27-01-2021, 20:49
(Son Düzenleme: 06-02-2021, 00:36, Düzenleyen: Ecdad Computer.)
Yazar notu: Bu kitap eski bir kamp alanının yakınlarındaki ağacın altında gömülü bulunan günlükle oluşturulmuştur. Sahibi günümüzden 200 yıl kadar önce 3. Çağ'ın sonlarında Skingrad'da yaşamış ismi bilinmeyen bir muhafızdı.
17 Ağustos 3Ç 433 Pazartesi
Benim kasabam eşsizdir. Aydınlık bir ğöğü, verimli toprakları ve etrafını çevreleyen duvarlarının parıltısıyla mücevheri andıran bir görünüşü vardır. Skingrad'ımın kontu da en az bir o kadar özeldir ve Cyrodiil'de ki diğer yöneticilere hiç benzemez.
Janus Hassildor, usta bir büyücü ve ne asık suratlı, ne de savaş meraklısıdır. Yalnızca halkının mutluluğu için çabalar durur. Halk olarak bizlerde onu sever ve iyiliğini isteriz. O da davranışlarıyla bu sevgimizi fazlasıyla hak ettiğini kanıtlar herkese.
Ama Kontumuz'da fark ettiğim küçük birkaç kusur var ki, Skingrad Kalesi'nin iç tarafındaki giriş kapısında nöbet tuttuğum sıralarda bu kafamı çok meşgul ediyordu. Tahttında hiç oturmuyordu. Hatta odasından bile o kadar nadir çıkıyordu ki kaledeki portreleri olmasa yüzünü bile unutacaktım.
Onunla görüşme talebinde bulunanları kahya Mercator Hasidos reddediyordu. Sürekli bir bahaneyle geçiştiriyordu. Ayrıca kont Büyük Julianos Şapeli'nde de ibadet ederken görülmüyordu. İşi daha da garipleştiren çevresindekilerinin bu durumu sorgulamayan ve normal karşılıyan halleriydi. Sanki birşeyi gizlemeye çalışıyorlardı insanlardan ama neydi bu şey ya da kişi ve kontla ilgisi var mıydı?
19 Ağustos 3Ç 433 Çarşamba
Bu sabah Kont Janus Hassildor uzun zamandır ilk defa yatak odasından çıktı. Taht odasına indi. Merdivenlerden aşağıya inmesi oldukça uzun sürdü. Her adımında yavaşlıyordu ve giderek bastonuna daha çok yüklenip ağırlığını veriyordu.
Yanına sokulup, koluna destek olmak için giren korumasını eliyle nazikçe geri çevirdi. Vücudunda yayılan bitkinlik hissiyle savaşarak tahtına güçbela yerleşti kont, yüzünde aniden beliren kendinden emin karanlık bir gülümsemenin eşliğiyle:
"Bu yıl Skingrad'da ki yoksul ailelere altın dağıtılıp, açlar doyurulacak. Yetim çocuklara ise bir yetimhane yaptırılacaktır. Herkesi sevindireceğim." dedi.
Ardından saray erkanındaki dalkavuklar başına toplanıp, Kont'un her söylediğini alkışlayarak iyice onu pohpohlamaya başladı:
Uşak, Shumgro-Yarug: "Çok yaşa kont!"
Hizmetçi, Hal-Liurz: "Başımızdan eksik olma!"
Kahya, Mercator Hasidos: "Kont'a şükürler olsun!"
Kont son hatırladığım gibi değildi. O böyle yaptığı iyiliklerle gösteriş yapıp, övünen bir adam olarak bilinmezdi.Ve enerjik biriydi de. Ne zamandan beri baston kullanmaya başlamıştı? Ama bugün solgun, tükenmiş gibiydi ve dağıtmak için çok uğraşmış olsada başaramadığı belli olan gergin bir havası vardı.
Gözleri bir garipti... çevresine attığı bakışlarda her an kendini bozup çıldıracakmış gibi bir edası vardı. Aramızda çok uzun kalmadı. Ama oturduğu yerden ayağada kalkamadı.Sanki buraya gelmek kalan bütün enerjisini harcamıştı.
Hizmetlilerinden yardım istedi. Ork uşak onu kucağına aldığı gibi odasına taşıyarak çıkarttı ve yatağına yatırıp kapısını kilitledi. Kont'un rahatsız olduğu ve dinleneceği söylendi. İçeriye kimse sokulmadı.
