama eklemeyi de unutmuyordu şu satırları "Şimdi bizi daha kötü yakacak ve Şeytan'ın tarikine daha da yakınlaştıtacak." Reformist inancının ortadan kaldırılması için, işgalin hemen ertesinde ilan ettiği "barışçıl zamanlar"'ı o kadar hızlı kaldırdı ki bazı bölgelerde peşisıra iki fermanının asılıp indirilmesinin sebep olduğu kargaşaları konu alan fıkralar türedi. (Bunların pek azı komik sıfatını taşımaya layıktır; kendilerine dair okuma yapan kişi, onları bir hicviye, Almanların İtalyanlara duyduğu nefretin nüveleri olarak görüp bir kenara kaldırmaktan başka bir şey yapmamalıdır) 

Ardı ardına başlattığı ihtida kampanyaları ne yazık ki fıkralara konu olacak kadar komik şeyler içermekten pek uzaktı; Reformistler, işlerini, evlerini, ailelerini, mülklerini kaybettiler; bir süre sonra yükseltilen şiddetin dozu, nihayetinde canlarını almaya da başladı. 1530'lardan itibaren Kuzeydeki soydaşlarının şehirlerine sığınmakta çareyi gören binlerce İsviçreli Reformistin beraberlerinde ortak yaşam arzularını, askeri mühendislik, iktisadi üniteler konusundaki derin bilgilerini de alarak “kozmopolit Roma”'yı terk ettiklerinin idrakine varılamadı.


Kentlerin burjuvazi-soyluluk-klerk arasındaki taksimi konusunda da Caterina'nın nasıl bir siyasetin takipçisi olduğunu tahmin etmek, öyle sanıyorum ki, okurlarımız için fazla zor olmayacaktır: Soyluların elindeki topraklar, üretimi ve vergileri yükseltme vaadinde bulunan burjuvalar ve ruhban arasında yeniden pay edilirken, şiddete karşı elini hiç de korkak alıştırmadığı bilinen bir gerçektir. İtalya kırsalındaki korku hikayelerine kaynaklık eden toplu linç ve müsadere “törenleri”'nin çoğu abartılıdır fakat gerçeklik payı taşıyanlarının sayısı azımsanabilecek gibi değildir. Kraliçe, bir zamanlar babasının birlikte kılıç salladığı feodal “amcalarının” üzerine ölçüsüzce gitmiştir ve tesis ettiği zannedilen içtimai sükünetin bozulması için fazla beklemek gerekmemiştir.


Her zirvenin, doruğun ve tepenin, aşağı inen bir yokuşun başlangıcı olduğunu her fani bilir ve bilmelidir. Bu gerçek, asla akıldan çıkarılmaması; Tanrı'nın Krallığı'ndan kovulmuş insanların başlarına bekçi tayin edilmiş yöneticilerin de hususi bir önem vermeleri gereken, devlet yönetme sanatının en mühim derslerinden birisidir. Hükümdar, sarayının varaklarına, ordularının kalabalıklığına, generallerinin apoletlerine, topraklarının büyüklüğüne bakıp kibirlenmemelidir. Kibir varsa, ölüm de yakındır yönettiği devlet için.

İç içe olan şahsi ve siyasal hayatındaki tercihleriyle, kararlarıyla ve hesap(sızlık)larıyla Milan'ın çöküşünü getiren "İki Rezil Kral"'ın hikayelerini anlatırken, iktidar yılları detaylı bir tasnifi, eleştirel bir okumayı ve belki de Tanrı'nın lanetini de hak etmekte. Mario Ascania I (1 Temmuz 1535-7 Ekim 1560) ve oğlu Giovanni I (7 Ekim 1560-9 Ağustos 1573), Milan topraklarındaki nesillerin vermiş oldukları sayısız, ölçülemez emeklerini yok ederek, İtalyan ulusuna gencinden yaşlısına; kadınından erkeğine; köylüsünden şehirlisine; ölülerinden dirilerine kadar her birine sonsuz bir ızdırap yaşatmış, bir halkın hayatını, küçük gibi görünen muazzam hatalarla harcamış liderler olarak anılacakları tarih sayfalarında, tepeden tırnağa karanlık birer lekedirler. Caterina'nın çabalarıyla hızla toparlanan ve gücünün zirvesine ulaşan devletin elindeki imkanları, bir hiç uğruna, harcamaktan ve sonunda devletin çöküşüne sebep olmaktan başka, dişe dokunur (!) bir icraatları olmamıştır. 

