Modern Tarih: Birinci Dünya Savaşı (1914 - 1918)
#1
aX0YZz.jpg
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI
(1914-1918)

Bu savaşı iyice anlayabilmek için öncesindeki ve ilk günlerindeki olayları da iyi bilmek gerekir, Birinci Dünya Savaşının Sırp bir genç tarafından Avusturya-Macaristan prensine suikast yapılmasıyla başladığını biliniyor. Bu suikast öncesinde Avrupa'daki siyasi durumu kısaca özetlemek gerekirse Almanya daha yeni kurulmuş olmasına rağmen kısa zamanda süper güç haline gelmişti. Almanya kurulmadan önce bugünkü Almanya'nın olduğu yerde irili ufaklı 80'den fazla şehir devleti vardı ve tam anlamıyla bir devlet olamamış olan Kutsal Roma İmparatorluğu adındaki birliği saymazsak Almanlar ilk defa tek bir devlet altında birleşmişti.

Bunda da gelmiş geçmiş en yetenekli diplomatlardan biri olarak gösterilen Otto von Bismarck büyük rol oynamıştı. Almanya'nın en büyük müttefiği Avusturya - Macaristan İmparatorluğuydu ve bu iki ülkenin yancısı da İtalya'ydı. Avusturya uzun yıllar boyunca Avrupa'da en fazla söz sahibi olan devletlerden biriydi. Almanya kurulana kadar Almanların kollayıcısı olarak bulunan ama son dönemlerde eski gücünden uzak olan bu devlet son zamanlarda Macaristan'la birleşerek yeniden tarih sahnesinde yer almak ve en azından Osmanlıların Balkanlardan atılmasıyla bölgede çıkan otorite boşluğunu doldurmak istiyordu.

1900'lerin başında Osmalıların Balkanlardan atılmasıyla palazlanamya başlayan Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan gibi devletler içerisinde en hırslısı olan Sırbistan ile Avusturya arasında yıllardır devam eden bazı sürtüşmeler mevcuttu. Avusturyalılara göre Sırbistan haddinden fazla toprak sahibi olmuştu ve buna rağmen daha da doymayıp Avusturya'nın himaeyesi altındaki Bosna'yı ad topraklarına katmak istemesi bir haksızlıktı. Sırplar da 500 yıl sonra ilk kez bağımsızlık kazanıp devlet sahibi olmuştu ve varlığını riske atmadan mümkün olduğunca kazanım elde etmenin peşindeydi.

Avrupa'da Almanya ile birlikt yükselen bir başka güç de Rusya'ydı. Kendisini Balkanlardaki ve Kafkaslardaki Ortodoksların abisi olarak gören Rusya'nın Sırbistan ile güçlü ilişkileri vardı ve Fransa da biraz korktuğu, biraz çekindiği, biraz da saygı duyduğu bu yeni güç olan Rusya ile arasını iyi tutmaya çalışıyordu. Rusya Birinci ve İkinci Balkan Savaşlarında kendi iç sorunlarıyla uğraştığı için Sırbistan'ın yardımına gelememişti ama Avusturya da bu savaşa dahil olamadığı için Sırbistan istediklerini alabilmişti. Sırpların en büyük korkusu Rusya'nın bir kez daha yardıma gelme konusunda elini korkak alıştırmasıydı.

Aynı dönemde İngiltere diğer ülkelere oranla daha rahat bir modda geziniyordu çünkü donanması çok güçlü bir ada devleti olarak kimsenin kendisine saldıramayacağının farkındaydı. İngiltere özellikle sanayi devriminden sonra sömürgeciliğin de getirdiği büyük bir zenginliğe kavuşmuştu ve tekerine kimsenin çomak sokmasını istemiyordu. 1702lerden itibaren büyük uğraşlarla kurulan mevcut düzen en çok İngiltere'nin işine yarıyordu ve bu ülke Avrupa'da yıkıcı bir savaş çıkmasına şiddetle karşı çıkıyordu.

Kısaca İngiltere işleri iyi giden ve müşterileri korktuğu için işlerinin bozulmaması adına kavga eden gençleri ayırmaya çalışan bir bakkal gibiydi. İngiltere ile Fransa arasında bir dostluk vardı ama kağıt üzerinde İngiltere'yi savaşa katılmaya zorlayacak bir ittifak yoktu. Ayrıca savaştaki Almanya, Rusya, Avusturya gibi diğer taraflar krallıkla veya çarlıkla yönetiliyorken İngiltere'de demokrasi rejimi vardı ve bu ülke savaşa girmek için halkı ve muhalefeti de ikna etmek zorundaydı. Diğer ülkelerin ise ellerini kollarını bağlayan böyle bir zorunluluğu yoktu.

Modern Almanya'nın kurucularından biri olarka kabul edilen Otto von Bismarck yıllardır denge politikası yapıyordu. Bismarck o sıralarda giderek güçlenen Rusya'nın dünyada en önemli ülkelerden biri haline geleceğini yıllar önceden kestirmişti ve Rusya'yı mutlu etmenin önemini kavramıştı. Rusya memnun tutulduğu sürece İngiltere veya Fransa'dan biri veya ikisinin kızdırılması çok da önemli değldi. Rusya'nın kızdırılması ise İngiltere veya Fransa ile birlikte iki cephede savaşmak anlamına geliyordu. Sonradan gelen Alman diplomatlar bu çok önemli konuyu atlamıştı ve bunun bedeli çok ağır olacaktı.

1800'lerin sonlarına doğru dünyada diplomasi en önemli silah haline gelmişti ve son dönemde ortaya çıkan yıkıcı silahlar yüzünden kimse savaşa girmek istemiyordu. Eskiden savaşlar geniş meydanlarda iki ordu arasında oluyordu ve birkaç saat veya 2-3 gün süren savaş sonunda ordulardan biri galip geliyordu. Modern dönemde savaşlar şehirlere taşınmıştı, aylarca veya yıllarca sürebiliyordu ve yıkıcı etkileri uzun süre devam ediyordu. Bu yüzden ülkeler savaşa girme konusunda eskiden olduğu kadar aceleci davranmıyorlardı.

Peki savaş nasıl çıktı da bu kadar büyüdü? Alman Kayzeri 2. Wilhelm diplomasi konusunda pek yetenekli değildi ve Otto von Bismarck ile fikir ayrılıklarına düşünce kendisinin emekliliğini istemişti. Otto von Bismarck sahneden düşünce Almanya diplomasiye daha az önem vermeye başlamıştı. Devlet yeni kurulmasına rağmen kısa sürede süper güç seviyesine gelmişti ama bir süper gücün görmesi gereken saygıyı görmediğine inanıyordu. Fransa başta olmak üzere Avrupa'nın geri kalanıysa Almanya'nın bu kadar kısa sürede süper güç seviyesine çıkmasından rahatsızdı. 

Daha önce dediğim gibi Sırbistan ile Avusturya - Macaristan arasında uzun süredir devam eden sürtüşmeler vardı. Sırp gençler zaman zaman Avusturya - Macaristan tarafına geçerek eylemlerde bulunuyordu. Bu hareketler Avusturya - Macaristan devletini rahatsız ediyordu. Malum suikastten önce bazı terör saldırıları da olmuştu ve Avusturya her seferinde bundan duyduğu rahatsızlığı dile getirmişti. Sırbistan da Avusturya'yı içişlerine karışmakla suçluyordu. İki ülke arasındaki kriz giderek büyüse de kimse bunun bir savaş çıkartacağını, üstelik bu savaşın tüm dünyaya yayılacağını tahmin edemezdi. Sırbistan ne zaman sinirlense büyük abisi Rusya'ya, Avusturya ne zaman sinirlense büyük abisi Almanya'ya gidip şikayet ediyordu. Rusya Sırbistan'ı kağıt üzerinde olmasa da himayesi altına almıştı ve Almanya ile Avusturya arasında resmiyete dökülmüş bir ittifak vardı.

Malum suikastten sonra bir ay boyunca ortam sessiz ve sakindi. Avustuyra bu suikaste nasıl cevap vereceğini henüz bilmiyordu ve Rusya ile Fransa olanları uzaktan fazla endişelenmeden izliyordu. O dönemde Abraham Lincoln başta olmak üzere birçok devlet liderine suikastler düzenlenmişti ve kimse bunun sonucunda başkasına savaş ilan etmemişti. Öldürülen Prens Ferdinand da ülkede pek söz sahibi olmayan biriydi. Kendisi kraliyet ailesinden gelmeyen sıradan bir kadınla evlendiği için kraliyet ailesinde kendisine pek sıcak bakılmıyordu. Avusturya olayı bir ultimatomla geçiştirmek istiyordu. Almanlar da Avusturya'yı gaza getirmek için vargüçleriyle uğraşıyordu.