20 Ağustos 3Ç 433 Perşembe
Kontlarının hasta olduğunu duyan halk kalenin kapısına dayanmıştı. Kalabalık köprüde göz alabildiğince uzanan bir kuyruk oluşturdu. İçeriye sadece belli başlı kişiler alınıyordu. Odasına bir şifacı, kahyası, hizmetçisi, uşağı ve ona dua etmek için gelen birkaç kasabalı girdi.
Kısa bir süre sonra Kont'un odasından çığlıklar yükselmeye başladı. Sesler o kadar şiddetliydi sanki kulağımı tırmalıyordu. Neler olduğunu anlamak için odasına koştuk. Kapıyı tekmeyle kırarak odadan hışımla çıkan bir orman elfi gördüm.
Dehşete kapılmıştı. Sanki tarifsiz bir manzaraya maruz kalmış bir hali vardı. Ağzını sürekli açıp kapatıyordu ancak gördüğü şeyi ifade edecek bir cümle veyahut kelime bulamamış olsa gerek ki durup sustu. Onu yakaladım ve omuzlarından tutup duvara dayadım. Sakinleşmesini bekledim. Ancak giderek dahada ele avuca sığmaz bir hal alıyordu.
Yüzüne tokat attım ve:
"Ne oldu?!" diye sordum.
Orman elfi hala korkusunu üzerinden atamamıştı, çok hızlı nefes alıp veriyordu:
"Ko... o... bi... vam... Kaçın... hepiniz... Yaşamak istiyorsanız!!!" diye kekeleyip bağırıp, çığlıklar atarak, elimden sıyrıldı.
Herkes şaşkınlıkla o sırada orman elfinin kaleden koşarak kaçışını izliyordu. Daha sonra kahya gelip Kont'un daha fazla misafir kabul edemeyeceğini ve yorulduğunu söyledi.
21 Ağustos 3Ç 433 Cuma
Ertesi gün Janus Hassildor gelip tahtına kuruldu. Hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Tuhaflığa bakınki iki gün önceki halinden eser yoktu. Yenilenmiş gibiydi. Canlıydı. Ve üstüne üstlük dünkü yaşanan olaylarda neyin nesiydi? Orman elfinin kim olduğunu araştırdım.
Adı Galarthir'di. Kaleden çıkışından sonra onu bir daha gören olmamıştı. Hatta evine bile hiç uğramamış sanki Skingrad'ı terk etmişti. Bu kadar tesadüf biraz fazlaydı. Burada birşeyler dönüyordu ama ne olduğunu anlayamıyordum. Kont konuşma yapmaya hazırlanıyordu. Bende yaşanan bu olaylarla ilgili mantıklı bir açıklama yapacağı umuduyla kontu can kulağıyla dinlemeye başladım.
Ama o yine Skingrad'a yaptığı ve yapacağı iyiliklerle ilgili böbürlenmeye başlamıştı. Ve yine dalkavukları gelip yalan iltifatlarla başını göklere erdiriyorlardı. Onu bir ilah gibi övüyorlardı. Sanki transa girmiş gibilerdi. Kont duyduğu tatlı sözlerin etkisiyle kendinden geçerek etrafını kıvançla süzüyordu:
"Söyleyin bana kullarım! Gerçektende insanlar hatta tanrılar arasında gönlü benden daha zengin, daha cömert kimse var mıdır?" diye sordu Kont cevabını biliyormuşçasına.
"Kudretli, yüce efendimiz," dedi saray erkanı hep bir ağızdan, aynı anda sanki koroymuş gibi.
"Yeryüzünde hatta gökyüzünde sizin kadar iyi, sizin kadar cömert başka kimse yoktur. Halk bu iyiliklerinizi hiçbir zaman ödeyemez." diye devam edip sözlerini bitirdiler.
Bunlara daha fazla dayanamadım ve başka söze fırsat vermeden tahta doğru yaklaşıp atıldım:
"Kusura bakmayın ama hangi adam bir tanrıyla kıyaslanabilir ki! Haddinizi aşıyorsunuz!" dedim.
Böyle birşeyi beklemeyen Kont'un yüzünde kara bir bulut belirdi. Kalın kaşlarını çattı, kırmızı gözlerinden şimşekler çaktı. Huzurunda bulunanlar korkuyla başlarını öne eğip titrediler.
Ama ben yılmadan dimdik baktım Janus Hassildor'un yüzüne. Kont öfkeyle kükredi:
"Asker... asker... Sen ne dediğinin farkında mısın? Sen kiminle konuştuğunu bilmiyor musun!"
"Siz sordunuz, ben de söyledim Kont'um..." dedim.
"Başka birgün olsaydı, derhal kelleni vurdurmuştum ama sadece seni kovmakla yetineceğim! Defol kalemden. Bir daha seni burada görürsem bizzat kendi ellerimle öldürürüm!"