Ulusun en acı zamanlarının gelişine dair hiçbir emare görülemiyordu Mario'nun tahta oturduğu yıllarda. Sadece bir kişi, ona tacını giydiren din adamlarından birisi, Brexia başpsikoposu, kendisinden, hakkında kehanette bulunmasını isteyenlere "Altın saraylarımızın içinin çamur tuğladan örüleceği ve sarayın bekçilerinin kral olacağı"'nı söylemişti ve ciddiye de alınmamıştı. İkinci kısmından itibaren gerçekleşmeye başlayan kehanetin devamı, Giovanni'nin tahta çıkışında dudaklarından dökülmüştür: "Şimdi de sarayın, Batıdan gelecek bir selin önünde çamura dönüşeceğine şahitlik edeceğiz."

Mario Ascania I, annesiyle başlayan toparlanmanın devamını sağlama konusunda Milan Meclisi'ndeki üç sınıfın temsilcilerine, ateşli, milliyetperver bir nutuk atmış ve temsilcilerin tümünden alkış, para ve bağlılık olarak somutlaşan bir destek görmüştür. Sopransiler, onun aracılığıyla, kavgalı oldukları kesimlere barış dalı uzatmşlardı ve muhatapları da o dalı kabul etmiştir. 

Fakat sebebi halen Milan Sarayı'nın enkazları arasında bir sır olarak yatan inziva kararını aldığında, Milan'ın yıkımı için resmi bir emir verdiğini, kesin olarak söyleyebiliriz çünkü Milan'ı "Çöküş"'ün kıyısına sürükleyen olaylar zinciri, Mario'nun 1530-1539 yılları arasında inzivada geçirdiği süre içerisinde, devlet yönetiminde doğan boşluğun, uçarı bürokratlar tarafından doldurulması sayesinde örülmeye başlandı. Mediolanum'u terk ederek ülkenin muhtelif yerlerindeki mülklerinde, siyasetten uzak bir hayat sürmeye başladığında, vekil olarak kimsecikleri tayin etmemiş olan Mario'nun tahtının başına, başkentin hırslı memurları üşüşmüştür.

Sadece ve sadece 9 yıl, bir eserin yıkımı için yeterli oldu. Memurlar, önce Reformistlerin köklerini kazıyarak ayrık otlarını ortadan kaldırmışlar, akabinde de ülkenin savunma ağını delik deşik etmişler ve kah bu hareketleriyle kah Milan'ın asırlık devlet politikasıyla taban tabana zıt bir karar alarak, Avusturya'yı düşman ilan etmişlerdi. 

Korku, kadim tarih, impartorluk otoritesi etrafında gelişen bir "huşu" hissiyle yaklaşılan Habsburg monarşisiyle er ya da geç karşı karşıya gelineceğini, Milan tarihindeki her yönetici bilmiş, görmüş, biraz da istemiştir ancak idarecilerin genel eğilimi, uzlaşma ve müzakereden yana ağır basmıştı: Her türlü geleneği yok sayan, devlet aklının birikimlerini bir kalemde silip atan başkent memurları, kaçınılmaz olan savaşı, Avusturya'yla ilişkilerin tarihteki en iyi safhasında olmasını tamamen göz ardı ederek çabuklaştırmak gibi korkunç bir hataya imza atmışlardır. 