Almanlar Avusturya'lılara "Bu Sırbistan yıllardır Balkanlarda bir çıban gibi büyüyor ve ne zaman eline onları ezmek için bir şans geçse geri çeviriyorsun. Sırbistan Avrupa'da söz sahibi bir güç olmadan önce onu bitirmek için bu son şansın ve elinde gayet güzel bir bahane de varken bu fırsatı kullan" benzeri sözlerle telkinde bulunuyordu. Aslında işler bu kadar basit değildi. Bazı üst düzey Alman diplomatlar İmparator İkinci Wilhelm'den izinsiz ve habersiz olarak Avusturya'yı gaza getiriyordu ve İkinci Wilhelm Sırbistan'la masaya oturulmasına sıcak bakıyordu. Ona göre en kötü ihtimalle Belgrad şehrine asker çıkartılıp Sırplar masaya oturup pazarlık yapmaya ikna edilebilirdi ama ne olursa olsun savaş çıkmamalıydı. Danışmanları tarafından oyuna getirildiği için Avusturya'nın savaş ilanını sonradan haber alan Wilhelm'in artık yapabileceği pek fazla bir şey kalmamıştı.

Avusturyalılar sonunda ikna olmuştu ve savaşa hazırlanmaya başlamıştı. Hesaplamalara göre 6-7 hafta içine hazır hale gelecekti ama Almanlar hala memnun değildi, zira suikastin dünyada yarattığı etki giderek azalıyordu ve suikasti bahane olarak kullanmak isteyen Avusturya'nın suikastin etkileri geçmeden veya unutulmadan harekete geçmesi gerekiyordu. Aradan aylar geçtikten sonra suikast unutulacaktı ve kimse Avusturya'nın iyi niyetine inanmayacaktı.

Avusturya - Macaristan devleti suikastten tam 1 ay sonra Sırbistan'a sert bir ultimatom verdi ve 10 istekten oluşan bir liste verip isteklerinin yerine getirilmemesi sonucunda savaş çıkacağını belirtti. Sırbistan'dan istenen şartlar çok ağırı ve Avusturya buna gelecek cevabın hayır olduğunu zaten bildiği için ordusunda seferberlik ilan etmişti. Bunun üzerine Sırplar hiç vakit kaybetmeden Rusya'ya telgraf çektiler ve Rusya'daki elçileri vasıtasıyla Rus Çarına ulaşıp "Eğer yardım etmezseniz dayanmamız mümkün değil" mesajını ilettiler. Bundan bir gün sonra Rus ordusu da seferberlik için hazırlık ilan etti. Bu seviye olarak seferberliğin bir altıydı.

İlginçtir ki Avusturya - Macaristan Sırbistan'a savaş ilan etmeden hemen önce Sırbistan ordusunun en kıdemli generali Radomir Putnik Budapeşte'de tatil yapıyordu. Avusturyalılar önce kendisini tutuklasalar da daha sonra savaşı başlatmadan önce kendisine özel bir tren tahsis ederek ülkesne sağ salim dönmesini ve ordusunun başına geçmesini sağladılar. Görünüşe göre Birinci Dünya Savaşı tarihteki son centilmence savaş olacaktı.

Avusturya Sırbistan'a savaş ilan ettikten dakikalar sonra Avusturya'lı toplar Belgrad'ı bombardıman altına almaya başladı. Bu bombardımannın yoğunluğu zaman zaman artıp zaman zaman azalıyordu ve henüz Sırbistan'ın işgali başlamamıştı. Sırplar bombardımanın bir an önce bitirilmesi için Fransa ve Rusya'dan yardım istiyordu.

Bir yanda Avusturya - Macaristan, diğer yanda Rusya hazırlıklara başlamıştı ama henüz kara savaşı başlamamıştı. Kapalı kapılar ardında pazarlıklar devam ediyordu ve savaşın önlenmesi için hala bir umut vardı. Almanlar Rusya'ya "Seferberliği iptal edin ve askerlerinizi geri çağırın. Avrupa'da savaş çıkartmaya hakkınız yok." mesajını ilettiler. Bununla beraber Almanlar savaşın çıkacağını ve Rusya ile karşı karşıya kalacaklarını biliyorlardı.

Alman İmparatoru 2. Wilhelm ile Rus Çarı 2. Nikolas arasınad bir kuşak önce gerçekleşen bir evlilik sebebiyle akrabalık vardı. Bu iki lider arasında telgraf trafiği başlamıştı. Almanlar gelen telgrafın tonundan dolayı Rusların kendilerinden çekindiğini anlamıştı. Bir yandan Ruslara "Avusturya'nın savaştan vazgeçmesi için ne gerekiyorsa yapacağız" diyen Wilhelm bir yandan da etrafındaki diplomatlara "Rusya seferberlik ilan ederse biz de hiç vakit kaybetmeden seferberlik ilan edeceğiz" diyordu. Almanlara göre Rusya'nın seferberlik ilan etmesi başlı başına bir savaş nedeniydi. Ruslar ilan ettikleri seferberlik hazırlığının Almanya ile alakası olmadığını ve sadece Avusturya'ya karşı alınmış bir tedbir olduğunu söylese de Almanya ikna olmuş değildi.

Aynı saatlerde İngilizler ile görüşen Fransızlar savaşı diplomatik olarak engellemeye çalışıyordu. Rusların seferberlik ilan etmesi haline Almanların bunun savaş bahanesi olarak kullanacağını çok iyi bilen Fransızlar önce Ruslara ulaşıp Almanları kızdıracak bir şey yapmamaları konusunda uyardıktan sonra Almanya'ya da savaşa girmemesi konusunda uyarı gönderdi. Almanya hem Fransa hem de Rusya ile savaşmak zoruna kalacağını, her iki cephede de tutunmasının zor olduğunu biliyordu. Yine Almanlar'ın hesabına göre Fransa'nın savaşa hazırlanması 2-3 hafta, Rusya'nın hazırlanması 7-8 hafta sürecekti.

Buna göre Almanya Fransa'ya saldırıp 5-6 hafta içinde Fransa'yı savaş dışı bırakabilirse daha sonra doğuya dönüp tüm gücüyle Rusya'ya karşı savaşabilirdi. Böylece aynı anda iki cephede savaşma zahmetinden kurtulmuş olacaktı. Bu durumda Almanya'nın Rusya'dan daha hızlı bir şekilde seferberliğe gitmesi ve Ruslar henüz savaşa hazır hale gelmeden Fransa'ya saldırıp ülkeyi ele geçirmesi gerekiyordu. Yani Almanya'nın diplomasiyle kaybedecek vakti yoktu.

Fransızlar İngilizler'e gidip yarım isteyince İngiltere Fransa'yı sakinleştirmeye çalıştı. İngiltere son yıllarda çok zenginleşmişti ve mevcut sisteme çomak sokulmasını istemiyordu. Almanlar Fransızlara "Rusya ile savaşa gireceğiz ama size dokunmayacağız. Yine de biz Rusya'ya saldırırken sizin bize saldırmayacağınızdan emin olma istiyoruz. Eğer Almanya - Fransa sınırındaki tüm askerlerinizi çekerseniz ve buradaki savunma mevzilerini geçici olarak bize bırakırsanız Rusya ile işimiz biter bitmez bu bölgeyi yeniden size vereceğiz" dediler. Fransızlar bunun kabul edilemeyecek bir şey olduğunu belirttiler.

Artık savaşın önlenemeyecek olduğunu anlayan Fransa İngiltere'yi savaşın içine çekmek ve güçlü bir müttefik kazanmak istiyordu ama İngiltere'nin tuzu kuruydu. Kaldı ki savaştaki diğer ülkelerin aksine İngiltere'nin kraliyet ailesi sembolikti ve ülkede alınan tüm kararlar meclisin onayından geçmek zorundaydı. Mecliste böyle bir savaşı destekleyen ne kadar üye varsa desteklemeyen de o kadar üye vardı. İngiltere olası bir savaşta tarafsızlığını açıklamaya hazırlanıyordu ama savaşın da çıkmaması için perde arkasında diplomatik çaba sarfediyordu.

