Napoli beklenmeden alındı. Sicilya Kralı Roger, bu saldırıyı hiç beklemiyordu aslında. Orduları Palermo topraklarındaydı. Savaşarak öldü Naples surlarında.
Naples, İtalyalıların Bizans halkına yaptığı zulüm sebebiyle Katolik halkın çoğunun mallarına el konuldu ve yüzlerce kişi öldürüldü.
Naples parası ile yeni askerler yetiştirilirken aynı zamanda Constantinople'da daha eğitimli askerler üretmek üzere kışla geliştirmesine para yatırıldı.
Trabzon'u alan ordu ise Batı'ya ilerlemeye devam ediyordu. Balkanlı paralı askerlerden bir kaç yüz kişi de eklemişti ordusuna.
Acre de alınmış ve Mısırla sınır gerginliği artmaya başlamıştı. Prens uzun süredir Jerusalem'i gözetlemekteydi casuslarıyla. Şehrin garnizonunun çok az olduğunu duydu. Ne olabilirdi bu Hain Mısırlıların planı... İçi içini kemirmekteydi. Bu riske girmeli miydi? Sonra babasının tüm bu planının, tüm bu başarısının sırrının risk alma üzerine kurulu olduğunu hatırladı. Jerusalem yoluna çıktılar kısa bir sürelik dinlenmenin ardından.
Kuşatılmış halde olan Sofia, bizzat Venedik Doçesi tarafından alınmıştı. Kötü gibi görünen şeyde bir hayır olabilirdi bazen. Selanik topraklarında toplanan orduya, İmparator, ne olursa olsun Doçe'yi öldürme görevi verdi. Eğer Doçe evinden uzak Sofya topraklarında öldürülürse, Venedik gücünü kaybedip, panikleyebilirdi...
Prens John'un ordusu Jerusalem yolunda ormanlık bir alana girmeden önce gözcüleri ormanda büyük bir Mısır ordusunun kamp kurmuş olduğunu bildirdi. John o orduyu yenemeyeceğini biliyordu. "Bizim geldiğimizi biliyorlar mı? Söyle! Hazırlanıyorlar mı!?" dedi. Gözcü, kampta her hangi bir hareket olmadığını söyleyince John gülümsedi. Bir mucizeye bel bağlamıştı. Mısır ordusuna gözükmeden geçip Kudüs'ü alma planındaydı. Ormanlık alanın içinden hayalet gibi, fakat hızlıca geçtiler. Mucize gerçekleşmişti. Sanki Tanrı onları düşmana karşı görünmez yapmıştı. Jerusalem'e çok yaklaşana kadar ordu görünmeden gitti. Jerusalem kuşatılmıştı.
Balkan paralıları kaliteli olmasa da, Sofya surlarına saldırırken ön saflarda kullanılabilirdi. Doçe ordusuna güveniyordu fakat bu Balkan paralı askerlerin sayıları onun da gözünü korkutmaya başlamıştı. İşler onun için kötüye gidiyordu artık. Bu sefer çaresiz olan oydu.
John, Jerusalem'e Mısır ordularının desteğe geldiğini duymuştu. Mısır destek kuvvetleri yakınlaşmaya başlayınca surlara hızlı bir saldırı yapıldı ve az kişilik garnizon bir gecede halledilerek şehir alındı.
Şehir alındığında Mısır'ın zulmü ortaya çıkmıştı. Şehir halkı fakirleşmiş, bir çoğu da katledilmişti. Bu koskoca şehir, Mısırlıların elinde heba olmuştu adeta. John, orada öldürülen Ortodoks halkın intikamı olarak Müslümanları toplu olarak katletti ve mallarına el koydu.