İtalyan nüfusun yaşadığı kentler üzerinde yapılan hak iddiaları, ekonomik yaptırım ve bir zamanlar ne pahasına olursa olsun desteklenen, öncülüğündeki Katolik ittifakıyla köprülerin atılarak Osmanlı'nın ve Fransa'nın gölgesinde aş aranması olarak sayabileceğimiz o habis hareketlerinin, Mario tarafından sürdürülmesi daha da fecidir. "Kaçınılmaz Savaş" olacaksa, o gün kesinlike "O" gün değildi ama yokluğunda Floransa'ya saldırma kararı veren memurlarının gördükleri itibar ve Milan'ın bu "Armageddon" ideolojisine geliştirdiği saplantı, siyasi gerçekleri görmesine engel olmuştu.

Devletin sakin sularda yüzmek, kendi kaderine düşen avı avlamak yerine Habsburglar ile, Katolikliği çiğneme pahasına doğrudan cepheleşilmesinin ne gibi sorunlar yaratacağı, pek iyi görülememiştir. Fransa'nın, Avrupa'nın o dönemki - ve şimdi biraz forsu sönmüş olsa da halen- en büyük merkezi gücünün Milan'daki savaş manyaklığına destek vermesi de memurların ve Mario'nun diplomatik miyopluğunu daha da kötü hale getirdi. Akıl, Milan devletini terk etti; kof duygular, krallığı bir yaprak gibi meçhule doğru uçurmaya başladı. Floransa'nın işgaline duyduğu tepkiyi, Milan'ı aforoz etmekte gören Papalık da, ülkenin temkinli hareket etmesini sağlayacak son emniyet sübabı olan Katolikliği devre dışı bırakarak, Milan'ın yıkıma doğru olan koşusunu hızlandırdı. Kimliğinden dini çıkaran devletin irredentalist yanı ağır basmaya başladı.

Babasına göre devlet işleriyle daha alakadar olan Giovanni'nin, üç şehrin paylaşımı ve vergiler hakkında aldığı, babasının tahta çıkışında yaptığı ve bir söz anlamı taşıyan konuşmadan önemli bir çark ediş anlamı taşyan kararları, okurun da dikkatini çektiği üzere, Milan'ın başat sorunu haline gelmiş olan soyluluk ve köylülüğün (aynı zamanda partikülaristlerin) rejime olan mesafelerini bir kez daha, bu sefer geri dönülmez bir şekilde açtı. 

Justinianum ve Constantia adını alan Floransa'nın, burjuvaların payına düşmesine karşılık, kendilerine sadece Herculaneum'un verilmesinden çok rahatsız olan soyluların 1562 dolaylarında giderek yükselen homurtularının varacağı son nokta olan büyük başkaldırıyla birlikte Milan tarihi, erken kalkan aristokratın darbe yaparak iktidara el koyması-köylülerin oluşan boşluktan yararlanarak vergileri düşürtmesi-tahta çıkan soyluların her şeyi baştan düzeltmeye çalışırken bütün döngünün yeniden başlaması olarak okunabilir hale gelecektir.

paul-mercuri-noblewoman-of-milan-15th-century.jpg

Daimi işgal korkusuyla güçlenmelerine destek verilmesi ve ardından elde ettikleri bazı kentlerin telaş içinde ellerinden alınmasıyla, "çocukça bir oyuna" sürüklendiklerini düşünen soylular, eninde sonunda, askeri güçlerinin ağır basmasıyla, Milan'ın kaderi hakkında son sözü söyleyebilecek kadar kuvvetlendiler. (Yukarıda, 15. yüzyıla ait bir Milan soylusu tasviri)