Fransızlar bir yandan savaş için hazırlanmaya başlamıştı ve askerlerine sessizce hazırlanma emri vermişti ama bir yandan da İngiltere'nin gözünde saldıran taraf olarak gözükmek istemedikleri için olduğunca sessiz davranıyorlardı. Örneğin Fransız askerlerinin üniformalarıyla trene binmesi yasaktı ve Fransa - Almanya sınırındaki askerler sınırın 10 km iç tarafına çekilmişti. Fransızlar Almanya harekete geçmeden önce bir mermi bile atmayacaktı ve ne olursa olsun saldıran tarafın Almanya olduğunu dünyaya göstermiş olacaktı.

Bir yandan Alman generaller ve savaş yanlısı diplomatlar Wilhelm'e baskı yaparken diğer yandan da Rus generaller ve savaşçı diplomatlar Nikolas'a baskı yapıyordu. İki lider de diplomatik olarak çok güçlü sayılmazdı ve ısrarlar karşısında pes etmeleriyle biliniyordu. Mesela Wilhelm'in önceki yıllarda diplomatların baskılarına dayanamayarak defalarca istifa etmenin eşiğine geldiği ve Nikolas'ın da ne zaman yoğun bir diplomatik baskı altında kalsa birkaç haftalığına şehir ışına çıkıp tatil yaptığı biliniyordu.

Bu yüzden önce Ruslar seferberlik hazırlığı seviyesinden seferberlik seviyesine geçtiler ve bunu 48 saat içerisinde Almanlar izledi. Bundan sonra Wilhelm ve Nikolas'ın telgraflaşmaları devam etti ve iki taraf da karşısındakine "Seferberlik ilan etmemiz savaş ilan ettiğimiz anlamına gelmiyor, barış umutları hala tükenmiş değil" mesajları yolladı. Buna rağmen herkes biliyordu ki savaşın durdurulması için artık çok geçti. Kılıç kınından çıkmıştı ve kılıcın kan dökülmeden geri dönmesi mümkün değildi.

Yukarıda bahsettiğim üzere Almanya'nın savaş planı henüz Rusya hazırlıklarını tamamlamamışken Fransa'yı kısa sürede yenerek savaşdışı bıraktıktan sonra yalnız kalan Rusya'ya saldırma üzerine kuruluydu. Bu durumda zaman Almanya'nın aleyhine işliyordu çünkü Rusya ve Fransa savaş hazırlıklarına başlamıştı. Almanya'nın pazarlık masasında kaybedeceği her gün zararınaydı. Ne olursa olsun Fransa savaştan düşmeden Rusya savaşa girmemeliydi. Almanlar ya savaşa hemen girmeliydi ya da hiç giremeyecekti. Almanya vakit kaybetmeden orijinal planını tatbik etmeye ve Fransa'ya saldırmaya karar verdi.

Almanya Fransa'ya saldırmadan hemen önce çok ilginç bir olay yaşandı. İngilizler Alman Kayzeri Wilhelm'e telefonla ulaşarak "Rusya'yla savaşmak istiyorsanız savaşabilirsiniz ama Fransa'ya saldırmayın. İngiltere Fransa'nın Almanya'ya saldırmayacağına dair garanti vermeye hazır" diyecekti. Bunun üzerine sevinçten ne yapacağını şaşıran Wilhelm, " Batı cephesine gerek kalmadı, tüm gücümüzle doğu cephesine saldırıp Rusya'yı mağlup edebiliriz" dedi. Bununla beraber olayların başından beri kendisini gaza getirmeye çalışan general Helmuth von Moltke yine bir cinlik peşinde olduğu için "efendim İngiltere'ye güvenebilir miyiz? Biz tüm askerleri Rusya'ya yığdıktan sonra Fransa'nın savunmasız kalan topraklarımıza saldırmasını kim engelleyebilir ki? " şeklinde telkinlerde bulunarak Wilhelm'in fikir değiştirmesini sağladı. Eğer Wilhelm bu generalin sözünü dinlemeseydi birinci dünya savaşının seyri tamamen değişebilirdi. Gerçi sonradan İngilizler de "Biz Fransa adına hiçbir garanti vermedik" diyecekti ama bu başka bir konu.

Savaşın başında Almanya'nın 2 milyon ve Avusturya'nın 1.5 milyon üzere bu ittifakın 3.5 milyon askeri vardı. Fransa'nın 1.8 milyon, Sırbistan'ın 300 bin ve Rusya'nın 3.5 milyon askeri mevcut olmak üzere bu ittifakın İngiltere hariç 6 milyona yakın askeri vardı. Asker sayısı olarak Almanya gerideydi ve savaş ilerledikçe daha da geriye düşecekti çünkü savaşa sonradan Almanya'nın karşısında katılacak olan İngiltere ve ABD gibi ülkeler vardı. Üstelik İngiltere ve Fransa'nın sahip oldukları onlarca ülkeden getireceği milyonlarca sömürge asker hesaba katılmamıştı bile.

Sonunda Fransa'nın Almanya'yı kötü taraf olarak göstermeye dayalı olan planı tutacaktı ve Almanlar saldırgan taraf olmakla kalmayıp başka suçlar da işleyecekti. Alanlar yıllar sonra Hitler'in bile çok büyük bir hata diyeceği bir harekette bulundular (gerçi çok benzerini ikinci dünya savaşında tekrar yapacaklardı). Fransa'ya saldırmak isteyen Almanya Fransa'nın sınıra yığdığı askerleri, gözlem kulelerini, savunma hatlarını, hendekleri ve mayın tarlalarını göze almak istemiyordu. Bunun yerine kuzeyden dolaşıp Belçika üzerinden Fransa'ya girmek istiyordu çünkü Fransa-Belçika sınırı neredeyse tamamen savunmasız durumdaydı.

Almanya Fransa'ya saldırmak üzere Belçika'ya asker çıkartmadan önce Belçika Kralına haber verip " ülkenizi işgal etme gibi bir planımız yok, sadece Fransa'ya saldırırken topraklarınızdan geçmeyi planlıyoruz" şeklinde bir mesaj geçti. Belçika kralı bunun bir hakaret olarak gördü ve Alman askerleri ülkesin ayak basarsa bunun savaş nedeni olacağını ilan etti. Bunun akabinde binlerce Belçika askeri gerek hendek kazarak gerek çeşitli yerlerde pusu kurarak savunma pozisyonu aldı. Belçika bir yandan da İngiltere'den yardım isteyecekti (ikinci dünya savaşında da aynısı Polonya'da olmuştu)

O ana kadar başlaması muhtemel savaşta tarafsız olduğunu belirten İngiltere, Belçika'nın işgalinde aynı İkinci Dünya Savaşında Polonya işgal edildiğinde yaptığı gibi fikir değiştirecekti. Almanya kağıt üzerinde tarafsız bir ülke olan Belçika'ya asker sokmuştu ve otomatikman savaşta saldırgan taraf haline gelmişti. Bu da Avrupa'nın gözünde Almanya'nın itibarını sıfırlamıştı. Bunun üzerine İtalya, Almanya ile olan ittifakına son verdi. İtalyanlar "aramızdaki ittifak saldırı ittifakı değil, savunma ittifakıydı" diyecekti ve Almanlar'ın tüm itirazlarına rağmen onları cephede yalnız bırakacaktı.

Bu arada Almanya ile Avusturya arasında da anlaşmazlık olmuştu. Avusturya kendisi Sırbistan'a saldırırken Almanya'nın kuzeyde Rusya'yı oyalayacağını düşünüyordu ama Almanya'nın ilk hedefi Fransa'ydı. Avusturya'nın Almanya'nın Fransa'ya saldıracağı konusunda hiçbir fikri veya bilgisi yoktu. Almanya kendisi Fransa'ya saldırırken Avusturya'nın Rusya'yı oyalayacağını, Fransa'yla işi bitince de Avusturya'yla birlikte Rusya'yı yeneceklerini düşünüyordu. İki taraf arasındaki anlaşmazlık ileride sorunlara yol açacaktı.

Almanya bu arada Lüksemburg'a da girmeyi ihmal etmedi ve bu küçük ülkeye girerken "kardeş kusura bakmayın, amacımız size saldırmak değil, Fransa'ya saldırıp çıkacağız" dedi ama Lüksemburg ufacık boyutuna rağmen yaygara çıkartınca bu İngiltere'nin savaşa girme konusunda elini güçlendirdi. Bu arada şunu not olarak ekleyeyim : O dönemde dünya nüfusunun yarısından çoğu Fransa ile İngiltere'nin sömürgesi durumundaydı ve Almanya'nın sömürgesi olmadığı için dışarıdan kaynak ve asker desteği alması zordu.