Alexius'un bir sonraki durağı ise Roma idi. Papa ve binlerce kişilik ordusunun Roma'dan uzakta bir kasabanın yanında kamp kurmuş durumda olduğunu duyduğunda. Roma'ya giderek şehri kuşattı hemen. Papa, meczup bir adamdı. Yanındaki komutanlar Roma düşecek diye Papa'yı uyarmalarına rağmen Papa; "Burada kalacağız. Tanrı böyle istiyor." diyordu. İşin gerçeği, Papa oradaki kasabada yaşayan genç bir kızla her gün buluşup onunla içli dışlı oluyordu. Genç kız, aklından sorunlu bu yaşlı adamdan olabildiğince altın koparma derdindeydi tabi...
Roma yağmalanmış. Binlerce florin para hazineye kazandırılıken yüzlerce Katolik katledilmiş. Kiliseler yakılıp, yıkılmıştı. Bu fetih sonucunda İmparator hiç olmadığı kadar mutlu görünüyordu. "Roma'yı aldıysak, biz bu Dünya'yı bile fethederiz" diyordu...
Doçe'nin sıkıştırıldığı Sofya'ya ise Venedik zulmünden bıkmış, Hırvatlar, Sırplar, Boşnaklar yığılmaktaydı. Akın akın gelmekteydiler. Bazıları para bile istemiyordu. "Bir Venedikli ... öldürsem bana yeter!" diyorlardı.
Ordunun çok büyük sayılara ulaşmasıyla, kaleye saldırılar başladı. Bir kaç günlük surlarda savaşın ardından. Kale alındı. Bir çok kişi ölmüştü fakat buna değmişti.
Roma'nın alınmasının hemen ardından Berber gemileri içinde ordular ile birlikte Roma sahillerine yaklaşıyordu. Jerusalem'de alınan intikam, Berberi Müslümanları da rahatsız etmişti belli ki...
John risk üstüne risk alıyordu. Şehirleri garnizonsuz bırakıp Mısır'a ilerlemeye devam ediyordu. Gaza kalesini kuşattı. Mısır orduları ne yapacaklarını şaşırmış bir şekilde oradan oraya dolaşıyordu.
Sofya'ya gelen yeni bir Venedik ordusunun haberi gelince bu kez Sofya kalesine yeterli olduğu düşünülen bir garnizon bırakıldı.
Trabzon'dan harekete geçen ordunun ilk hedefi ise Akdeniz'in önemli bir ticaret merkezi ve askeri limanı olan Girit adasındaki Iraklion şehri idi. Şehir'i kuşatmanın ardından, adaya yayılmış Venedik orduları toplanıp şehire yardım etti. Fakat, yeterli olmayacaktı. Venedik'in milis piyadeleri, Bizans'ın atlılarının ayakları altında ezilecekti. Kahramanca bir zaferle 1 tane bile Venedik'li ordu kalmayana kadar kovalandı düşman. 1 kişi bile canlı kalmamalıydı. Kalmadı da...
Ülkenin en Doğusunda ise fetihler daha sakin ve daha garanti hamlelerle yapılıyordu. Halep'te uzun süren kuşatmanın ardından erzakları azalan Halep garnizonu surların dışına çıkmaya zorlanmış ve kolay bir zaferle kale alınmıştı.
Berberiler Roma'yı kuşatmıştı. Beklenen bir hareketti bu. Arkasından gelen destek kuvvetlerinin haberi gelince hiç zaman kaybetmeden şehrin dışında kuşatmaya hazırlanan Berberi ordusu yenilgiye uğratıldı. Kaçan ordu gemilere geri döndü. İş henüz bitmemişti.
Alexius ise geri dönmeye hiç niyetli değildi. İtalya seferine devam ediyordu. Floransa da kısa sürede düştü. Diğer şehirler gibi burada yağmalandı ve yeniden yola çıkıldı.
Milan, resmiyette düşman değildi henüz. İmparator da bu durumu kullanmak istiyordu aslında. Gizlice, fark ettirmeden Milan sınırlarına girdi. Genoa bir sonraki hedefti...
Bölüm sonu. Okuduğunuz için teşekkürler.