Milan'ın hızla yayılmacılığa doğru evrilen dış politika anlayışının ortaya çıkma ve güçlenme sebeplerinin başında Fransa'nın geldiğini söylemiştik. Vermeye devam ettiği güvencelerin karşılığında Milan'ın askeri gücünü yanında bulma beklentisi içinde olan Paris'in bütün çabaları, Habsburgların yenilmesi içindi ve iki ülke arasındaki rekabet, tarih boyunca aktığı yataklardan taşarak yeni bir kanala, din savaşlarına doğru taşınmak üzereydi. Protestan olma teklifini kabul etmeyen Milan yöneticilerinin, Protestanların saflarında değil de yanlarında yer alma siyaseti gütmeleri, aforoz sonrasında dinsel kimliklerini ne kadar hiddetli bir şekilde reddettiklerinin delili olarak görülmüştür, görülmelidir: Hıristiyanlık geri plana atılmıştı, devir İtalyan ulusal varlığı için mücadele devriydi; mezhepler biraz "bekleyebilirdi."

Katolikler ve Protestanlar arasında giderek gerilmiş bağlar, 1561'in ilk aylarında, Evanjelik Birlik'in Viyana önderliğinde kurulmasıyla paramparça oldu. Hıristiyanlık fiili olarak bölünmüş,  iki taraf da sipere girmeye başlamıış ve gardını almıştı. Milan, Paris'ten gelen gizli misyon elçilerinin ilettiği mesajları doğrultusunda, Fransa İmparatoru'nun yanında savaşa girmek üzere büyük bir seferberlik ilan etti: o kadar çok genç asker alındı ki, rivayetlere göre pek çok köyde çapa sallayacak tek bir erkek bile kalmadı...

Avrupa'nın kaderini değiştiren, tanık olduğu en büyük ve en uzun süreli savaşlardan birisi olan "Protestan Ligi"'nin ateşi, Avusturya'nın Slav-Türk istilası altında oluşunu fırsat bilen Fransa'nın ilanı üzerine yanmaya başlayıp, sadece aylar içerisinde Manş'tan Balaton'a kadar uzanan devasa bir araziyi sararak kıtanın çekirdek bölgesini yakıp kavurmuştur. 

Habsburglar ve Katolikler, Milan'ın kendilerini sırtlarından bıçakladıklarını düşünüyorlardı: İlk darbeyi, Papalık makamını elde etmiş Hollanda, aforoz kararı vererek; ikinci ve öldürücü darbeyi, Avusturya, Tirol'de Milan'ın o çok övülen birliklerini imha ederek vurdu. Mareşal Ferdinand von Walstein'in komuta ettiği İmparatorluk ordularının, Milan'ı, saatlerle ölçülen bir sürede ezdiği bilgisi halkta korkunç bir moral çöküntüsü yarattı. Giovanni çabucak bir ordu daha toplarken, Milan kaleleri de Alman işgalcileri ilk defa karşıladı.

 Yıpratma savaşı kelimesinin tam karşılığı olan "Büyük Harp"'te Milan orduları, Napoli'yle yaptıkları muharebeler haricinde, Avusturya ve müttefiki İspanya karşısına her çıkışlarında tarumar edilmiştir ve Milan, korkunç kayıplara uğrarken güçsüzlüğünü dehşetengiz bir şekilde tecrübe etmiştir. Askerler askerden çok, Habsburg'un atış talim hedefleri gibi, yüzer yüzer, biner biner öldürüldüler ve elle tutulur zaferler elde edemeden ülkeyi adım adım işgalcilere bırakmak zorunda kaldılar. Giovanni, olağanüstü durum nedeniyle nadiren topladığı Diet'te yaptığı her konuşmada yeni bir harekat planı ilan ediyor, Alplerin ötesinden gelecek olan birtakım meçhul birliklerin her seferinde daha da yakınlaştığını söylüyor, "direnişin yükseldiğini" iddia ederek savaşa devam edileceğini duyuruyordu ama savaşın ortalarına gelindiğinde, artık ülkeyi savunacak asker bile kalmamıştı. Avusturya, kaleleri kesin bir kuşatma fırtınasıyla ezerken, işgal edilmemiş kentlerden toplanan paralı askerler Fransa kırsalına gönderiliyor ve buradan cepheye naklediliyorlardı. Fransızlar hasbelkader destek verirlerse, muharebe kazanabilen birlikler, Avusturya ve Fransa arazisinde vur-kaç mücadelesine dönüşen çatışmalarda fazla varlık gösteremediler.