Alman askerleri Belçika'ya girerken hiç direnişle karşılaşmayı beklemiyorlardı. Sonuçta Belçika'nın direnmek için ne gücü ne de bir sebebi vardı ve Alman askerleri Belçika'yı sadece geçiş yolu olarak kullanacaktı. Almanları ilk şaşırtan gelişme o güne kadar hiç savaş tecrübesi olmayan Belçikalıların beklenenin çok üzerinde bir direniş göstermesi oldu. Öyle ki Alman askerleri Belçika sınırını geçtiklerinde önlerindeki birçok köprünün havaya uçurulmuş olduğunu gördüler.

Belçika topraklarında biraz daha ilerleyen Almanlar pusuya düştüklerini anladıklarında çok geç kalmıştı çünkü üzerlerine her yönden yüzlerce mermi yağıyordu. Yağmur gibi yağan mermiler her saniye 4-5 Alman askerini yere seriyordu. Bir süre sonra ölen Alman askerlerinin cesetlerinden tepeler oluştu ve canlı kalan askerler bu ceset tepelerinin arkasına saklanarak canlarını kurtardılar. Almanlar bir günde baştan başa geçmeye bekledikleri Belçika'da haftalarca direniş görecekti. Bu Fransızların zaman kazanması demekti ve Almanların sürpriz avantajı ortadan kalkacaktı.

Bu arada Almanya'nın Belçika'yı işgalinden bahsedip Erich von Ludendorff'tan bahsetmemek olmaz. Almanya'nın efsane komutanı olan Ludendorff savaş boyunca birçok kahramanlık göstermişti. Alman komutanı efsane yapan detaylardan biri savaş çıkmadan birkaç ay önce yıllık iznini kullanarak tatile çıkması, tatilde Belçika'ya gidip Alman askerlerinin geçmesi olası olan yolları, köprüleri, burada pusu kurulabilecek yerleri, savunma mevzilerini ve coğrafi şekilleri tek tek inceleyerek bolca not alması, zaman zaman krokiler ve resimler çizmesi ve tatildeyken bile savaş planları yapmasıydı.

Almanya Belçika deplasmanında zorlansa da eninde sonunda 3 puanla döndü ve Fransa'ya 3 koldan girmeye başladı. Fransızlar ülkelerini savunmak için İngiltere'nin desteğine muhtaçtı. Taktiksel detayları bir kenara koysak bile Fransızlar lojistik olarak pek üstün sayılmazdı. Örneğin o dönemde Alman ve Rus orduları yeni üniformalar ve metal miğferler giyerken Fransız askerleri hala Napolyon dönemindeki gibi parlak kıyafetler ve kep giyiyordu. Bu da çatışmada onları dezavantajlı bir duruma sokuyordu.

Almanlar Fransa'ya saldırmadan önce iki ordunun durumundan bahsetmekte fayda var. Fransa o dönemde dünyada birçok sömürge sahibiydi ve Fransız askerlerinin dünyanın birçok ülkesinde savaş tecrübesi vardı. Almanların pek savaş tecrübesi yoktu ama savaştan önce çok yoğun bir idman temposuna tabi tutulan Alman askerleri savaş görmüş kadar olmuştu. Ayrıca Almanların en güçlü tarafı topçu birliklerinin çok isabetli atışlar yapabilmesi ve koordinat hesaplamalarında eşsiz olmalarıydı. Fransız askerleri hızlıca manevra yapabillmek için ağır topları geride bırakmıştı. Birinci Dünya Savaşında tüm cephelerde ölen askerlerin %60'ının topçu ateşiyle öldüğünü not olarak eklersek topçu ateşinin bu savaşta ne kadar önemli olduğunun altını çizmiş oluruz.

Alman Ordusu ve Fransız Ordusu karşı karşıya geldiğinde tarihte ilk kez sayıları milyonları bulan iki ordu yüzlerce km'lik bir cephe hattında karşı karşıya gelmişti. Çarpışmalarda bazen Almanlar bazen Fransızlar üstün geliyordu. Bazen 100 metrelik bir ilerleme için binlerce asker telef oluyordu. Genelde savaş ortasaha mücadelesi gibi geçse de iki tarafta da hücuma dönük komutanlar vardı ama ani çıkışlar kanlı savunmalarla bastırılıyordu.

Almanlar doğu cephesinde Rus askerlerinin hazırlıkları tamamlanmadan Fransa'yı alıp sonra tüm gücüyle Rusya'ya girmek istiyordu ama bu plan suya düşmüşe benziyordu çünkü ilk birkaç hafta sonra hala istenen ilerleme kaydedilememişti. Almanya mecburen iki cephede birden savaşacaktı.

Bu arada Almanya'yı üzen bir başka gelişme daha oldu ve Avusturya - Macaristan ordusuna karşı hücuma geçen Sırplar hiç beklenmedik bir zafer kazandı. Yukarıda bahsettiğim üzere Almanlar Avusturya henüz savaşa hazır değilken bu ülkeyi Sırplara savşa ilan etmesi için gaza getirmişti ve Avusturya bunun bedelini çok ağır bir şekilde ödemek zorunda kalmıştı. Avusturya - Macaristan Ordusu kendisinden daha zayıf olan Sırbistan karşısında yediği darbe yüzünden afallamıştı ve Rusya'dan gelecek olası bir saldırıya karşı Avusturya'nın direnmesi mümkün görünmüyordu. Bu durumda Almanya hem Fransa-İngiltere koalisyonuyla hem de Rusya'yla tek başına mücadele etmek zorunda kalacaktı ve neredeyse tüm dünyaya "Siz hepiniz ben tek" çekecekti.

Bu arada İngiliz ordusuna da ayrı bir parantez açmak gerekiyor. İngilizler o dönemde dünyada birçok sömürge sahibiydi ama İngiliz ordusunun mevcudu o kadar büyük sayılmazdı. İngilizlerin gücü deniz kuvvetlerinden ve teknoloji kullanımından geliyordu. Örneğin Afrika'daki bir ülkeyi sömürgeleştirmek isteyen İngilizler buraya gemilerle 2-3 bin asker çıkartıyordu ve makineli tüfeklerle donatılmış bu askerler 30-40 bin Afrikalı askeri telef edebiliyordu. İngilizler tüm paralarını deniz kuvvetlerine ayırmıştı ve Almanlar da paralarının çoğunu kara kuvvetlerine ayırmıştı. İngilizler Alman kıyılarına gemilerle gelip asker bırakabilirlerdi ama yeterince askerleri yoktu. Fransızların yardım isteğine sadece 70 bin askerle cevap verebilen İngiltere'nin yardımı bu sebeple yetersiz kalmıştı.

Almanya Fransa'yla meşgulken Rusya savaşa beklenenden daha önce girmişti ama Rusların savaşa girme konusunda biraz aceleci davrandığı ortaya çıkmıştı. Bir anda cepheye 500 bin asker süren Rus ordusu bu askerleri cepheye hazırlıksız, idmansız ve hatta tedariksiz bir şekilde yola çıkarttı. Askerlerin bazılarının ayağında bot bile yoktu ve cephane konusunda da büyük sıkıntılar vardı. Almanlar 2 milyona yakın askeri batı cephesine yığmışlardı ve doğuda sadece 200 bin kadar Alman askeri vardı. Ruslar en başta fazla direnişle karşılaşmadan şehirleri ve kasabaları birer ikişer ele geçirdiler. Fransızlar "birkaç hafta daha dayanabilirsek Ruslar Berlin'i alıp savaşı bitirebilir" diye umutlanmaya başlamıştı.

Ama Almanların uyanması çok uzun sürmedi. Rusların cephede yaptığı taktiksel hatalar, hazırlıksızlık ve komutanlar arasındaki kavga ve didişmeler Almanlar'a avantaj sağladı. Almanlar Berlin'e doğru ilerlemekte olan Rus ordusunu özellikle ormanlık ve nehirlerle kesilen arazinin de  verdiği avantajla defalarca pusuya düşürüp ağır zayiatlar verdirdiler. Çatışmaların birinde 100 binden fazla Rus askeri esir düşerek çalışma kampına yollanacaktı. Bazen Rus komutanlar cephede o kadar bariz hatalar yapıyordu ki Alman komutanlar "bunlar bizi tuzağa düşürmek için kasten yapıyorlar" diye düşünmeye başlamıştı. Örneğin Alman ve Fransız komutanlar telsiz konuşmalarında şifreli konuşurken Rus komutanlar kendi aralarındaki telsiz konuşmalarında açık ve net bir şekilde taktiklerini ve nereye saldıracaklarını anlatıyordu. Bazı öldürülen Rus askerlerinin üzerinde yazılı olarak Rus ordusunun taktik bilgileri bulunmuştu. Almanlar bu kadar bariz hataların olsa olsa "tuzak" olabileceğini düşünüyordu ama işler çok farklıydı. Rusların doğudaki ilerleyişi şimdilik durmuştu ve Almanya yeniden tüm dikkatini Fransa cephesine verebilirdi.