Kılıcımı, kalkanımı ve zırhımı çıkarıp önüne attım. Kont bu sırada beni dişlerini ve yumruğunu sıkarak izliyor köpürüyordu. Bir dakika kadar böyle devam etti sonra yarı çıplak bir şekilde arkama bakmadan çekip gittim.
27 Ağustos 3Ç 433 Perşembe
Skingrad'ın güzelliği, sadece kötülüğünün bir maskesiydi. Galarthir doğruyu söylüyordu. Tam bir haftadır yollardayım. Beni muhafızlıktan attı daha sonra evime bir suikastçısını yolladı.
Dokuzlara şükürler olsunki bunu önceden tahmin edebildiğim için hazırlıklıydım. Ancak bunu savuşturmuştumki ardından evimi kundakladılar. Ve Galarthir'in kayboluşunu ve evimin yanışını güzelce bir kılıf uydurup örtbas ettiler.
İşte o gün bugündür kaçıyorum onlardan. Daha fazla ne kadar dayanabilirim bilmiyorum. Suikastçinin gırtlağını kesmeden önce onu çeşitli işkencelerle bir süre konuşturdum. Söylediklerine göre Janus Hassildor bir vampirmiş.
Bu hastalığıda uzun zaman önce bir vampir saldırısına uğradığı sırada yakalanmış. Vücuduna bulaşan bu şeyi ilk zamanlar tedavi etmeye çalışmış fakat sonra yeni hayatının güzelliklerini görmüş ve kabullenmiş. Böyle yaşamaya başlamış.
Ölümsüzlüğü çok sevmiş hatta insanlığınıda tamamen unutmuş artık. Amacı Skingrad'ı Cyrodiil'deki vampirler için bir beslenme noktası, yuvası haline getirmekmiş. Kalede ki herkesi çoktan etkisine alıp kölesi yapmış bile.
Yakında şehrin geri kalanınada saldıracakmış. Kim bilir belki de daha ileri de vampirlerden oluşan bir ordu yaratarak tüm Cyrodiil'li bile istila etmeye çalışabilir. Kaleden sadece gece çıkmasının ve odasınada düzenli aralıklarla sözde dert anlatmaya ya da rica etmeye gelen kasabalıları dinlemek için almasının ve içeri girenlerden bir daha haber alınamamasının sebebi de buymuş demek ki.
İşte o kurbanlardan biri de Galarthir adlı orman elfiydi. Ama o az biraz şansla Janus Hassildor'un uzun zamandır beslenmemesinden kaynaklanan zayıflığından yararlanarak elinden kurtulabilmişti. Gerçi bunları niye hala yazıyorum bilmiyorum çünkü artık hiçbir önemi yok.
Çünkü benim yapabileceğim birşey yok. Halk ona inanıyor ve başka biri de kendi gözüyle görmeden bu anlatacaklarımı kale almaz. Elimden gelen tek şey kaçıp saklanmak. Şimdi günlüğümün bu bölümüne son verirken ne kadar aptal olduğumu fark ettim. Kont'a bu kadar açık seçik bir şekilde baş kaldırıp, karşılık vermeseydim keşke.
Ben kim oluyordumda Janus Hassildor'un gerçek kimliğini görüp bunu ifşa etmeyi düşündüm? Tamam bunu da yapmasaydım muhtemelen onun kuklalarından birine dönüşecektim ama yolu bu muydu bu işin? Sonucu böyle mi olmalıydı? Şimdi yaptığım seçimin bedeli olarak herşeyimi kaybettim ve hayatımın sonuna kadar kaçmak zorunda kalıyorum.
Kurt sürüsünden kaçan geyik gibi. Sürekli kaldığım yeri değiştiriyorum. Az dinleniyorum ve hiç uyumuyorum. Fakat ne yaparsam yapayım her hareketimde Janus Hassildor'un köpek dişlerini boynuma daha çok yaklaştığını hissediyorum.
Nereye giderim? Nasıl bir vampirden kurtulurum? Janus Hassildor ya ruhumu alacak ya da canımı. Kesin olan ve bildiğim tek şey bu. Her halükarda öleceksemde, en azından şu an vaktim varken bunun nasıl olacağına karar verebilirim. İntihar etmek Kont'un bana yapacaklarından daha beter olamaz.
Benim adım Harkin ve vasiyetim olarak sadece adımla hatırlanmak istiyorum. Olurda bu günlüğü biri bulursa diye kamp yaptığım bu son yere gömüyorum...