Milan'ın, Büyük Savaş'ta dişe dokunur bir askeri başarı gösteremeyişinin yegane sebebi, Avusturya ordusunun geleneksel gücü kadar, Fransa ile yaşanan koordinasyon eksikliğiydi. Öyle ki Fransızların uğraştığı başlıca sorun, kendi birliklerinden çok Milan'ın birliklerinin irtibatının ve iaşelerinin sağlanmasıydı. Pek çok savaş, Milan subaylarının kahraman olma istekleri yüzünden başlattıkları başına buyruk, "aptal cesareti" saldırılardan dolayı başlamış ve hüsranla bitmiştir. Avusturya İtalyasında, İtalyan sancağını dalgalandırmak için yola çıkan bu subayların hiçbiri, hedeflerine varamadı. 

Fransa-Milan ikilisi arasındaki koordinasyonsuzluk giderilmeye başlandığında, savaşta sona gelinmiş olunduğu, tarafların ve kıtanın güçlerinin ortak kanaatleriydi. İletişim kopukluğu çok ama çok geç giderilmiş, aradaki sürede Paris düşmüş, Milan toprakları, kalelerin cansiperane direnişlerine rağmen İngiliz-Alman işgali altına girmiş ve ülkede aleni bir anarşi başgöstermişti. Kaos ortamından yararlanan Diet'teki soylular, Giovanni'yi Milan'ı bir "soylu cumhuriyeti"'ne dönüştürmeyi kabul ettirdi fakat cumhuriyeti Sopransilere bırakmamak için isyan başlatmaktan da geri durmayarak, işgal güçlerinin kısa süreli geri çekilişlerinden faydalanma yolunu seçerek silaha davrandılar. 

Milan'ın son ordusu, Viyana'yı kuşattığı cesur bir harekatın sonunda imha edildi; eş zamanlı olarak devlet iflas edince ülke isyancıların çarpıştığı bir meydan haline geldi. Tabi ki bu esnada Mediolanum da düşmüş, imparator kentteki bir manastıra sığınmak zorunda kalmıştı. Sekiz kanlı yılın sonunda Milan, teslim bayrağını çekti. Müflis ülke, esir şehirleri uğruna çıktığı yolda başkentinden olmuş; devletin omurgası çökmüş, yılların emekleri tamamen boşa gitmişti. Yeni başkent Cremona'da, olağanüstü şartlar altında tahta çıkan Caterina'dan yönetilmesi istenen ülke, "ülke" ismini hak ettiği bile tartışmalı bir toprak parçasıydı artık. Milan için rehavet, güven, hırs dolu günlerin sonuna gelindiği aşikardı; devir, hayatta kalma mücadelesi devriydi. Başta Caterina olmak üzere her Milanlı, bir "Anarşi çağı"'na girmişti. 

Sopransi Çağı'nın, Milan'ın zirveye çıkışını ve dibe çakılışını gördüğümüz bu sancılı dönemin anlatımını tamamlamış bulunuyoruz. Sonsuz kaos yıllarının öyküsü, bir sonraki yazımızda kaleme alınacaktır.



EU4 - Multiplayer : Mayıs 2017 - Aeschyli - 08-05-2017

Oda kuruldu

Şifre : st


EU4 - Multiplayer : Mayıs 2017 - Duman - 08-05-2017

Rehosttayız.


EU4 - Multiplayer : Mayıs 2017 - jax61 - 08-05-2017

oyunda istediğimiz sonuca ulaşamadık ve vasallıktan kurtulamadık..malesef zaten güçlü olan ming hard bonusuyla yenilmez armada oldu..bu sebeple multiden ayrılıyorum.. japonyay isteyen geçip development kasabilir.. belki 1750 lerde mingi yetişip impartorlugu alabilir..