Batıda orta saha mücadelesi devam etse de Fransa'nın defansı yorgun düşmeye başlamıştı ve zaman zaman açıklar veriyordu. Fransızlar kısa sürede Alman topçu ateşi ve Alman hücumları sayesinde çeyrek milyon asker kaybetmişti. En başta bir hendek savaşı yaşanıyordu zira hem Alman hem Fransız orduları hendek kazıp buradan düşmana ateş ediyordu ve zaman zaman iki taraf da süngü takıp hücuma çıkıyordu. Fransızlar bu işin böyle devam etmeyeceğini anlayınca tamamen savunma savaşına dönmeye karar verdiler.

Fransızlar artık süngü takıp Almanlara hücum etmek yerine oyunu kendi alanlarına kabul edecekleri ve Almanların hücumlarını kontrol altına almaya çalışacaklardı. İroniktir ki Almanlar her ne kadar büyük savaşta işgalci taraf olsa da cephelere savunma savaşı yapıyordu ve Fransızlar savunmada olsa da hücum üstüne hücuma kalkıp her seferine ağır kayıplar vererek çekilmek zoruna kalıyordu. Kısaca Fransızlar "En iyi savunma hücumdur" felsefesiyle oynarken Almanlar hilal taktiği benzeri bir taktikle Fransızları üzerlerine çekip imha ediyordu.

Bir süre sonra Fransız askerler Paris'e doğru geri çekilmeye başladı ve Almanlar ilerleyişe geçti. Almanlar Fransa cephesinde epeyce kazanım sağlamıştı ve Fransa'ın bundan kısa bir süre sonra düşeceğine inanılıyordu. Fransız askerleri yürüye yürüye çekilirken Alman askerleri de onları yürüme hızında takip ediyordu. Açıkcası her iki ordu da yorgun düşmüştü ve askerlerin taşıdığı yükler fazlaca ağır geliyordu. Kimse savaşın bu kadar uzayacağını tahmin etmemişti ve yine o günlerde kimse savaşın bundan sonra 4 yıl daha devam edeceğini bilemezdi. Her hücumdan sonra iki taraftaki komutanlar "bir sonraki hücumda düşmanı tamamen bitirmiş oluruz" diye düşünüyordu ve her seferinde yanılıyordu.

Fransa düşmese bile cephedeki mevcut Alman askerleri şimdilik bu cephe için yeterli gibiydi ve Avusturya'dan kötü haberler geliyordu. Almanlar doğu cephesinde Rusları geri püskürtmüştü ama Ruslar bu kez daha da büyük bir orduyla geri dönmüşü ve Avusturyalıların Rus Ordusu karşısında tutunması imkansızdı. Bu yüzden Alman komutanlar önceliği yeniden Avusturya'nın zorlandığı doğu cephesine verme kararı aldı. Bu yüzden Fransa cephesindeki askerlerin bir kısmı doğuya yollandı. Bu hareket Almanya'nın Fransa cephesindeki elini zayıflatacaktı.

Fransa'ya yardıma gelen İngilizler de pek faydalı olamamıştı. Almanlar her iki cephede de oldukça başarılı bir şekilde ilerlemeye devam ediyordu. O güne kadar Dünyada gerçekleşen savaşların %99'u bir veya birkaç gün içinde bitmişti ve yıllarca sürebilecek bir savaş tarihte eşi benzeri çok nadiren görülmüş veya hiç görülmemiş bir şeydi. Bu arada önceden öngörülemeyen 3 problem ortaya çıktı:

1. Savaşta her iki taraf da epeyce cephane kullanmıştı ve geriye kullanacak fazla cephane kalmamıştı.
2. İki tarafta da binlerce ölü, yaralı ve hasta vardı ve cepheye sürecek fazla asker kalmamıştı.
3. Askerlerin erzağı tükenmeye başlamıştı ve savaştaki tüm ülkeler ordularını doyurabilmek için halkın yiyeceklerine el koymaya başlamıştı.

Bu konuda İngiltere ve Fransa Almanya'ya göre daha şanslıydı çünkü Alman ordusunun neredeyse tamamı Almanlardan oluşuyordu ama İngiltere ve Fransa'nın asker ve diğer kaynakları toplayabileceği bir çok sömürgesı vardı. İngiltere Avustralya, Kanada, Hindistan gibi ülkelerden gemilerle asker ve erzak toplarken Fransa da Afrika'daki sömürgelerine aynı amaçla haber saldı. Almanlar ise ülkedeki gençleri silah altına almak zorundaydı. Bu durum savaşın dengesini değiştiren unsurlardan biriydi. Savaşın geri kalanında Almanlar hem askerlerini hem de cephanelerini hesaplı kullanmak zorundayken İngiltere ve Fransa hile kodu yazmış ve sınırsız asker kaynağına ulaşmış gibiydi.

Almanlar Paris yakınlarına gelmişti ve Fransızlar Paris'i canları pahasına savunmak için hazırlıklara başlamıştı. Şehrin her tarafında savunma mevzileri güçlendirilmişti ve çeşitli şehirlerden askerler getirilmişti. Paris'in düşme ihtimaline karşın Fransa hükümeti ülkenin batı kıyılarına taşınmıştı. Fransızlar Almanlara Paris'e gelmeden önce son kez bir saldırıya geçip Almanları şehrin dışında tutmak istiyordu. Az sayıda askere sahip olan İngilizler de mevcut askerlerini riske atmak istemiyordu. Günlerdir yorgun argın bir şekilde geri çekilmekte olan Fransız askerlerinin geri dönüp saldırıya geçmesi imkansıza yakındı ama elde başka çare de yoktu. Bunun yapılabilmesi için önce cephedeki komutanların değişmesi gerekiyordu. Savunma mentalitesine sahip olan komutanlar hücum mentalitesine sahip olan komutanlarla değiştirildi. Daha sonra uzun uğraşlar sonucunda İngilizler de hücuma katılmaya ikna edildi.

Fransa - Belçika sınırında nadir gelişen İngiltere - Fransa ataklarında Almanlar ummadıkları bir mağlubiyet alınca cephede biraz geriye düştüler. İngiltere - Fransa koalisyonun atakları beklenenden daha çok etki yapmıştı, hatta öyle ki bazı Alman komutanlar savaşı kaybettiklerini düşünmeye başlamıştı. 1914 yılının sonuna kadar Almanya - Fransa - Belçika bölgesinde çatışmalar devam etti ve iki taraf da birbirine tam bir üstünlük kuramadı. Paris'in düşme ihtimali epeyce azalmıştı. Zaten Alman komutanların birçoğu Paris'in alınmasını çok da gerekli görmüyordu. Onlara göre Paris'in alınması yerine Fransa - Almanya sınırındaki Fransız askerlerinin arkadan kuşatılması daha faydalıydı. Bu yüzden Almanlar savaşın sonuna kadar Paris'e hiçbir zaman saldırmadılar.

1915 yılına girildiğinde savaşın seyri ve şekli değişmeye başladı. En başta taş çatlasa birkaç hafta sürmesi beklenen savaş aylardır devam ediyordu ve tünelin ucundaki ışık da ne Almanlar için ne de Fransızlar için gözükmüyordu. Almanlar o ana kadar olan kazanımlarını elde tutmak için siper kazıp savunmaya geçmişti. Bununla birlikte ada ülkesi olduğu için yüzlerce yıldır donanma kasan İngiltere'nin denizlerde kayıtsız şartsız bir üstünlüğü vardı ama Alman denizaltılar İngilizler'in gemilerini birer birer batırmaya başlayınca bu üstünlük epeyce zayıfladı.

Çatışmalar devam ederken Almanya Osmanlıları, İngiltere de ABD'yi savaşa dahil etmek istiyordu. ABD'nin savaş adahil olması İngiltere'nin denizlerdeki hakimiyetini geri getirebilirdi ve İngiltere için bu çok önemliydi. Almanya Osmanlıların savaşa dahil olmasını istiyordu çünkü Osmanlıların ortadoğuda epeyce toprağı ve nüfuzu vardı. Almanlar Osmanlı savaşa dahil olunca İslam halifesinin cihat ilan etmesi halinde Müslümanlardan oluşan İngiliz sömürgelerinde isyan çıkacağından emindiler. Böylece savaş ortadoğu ve Afrika'ya sıçrayacaktı ve İngiliz Fransız orduları da tıpkı Alman ordusu gibi cephelere bölünmek zorunda kalacaktı.

Osmanlılar savaşa dahil olmasına olacaktı ama kimse Halifeyi umursamadığıg için bu Almanların istediği etkiyi yapmadı. Hatta Almanların istediğinin tam tersi olmuştu ve İngiliz sömürgelerindeki Müslümanlar İngiltere'ye karşı değil Osmanlılara karşı isyana çıkmıştı. Kuşkusuz Birinci Dünya Savaşının çıkmasında en az söz sahibi ve en az sorumluluk sahibi olan ama savaşın sonucunda en fazla zarar gören taraf Osmanlılar olacaktı.

Almanya açısından şimdilik savaşta denge vardı ama savaşa ABD'nin dahil olması işleri değiştirebilirdi. ABD o sırada savaşa katılıp katılmama konusunda çok büyük bir tereddüt ediyordu. Savaş yğüzünden Avrupa'daki altyapı çok zayıflamıştı ve ABD Avrupa'ya silah, cephane ve çeşitli ürünler satarak epeyce para kazanmıştı. ABD içindeki bazı devlet adamları Avrupalılara bakıp "yesinler birbirlerini" derken bazı devlet adamları "geldiğimiz yeri unutmayalım biz de dün Avrupalıydık" diyordu.

Amerikalılar savaşa katılıp katılmamayı düşünedursun Alman denizaltılar sivil gemilere de saldırmaya başlamıştı. İngiliz savaş gemileri Alman denizaltıları tarafından patır patır batırılmaya başlayınca İngiliz gemiler bazı bölgelerden çekilmişti ama sivil ve ticari gemileri dönemde dokunulmazlıkları olduğu için yolculuğa devam ediyordu. Almanlar savaşın uzamasıyla birlikte bazı etik kuralların artık işlememeye başladığını ve savaşı bir an önce bitirmek için gerekirse sivillerin katledilebileceğinidüşünmeye başlamıştı. Zaten İngilizler de sivil gemileri silahlandırmaya başlamıştı.

1915 yılında Almanlar ilk kez zeplin kullanarak savaşa hava kuvvetlerini dahil ederken İngilizler de ilk kez tank kullanacaktı. Tankların dizayn ediliş hikayesi de oldukça ilginçtir, savaşın başında araba, jeep, kamyonet ve kamyonları güçlendirmek için fazladan zırh kullanılmıştı ama daha sonra savaş cephenin aylarca belli bir hat üzerinde sabit kaldığı hendek savaşına dönünce bu araçların kullanımı manasız kalmıştı. Churchill bugünkü iş makinesi Caterpillar şirketinin ürettiği tarım amaçlı traktörlere zırh ve palet ekletip cephede hareket eden kale şeklinde kullanmak istiyordu. İngiliz komutanlar bu fikri komik bulmuştu ve Almanların bu araçları cephede görünce güleceğini söylemişti. Üstelik bu deney tutmazsa İngilizler dünyaya rezil olacaktı. Churchill yine de inatçıydı ve deniz kuvvetlerinden ayırdığı bütçeyle dünyadaki ilk savaş tankını dizayn ettirdi. Churchill bu tankların erkenden cepheye sürülmesini istemiyordu çünkü Almanlar tankların farkına varınca aynılarını onlar da üretmeye başlayacaktı. Bunun yerine tanklar gizlice üretilmeli, binlercesi üretilip Almanların İngilizleri yakalaması imkansız hale gelince cepheye sürülmeliydi. İngiliz komutanlar Churchill'i dinlemedi ve henüz 50 tank üretmişken bu tankları cepheye sürdü. Böylece İngilizlerin üstünlük kurma şansı ortadan kalkmış oldu.

Yine ilk kez Almanlar olmak üzere iki taraf da kimyasal silah kullanacaktı ve iki tarafta da ağır zayiatlara sebep olunacaktı. Savaşa dahil olan Osmanlılar Çanakkale'de kahramanca bir direniş gösterse de diğer cephelerde yerel halkın desteğini alan İngilizler karşısında fazla tutunamayacaklardı. 

1915 yılı boyunca Almanya - Fransa cephesinde pek değişiklik olmadı. İki ülke de sahip olduğu hattı tutmaya çalışıyordu ve yapılan ilerleme girişimlerinde 100-200 metrelik bir ilerleme için binlerce asker telef oluyordu ve bu iki tarafa da çok pahalıya maloluyordu. Bu arada o zamanki savaş şartları hakkında da birkaç kelam etmekte fayda var. İki taraf da kilometrelerce boyunca uzanan siperler kazmıştı ve askerlerin tüm günü ve gecesi bu siperlerin içerisinde geçiyordu.

Sabah kalkar kalkmaz ellerine tüfek alan askerler siperlerin içinde hazır halde bekliyorlardı ve çatışmaların yoğunlaştığı günlerde bütün gün çatışma yaşanıyordu. Geceleri de aynı siperlerde askerlerin dinlenmesi ve uyuması gerekiyordu. Bu da her zaman ideal şartlar altında gerçekleşmiyordu. Mesela çatışmaların yoğun bir şekilde yaşandığı günlerde bazen şehit olan askerlerin cenazesinin kaldırılması için günler boyunca çatışmaların yavaşlaması bekleniyordu.

Yoğun çatışmalar yaşanırken siperler cesetlerle ve ölü ve yaralılardan akan kanlarla doluyordu. Kanlar bazen dizboyuna kadar ulaşıp toprakla karışarak çamura sebep oluyordu ve cesetlerin kokusu günlerce devam ediyordu. Askerler geceleri bu şartlar altında uyumak ve dinlenmek zorundaydı. Çoğu zaman çatışma olmasa da yağan yoğun yağmurlar sonrasında siperler çamur deryasına dönüyordu. Çoğu zaman cepheye sevkedilen askerler ölene veya yaralanana kadar siperden çıkmıyordu. Yeri gelince bir ay boyunca siperin aynı noktasına zaman geçiren askerler oluyordu. Bu askerler açısından oldukça zor bir durumdu, savaşın başında taş çatlasa birkaç hafta için cepheye sürülen askerler aylardır bu şartlarda savaştığı için çoğu yorgun düşmüştü ve kimsenin hücuma kalkacak hali yoktu.

Cephedeki bazı askerler travma yaşıyordu ve bazı komutanlar travma yaşayan askerleri korkaklıkla veya hainlikle suçlayıp hapisten idama kadar birçok cezaya maruz bırakıyordu. Bir süre sonra bunun böyle sürdürülemeyeceği anlaşıldı ve ön cephedeki askerlerle arka cephedeki askerler arasında birkaç haftada bir rotasyon yapma fikri ortaya atıldı.

1915 yılında Çanakkale savaşı yaşandı ve Fransa - Almanya cephesi her ne kadar yavaşlamalar görse de Balkanlarda ve Ortadoğudaki çarpışmalar şiddetini arttırarak devam etti. Almanlar balkanlarda toprak kazanırken İngilizler de ortadoğuda nüfuz ve toprak kazanıyordu. 1915 yılı tarafların cephelerde küçük kazanımlar elde ettiği ama tam anlamıyla kimsenin savaşı kazandıracak hamle yapamadığı bir yıl olarak kayıtlara geçti. 1915 bitip 1916 başlarken Çanakkale savaşı bitti ve İngilizler hiç beklemedikleri bir mağlubiyet aldılar. Bu da dışarıdan destek alamayan Rusya'yı savaş dışına itecek bir gelişmeydi.