EU4 - Multiplayer : Mayıs 2017 - Duman - 08-05-2017

Fransızların taarruzunda Hollanda'nın defansif savaş çağrısını reddeden müttefiklerimizi kınıyoruz.


EU4 - Multiplayer : Mayıs 2017 - Aeschyli - 09-05-2017

20170509001649_1.jpg

20170509001728_1.jpg

20170509001815_1.jpg

20170509001845_1.jpg

20170509001859_1.jpg

20170509001921_1.jpg

20170509001937_1.jpg

20170509002016_1.jpg

20170509002027_1.jpg


EU4 - Multiplayer : Mayıs 2017 - Duman - 09-05-2017

Bundan sonraki etkinliklerde oynanışın geliştirilmesi için bazı şeyleri tartışmak gerekiyor, kurallarda yapılacak değişikliklerle sağlanması gerektiğini düşündüğüm 2 husus şu:

1. Diplomaside değişkenlik/gevşeklik
2. Savaşların daha küçük çaplı yapılabilmesi


EU4 - Multiplayer : Mayıs 2017 - Sezar - 09-05-2017

GP siralamasinda Malaya`nin Cw ile ayni duzeye gelmesi ve Bengal`in Fransa`yi gecmesi manidar. Ilk 8 devletin 3`u Asya`dan.Gumbur gumbur bir Asya geliyor.


EU4 - Multiplayer : Mayıs 2017 - Duman - 09-05-2017

Daha Madrid'e gelemeyen matbaa Endonezya'ya rahatlıkla geldiği için öyle.


EU4 - Multiplayer : Mayıs 2017 - Aeschyli - 09-05-2017

İspanya gerici ve yobaz muhtemelen oradan alamadığına göre.


EU4 - Multiplayer : Mayıs 2017 - altnkurt - 09-05-2017

Beyler oyun içi dengelerin ve oynanabilirliğin artması için bir kural önerim var.
GP kavramını ülkelere göre değiştirelim.
Şu anda farazi rakamlar söylüyorum, bu rakamları ayarlarız.
Bir ülkenin başka bir ülkeye göre GP sayılması için arada 2 kattan daha az fark olması gereksin.
Örnek: 300 DEV'li Hollanda 900 DEV'li Fransa'ya göre GP sayılmasın. GP dışı ally oluyormuş gibi ally olsunlar.
Belki bu kurala bir üst limit koyulabilir. Mesela 500 DEV üstü devletler her türlü GP sayılsınlar.
Örnek: 2000 DEV'li Osmanlı 600 DEV'li Bohemya'ya göre GP sayılsın. Müttefiklik durumlarında GP limitinden kullansınlar.

Mevcut MP'deki SPA-GBR-AU bloğu ve FRA-BOH-PLC bloğundan dolayı Milan ve Hollanda gibi arada kalan devletler yok olmaya mahkumlar. Bu kuralla orta ve düşük güçteki ülkelerin devlerin yayılma alanına dönmesini engelleyebiliriz.

Kuralla ilgili fikirlerinizi ve önerilerinizi merak ediyorum. Sizce "Esnetilmiş GP limiti" oyuna faydalı olur mu?


EU4 - Multiplayer : Mayıs 2017 - Aeschyli - 09-05-2017

Senin önerdiğin durumda hollanda ve milanın gp sayılmadığını varsayarsak inanılmaz bir dengesizlik sağlayabilirler. Uzun süre belirli devletlerin korumasında kalan bu devletler gp sayılmadıklarından katıldıkları devletlerede güzel korumalar sağlayabilirler. Developmente göre gelişmişlik ölçütü yapılamaz. Zira orada verilen devletler Milan ve Hollanda idi. Sen ne kadar güçsüz görüyorsun bilmiyorum ama o hollanda kanaldan %85 çekiyordu bir ara. İngiltereden bile daha iyi durumdadır şuanda. Milanda aynı kapasiteye sahip bir devlet ama başlangıcı etkili olmadı. Zaten bu potansiyele ulaşabilecekleri düşünülerek o bölgede devletler verildi ve yakınlarıda boş bırakıldı. Ben Savoy seçmiştim ve Milanıda orada görünce bölgeden ayrıldım zaten. Milan o savaşta Fransa tarafında olmasa kazanırdı. Hollanda'da bene uzun bir süre tarafsız kalarak bölgede yanlız kaldı. Oyunda bloklaşma olduğu doğru ama bu yazdığın şey bloklaşmanın çözümü değil.