Rusya'nın durumundan biraz daha bahsetmek lazım. Ruslar çok askere sahipti ama ülkede gerek iç karışıklıklar gerek sanayi üretiminin yeterli verimliliğe ulaşmamış olması, gerekse yaşanan ekonomik kriz yüzünden cephelerde fazla tutunamayacak gibiydi. Rusya'nın parası tükendiği için İngiltere aracılığıyla ABD'den kredi almaya başlamıştı ve yine Rus ordusunun mermi ve askeri mühimmatları İngiliz fabrikalarında üretiliyordu. İngilizlerin Rus ordusuna para ve mühimmat ulaştırabilmesi için Çanakkale Savaşının kazanılması gerekiyordu. Ruslar bunu bilmelerine rağmen Çanakkale savaşında yardıma gelmemişti. Halbuki İngilizler Çanakkale boğazından geçmeye çalışırken Karadenizdeki Rus gemileri çok rahat İstanbul'a asker çıkartabilirdi ve Osmanlılar savaş dışı kalabilirdi. Ruslar böyle bir hamlede bulunmaları halinde uzun yıllardır sahip olmak istedikleri İstanbul'un kendilerine verilmesini istiyordu ama İngilizler Fransızlar ve Yunanlar da aynı şehire sahip olmak istediği için buna karşı çıkıyordu. Bu yüzden Ruslar bir yandan iç karışıklıklarla uğraşırken bir yandan da Balkanlara yoğunlaşmaya çalıştılar.

Bu dönemde Almanlar cephedeki top ve makineli tüfek sayısını arttırarak gerekli asker sayısını azaltma yoluna gitmişti. Böylece askerler batı ve doğu cephesi arasında daha efektif bir şekilde paylaştırılabilirdi. Ruslar 1915'in ilk aylarında doğu cephesinde bazı kazanımlar elde ettiyse de Almanların sonradan yoladığı takviye askerler kaybedilen toprakların önemli bir kısmını geri almıştı. Savaşın ilk yılı geride kalırken Rusya 4 milyon asker kaybederek savaşta en fazla kayıp veren taraf olmuştu.

Bu arada İtalya 1 milyon asker toplayıp seferberlik ilan etmişti ve savaşa katılmaya hazır olduğunu iki tarafa da bildirmişti. Herkes İtalya'nın savaşa kimin tarafında katılacağını merak ediyordu. Açıkcası Almanlar da Ruslar da İtalya'ya Balkanlarda toprak sözü vermişti ve İtalyanlar savaşın gidişatını izleyip hangi taraf kazanmaya daha yakın gözüküyorsa savaşa onun yanında katılacaktı. İtalya'daki Katolik Kilisei ve Sosyalistler savaşa şiddetle karşı çıkarken sağcı hükümet savaştan karla çıkmak istiyordu. Mayıs ayının son haftasında Almanya'ya olmasa da onun artık bitme noktasına gelen müttefiği olan Avusturya'ya savaş ilan ederek savaşa dahil olmuş oldu. Böylece asker sayısı olarak epeyce geride olan Alman tarafı iyice geriye düşmüş oldu.

Avusturyalılar Almanya'nın İtalya'yı işgal etmesini istiyordu ama cephelerde zaten asker sıkıntısı çeken Almanların bu işe ayıracak askerleri yoktu. Almanlar bir şekilde Rusya'yı savaş dışı bırakıp doğu cephesini kapatmak istiyordu ama Rusya, İngiltere ve Fransa arasındaki bir antlaşmaya göre üç ülkeden hiçbiri diğerlerinden izin almadan Almanya ile masaya oturmayacaktı. Rusları savaş dışı bırakmak oldukça zor bir işti çünkü bunu gerçekleştirmek için ya Rusya'nın büyük bir kısmını ele geçirmeniz ya da Rus ordusunu bir daha savaşamayacak kadar zayıflatmanız gerekiyordu. Almanların eldeki askerlerle Rusya'dan toprak kazanması mümkün değildi. Tek çare Galiçya ve Polonya civarındaki Rus askerlerini bir şekilde çember içine alıp yoketmekti.

Almanlar her ne kadar Rus ordusunu çember içine almayı başaramasa da Rusları Galiçya'dan atıp Polonya'daki Rus askerlerine de ağır zayiatlar verdirmeye devam edince Rusya'nın büyük şehirlerinde halk sokaklara dökülüp eylemler yapmaya başladı. Mevcut Rus rejimi iyice zayıflamıştı ve artık son demlerini yaşamaktaydı. Alman generaller bu fırsattan istifade ederek Rusya topraklarına saldırmak istiyordu ama Alman diplomatlar yine aynı fırsattan istifade ederek Rusya'yı antlaşma masasına oturtmak istiyordu. Zira Rusya'nın asker gücüyle fethedilmesi mümkün değildi ama savaş dışı bırakılması mümkün olabilirdi.

Savaşa dahil olan İtalyanlar ilk iş olarak kendilerine coğrafi olarak en yakındaki düşman olan Avusturya'ya saldırdılar. O esnada her ne kadar Avusturya ordusu bitik olsa da İtalyan ordusu ondan daha bitik haldeydi. İtalyanlar savaş hazırlanmadan balıklama girmişti ve ilk aylarda Avusturya karşısında onbinlerce asker kaybedecekti ve tek bir karış toprak bile kazanamayacaktı. Aynı günlerde Ruslar da Polonya'daki şehir ve köyleri birer birer terk ediyordu ve Almanlar buraları hızla ele geçiriyordu. Ağustos itibariyle Ruslar Varşova'yı boşaltmaya başlamıştı. Savaştaki batı cephesi kilitlenmişti ancak doğu cephesinde Almanlar epeyce kazanım elde etmekteydi. Savaşın batı cephesiyle doğu cephesi arasında dağlar kadar fark vardı. Mesela batı cephesinde milyonlarca asker aylarca çarpışıp yüzbinlerce kayıp verirken 2-3 km toprak kazanımı olurken doğu cephesinde ufak bir çarpışmadan sonra 50-100 kmlik toprak el değiştirebiliyordu.

Rusların geri çekilmesi üzerine Rusların savaştan tamamen çekileceğini düşünen Fransızlar'da panik havası ediyordu. Üstelik İngilizlerle Fransızların uzun zamandır savaşa katılmaya ikna etmeye çalıştığı Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya da Rusya'dan ibret almışa benziyordu. Bulgaristan son dakikada fikir değiştirerek savaşa Almanya tarafında girecek gibiydi ve diğer iki ülke artık savaşa girmek istemiyordu. Fransızlar psikolojik üstünlüğü ele geçirmek için saldırıya geçmek zorundaydı. Bu yüzden sonbahar itibariyle Fransa hattı boyunca gerçekleşmesi planlanan çok büyük bir taarruz için hazırlıklar başladı.

29 Eylül 1915'te Fransızların uzun zamandır beklediği hücum başladı. Fransızlar cephe hattı boyunca Alman askerlerine 3 koldan saldırıya geçmişti. Bu saldırıya İngilizler ve sömürge devletlerden getirilen askerler de katılmıştı ve saldırılan noktalarda İngiliz-Fransız askerlerinin sayısı Alman askerlerin sayısının 5-6 katıydı. Almanların savunma taktiği cepheyi aralarında 2-3'er kilometre mesafe olan 3 hatta bölmekti. Buna göre Fransız askerleri görece az sayıda askere sahip olan ilk 2 hattı geçip üçüncü hatta geldiğinde hem uzun srüen çarpışmalardan dolayı hem de ağır yüklerle kilometrelerce yürüdüğü için yorgun düşecekti ve üçüncü hattaki taze ve dinlenmiş Alman savunması Fransızların ifadesini alacaktı. Ayrıac Almanlar çeşitli hatlarını tünellerle birbirine bağlayıp askerlerin hatlar arasında geçiş yapabilmelerin sağlamıştı.

Almanlar her zamanki gibi cephenin geri hatlarına otomatik silah ve ağır topçu birliklerini sürmüştü ve asker sayıları arasındaki farkı bu şekilde telafi etmeyi umuyorlardı. Fransızlar asker sayısı olarak kat kat üstün olmalarına rağmen hücuma geçmeye cesaret edemiyordu. Bu yüzden hücum öncesi 4 gün boyunca Alman savunma mevzileri gece gündüz aralıksız bir şekilde bombalandı. Bu bombardımanda Almanlar ağır kayıplar vermişti ama aynı zamanda Fransızların çok büyük bir saldırının hazırlığında olduğunu anlayıp savunma pozisyonu almışlardı.

5. günün sabahında kimyasal gaz saldırısıyla birlikte hücuma geçen Fransızlar ve İngilizler ilk elde başarılı gözüküyordu. En başta tek bir sorun vardı o da rüzgarın ters esmesiyle bazı İngiliz askerlerin kendi attıkları kimyasal gaza maruz kalmasıydı. Savaş alanı açık ve büyük olduğu için bu gazlar iki tarafa da çok büyük bir zarar vermemişti. Fransızlar hücuma kalktığında Almanların ilk savunma hattının 4 günlük bombardımanda neredeyse tamamen haritadan silindiğini gördüler. Etrafta binlerce Alman askerinin cesedi vardı ve ölmeden önce can çekişmekte olanlar hariç canlı kalabilen Alman askeri yok denecek kadar azdı.