EU4 - Multiplayer : Mayıs 2017 - altnkurt - 09-05-2017

Denge nedir ya? Oyundaki tüm kurallar denge denen şeyi kurmaya yönelik ve sonucunda da kimsenin birbirine saldırmayı göze alamadığı bloklar oluşuyor. Denge kurmaya çalışırken oyunu tıkadığınızın farkında değilsiniz. Oyunculara diplomasi yapacak fazla alan bırakmıyorsunuz. Kuralları mantıklı bir şekilde düzenlemek gerekiyor en azından. Fransa'nın bana garanti atarken GP limitinden dolayı Commonwealth ile ally bozmasının gerekmesi kadar saçma bişey yok.

Bloklarda kendine yer bulamayan devletler blokların top sahasına dönüşüyor. Hollanda ne kadar güçlü olursa olsun orada ne kadar dayanabilir? Bu mu denge? Blokların savaşında denge yaratmaya çalışırken blok dışı devletleri resmen yem olarak atıyorsunuz.

Hollanda her ne kadar Avusturya tarafında da yer alsa Avusturya'nın mevcut müttefiklerini terkedip Hollanda'yla müttefik olacağını mı düşünüyorsun? Diyelim terketti İngiltere'yi. İspanya'da koloni bahanesiyle postayı koydu buna. Hollanda-İspanya-Avusturya bloğu oluştuğunda bu sefer İngiltere blok dışı kalacak. Yakın zamanda da Fransa ve Hollanda'nın işgaline uğraması kaçınılmaz.

Denge kurmayı amaçlıyorsanız herkes için denge kurun. Blokları dengeleme uğruna blok dışındaki ülkeleri ateşe atmayın.


EU4 - Multiplayer : Mayıs 2017 - Aeschyli - 09-05-2017

Denge kurmaya çalıştığımız yok. Denge kurmaya çalışan kişi sensin. Hollanda hertürlü yoldan farklı müttefiklikler edinebilirdi. Sadece HRE korumasının bile hollandayı korumaya yeterdi ancak imparator ile geçinememiş veya imparator hollandayı sevmiyor ki yenilmesine izin verdi. Milanda aynı şekilde HRE korumasındaki bu onun gerekli şartlarda dışarıdan hiç savaş alamayacağını gösteriyor zaten. Üzerine her oyuncuya 4 müttefik hakkı ve 1 tane ofansif savaş hakkı veriliyor. Ofansif savaş açmayı bu kadar zor duruma getirmişken bu aşamada oyunun başındaki ofansif savaşlardan gelişemediğini iddaa eden devlet olmaması gerek. Oyunun başında bot devletlere kullanılan boş müttefiklikler bile sizi şu aşamaya kadar taşımaya yeter durumda hala neyin şikayetini yapıyorsunu anlamıyorum. Milanın durumunda ise savaşı açan taraf milan zaten. Avusturyanın Milan'ı Fransa'nın yemesine izin vermesi imkansız bir olay. Dolayısıyla ondada herhangi bir sorun yok. Hollanda'da imparator ile ilişkilerini iyi tutsa zaten oyunun ilerleyen aşamalarında eline alacağı muazzam güç ile müttefik bulacaktı. Senin tercih ettiğin devletleri ise zaten önermiyorum. Nürnberg ve Hamburg gibi devletlerin oynanabilir olması için koca mp sistemini değiştirmek ise oldukça saçma geliyor. Bana göre Milan'ında Hollanda'nında durumu gayet iyi durumda. Milan kendilerini açtığı bir savaşı kaybetti. Hollanda ise zaten şuanda muazzam durumda. Ayrıcalık hakettiklerini düşünmüyorum.


EU4 - Multiplayer : Mayıs 2017 - Duman - 09-05-2017

Sıkıntı blokların oluşması, blokların yeterince oyuncuyu kapsayamaması değil.


EU4 - Multiplayer : Mayıs 2017 - SatanistKesenKedi - 09-05-2017

Sürekli denge arayışına girmek mantıklı değil, zaten öyle olursa genel olarak oyun sadece zar atmaya döner.

Bana kalırsa oyunda savaşları ateşleyecek ve tarafların sürekli değişmesine sebep olacak/ zorlayacak çok az şey var özellikle ekonomik sebepler yetersiz. Oyunun devletler arasındaki sürtüşmeyi artıracak mekanikler eklenmeli.


EU4 - Multiplayer : Mayıs 2017 - Aeschyli - 09-05-2017

Bloklar değişmeye meyilliydi. Fransa-Avusturya müttefikliği görünebilirdi. Eğer avusturya teklifi kabul etseydi. Ek olarak Milanın sürekli taraf değiştirmesi var. Bohemya-CW ittifakıda bozulmuş sanırsam tam olarak detaylı bilmiyorum. Osmanlı ise oyun başından beri ittifaksız takılıyor. Kolay yıkılmış bir İskandinavya veya Moskova olmasaydı durumlar farklı olabilirdi. Sıkıntı şurda orada yıkılan devletlerin ardından tekrardan bir okadar güçlü devletler oluşamıyor. Bölge diğer devletler için tamamen yemek durumunda kalıyor. Öte yandan oyunu tıkayan bloklarda öyle kolay değişecek gibi değil. Avusturya-İngiltere-İspanya vs Fransa savaşı 1600 e kadar sonuçlanamadı. Öte yandan Osmanlı ise bu karışıklıktan gayette güzel faydalanıyor. Osmanlının bu kadar rahatlamasıda CW gibi bir devleti pasif davranmaya itiyor. Oyunda yaşananlar bence mantıklı bir süreçte ilerliyor. Alternatif bir seneryo olsaydı oda Avusturya-Fransa-Commonwealth ittifakına karşı Osmanlı olurdu. Oluşabilirdi ama taraflar anlaşamadı.


EU4 - Multiplayer : Mayıs 2017 - Duman - 09-05-2017

Oyun esasen aynı güçteki devletleri birbiriyle müttefik olmaya değil, savaşmaya itiyor. Rival mekaniği bunun en basit örneği ve ortak rivali olanlar da ilişki bonusuna sahip oluyorlar. Ancak bu yeterli değil çünkü oyuncular düşmanlarını rivallerine göre değil, rivallerini düşmanlarına göre seçiyorlar.

Bu oyunun şu tarihe kadar oynanmasının sebebi, oyun içerisindeki dengeler vs. değil tamamiyle büyük ülkeleri oynayan oyuncuların ya devamsızlık göstermesi, ya pasifliği ya da genel bir oyun politikalarının olmamasıdır. Normal şartlarda bu oyunda Fransa 3 kere, Hollanda 6 kere, Britanya 2 kere, Avusturya 10 kere yıkılırdı. Bunların olmaması 'şans eseri' değil, tamamiyle spektrumun her iki tarafındaki oyuncuların da eşit seviyede pasif ve kontrol oyunu sergilemesindendir.


EU4 - Multiplayer : Mayıs 2017 - yafeshan - 09-05-2017

Hep catisma, hep sikayet. Cidden butun oyunlariniz boyle sanirim. Insanlarin oyundan daha fazla forumda savasiyor olmasi ilginc. Alisacaz ne yapalim.
Iyi guzel gidiyosunuz, bi buyuk dunya savasi yapin da bitirin su oyunu, sonrasina bizde girleim guzel yerinden :)