Fransızlar ilk savunma hattını hiç direniş görmeden geçip ikinci hatta gelmişti ama geride kalan topçu birliklerin bundan haberi yoktu. Bu yüzden Fransız askerlerinin çoktan ele geçirdiği yerlerde Alman askerlerinin olduğunu düşünen Fransızlar buraları topçu ateşine tutmaya başladı ve Fransız askerleri arasında çok büyük bir panik havası esti. Bu karışıklıktan faydalanmak isteyen Almanlar topçu ateşiyle ve makineli tüfeklerle karşı atağa geçtiğinde Fransız askerleri çok büyük zayiatlar vermeye başlamıştı.  Günün sonunda Fransızlar üç cephede de geri tepilmişti.

O günden sonra İngilizlerle Fransızlar 2-3 ay kadar daha bölgede üstünlük kurmaya çalıştıysa da hiçbir girişim başarılı olamadı. Bu saldırılar sonunda İngilizlerle Fransızlar 240 bin asker kaybederken Almanların kaybı 140 bin civarındaydı. Bu çarpışmalar devam ederken savaşa yeni bir ülke dahil oldu. Uzun zamandır hem İngiltere'nin hem Almanya'nın kendi tarafına çekmeye çalıştığı Bulgaristan savaşa Almanya tarafında katılmayı seçmişti çünkü Bulgarların Sırp topraklarında gözü vardı ve Sırbistan'ın İngiltere ile aynı tarafta olması Bulgarların aynı tarafta olmasına engeldi. Bölgede Ruslar mağlup düşmüştü, ayda ortalama 250 bin asker kaybetmişlerdi ve Sırplar da epeyce zayıflamıştı. Bu yüzden İngilizler ilk kez bu cepheye bu kadar çok asker çıkartmak istiyordu. Çanakkale geçilemediği için bunun en kolay yolu Yunanistan üzerinden asker çıkartmaktı.

Batıdan Almanlar, doğudan Bulgarlar tarafından saldırıya uğrayan Sırbistan'da hem askerler hem de sivil halk İngiliz askerleri bölgeye gelene kadar dayanamamıştı ve ülkeden kaçabilen herkes ayakları üzerinde Arnavutluğa kaçmaya başlamıştı. Öyle ki kaçanlar yanlarında içecek, kışlık giyecek almadığı için birçoğu yolda açlıktan, susuzluktan veya soğuktan can verecekti. İngiliz askerleri Sırbistan'ı kurtarmak için çok geç kalmıştı.

1916 yılında İngilizlerle Fransızlar Almanlara saldırmak için yeniden sessiz sedasız bir hazırlık halindeydi. Almanlar da aynı şekilde sessiz sedasız bir hazırlık içindeydi. İki taraftan artık hangisi önce hazırlanırsa ilk hücuma çıkan o olacak gibiydi. Bu arada o dönemde Almanya ve Fransa'da zorunlu askerlik vardı ama İngiltere'de hala askerlik profesyonellik ve gönüllülük esasına dayanan bir hizmetti. İngiltere 1916'nın başında sömürgelerinden gelen askerler de yeterli gelmeyince zorunlu askerlik ilan etti. Buna rağmen Almanya, İngiltere - Fransa ikilisinden önce harekete geçmişti ve hücuma hazır olan taraf haline gelmişti. Aslında Fransızlar Almanların savaşta yorgun düştüğünü, çok ağır kayıplar verdiğini ve bir sıkımlık gücünün kaldığını düşünüyordu. Fransızlara göre Almanlara karşı yürütülecek topyekün bir taarruz bu ülkenin sonunu getirecekti. Almanlar da aynı şeyi Fransızlar için düşünüyordu ve Fransızları bitirecek o son darbeyi vurmak istiyordu.

Şubat ayında başlayan Alman saldırısı sonucunda 1916'nın sonuna kadar devam edecek olan Verdun Savaşı başladı. Sabah 7'de 2 bine yakın topla bombardımana başlayan Almanlar 5 saat içerisinde 12 km'lik Fransız mevzisine 500 bin top atışı yapmıştı. Bu da km başına 41 bin top mermisi demekti. Öğleden sonra bombardıman sona ermişti ve etraf can çekişen veya acısından bağırıp çağıran Fransız askerleri hariç sesizliğe gömülmüştü. O güne kadar ne zaman topçu saldırısı gerçekleştiyse hemen arkasından kara hücumu gerçekleşiyordu ve Fransızlar bunu bildikleri için mevzilerinde savunma pozisyonu alıp beklemeye başladılar. Almanlar da Fransız askerlerini mevzilerine çektikten sonra biraz bekleyip akabinde bombardımana kaldıkları yerden devam ettiler ve Fransızlara çok ağır zayiatlar verdirmeyi başardılar.

Bu kez bombardıman akşam 5'e kadar devam etti ve güneş battıktan kısa bir süre sonra son buldu. Fransızlardan hayatta kalanlar en azından eretsi güne kadar direnebileceklerini düşünüyordu ki akşam karanlığı çöker çökmez Alman hücumu başladı. Savaşın batı cephesinde belki de ilk kez taraflardan biri gece karanlığında taarruza geçiyordu. Fransızlar bir yandan gün boyunca süren bombardımanın şokunu üzerlerinden atmaya çalışırken bir yandan da yaralılarını tedavi edip ölenlerini gömmekle meşguldu ve Alman saldırısı karşısında savunma pozisyonunun alınması epeyce uzun sürdü.

Almanların buradaki asıl amacı Verdun'u ele geçirmekten çok Verdun ve çevresindeki şehirlere hakim olan tepeleri ele geçirmekti. Almanlar bölgeye hakim birkaç tepeyi ele geçirdikten sonra şehre konuşlanmış olan Fransızları yukarıdan topçu ateşine maruz bırakıp katletmeyi planlıyorlardı. Alman komutan Falkenhayn "Verdun'u Fransızlardan alırsak elimize pek bir şey geçmez ama şehri sürekli tehdit altında tutarak Fransızların buraya sürekli asker çıkartmasını sağlayıp bu askerleri topçu ateşine maruz bırakırsak çok sayıda kayıp verdirebiliriz" diye düşünüyordu ve Verdun'u devasa bir kıyma makinesine benzetiyordu.

Tarih boyunca Attila'dan Sezar'a, Napolyon'dan 14. Louis'e kadar birçok komutanın yolunun en az bir kere düştüğü Verdun şehrindeki çarpışmalar Birinci Dünya Savaşı'nın belki de en uzun, en kanlı ve en şiddetli çarpışmalarıydı. Almanlar hücuma çıkınca ortaya çıkan kötü hava koşulları ve fırtına saldırıyı yavaşlatmıştı ve Fransızlar kısa sürede cepheye yeni askerler sürmüştü. Almanlar da Fransızlar da cepheye 1 milyondan fazla asker sürmüştü ve aylarca göğüs göğüse devam eden çarpışmalardan sonra iki taraf da binlerce kayıp vermesine rağmen kimse bir ilerleme kaydedemiyordu.

Fransızlar Almanların taktiğini anlamıştı ve askerler Almanların ele geçirip Fransızları bombalamayı umduğu tepelere asker çıkartmıştı. Yaz boyunca iki taraf da karşılıklı ataklarla düşmana kayıplar verdiriyordu. Fransız ordusu İngilizlerin de desteğiyle yaz sonu - sonbahar başı gibi üstünlük kurmaya başladı. Almanlar bu cephede elde etmek istediklerini alamayacaklarını anladıysa da çatışmalar yer yer şiddetlenerek yer yer yavaşlayarak Aralık ayına kadar devam etti. Aslında bu süreçte Almanlar 3 defa şehri almaya çok yaklaşmıştı ama yukarıda bahsettiğim üzere Falkenhayn şehri almaktan çok Fransız askerlerini şehre çekip katliam yapmak istediği için 3 seferde de geri çekilmişlerdi.

Bu arada İngilizler, Fransızlar ve Ruslar arasında yeni bir antlaşma imzalanmıştı. Buna göre doğu cephesi tehlikeye girdiğinde batı cephesindeki müttefikler savaşın dozunu arttıracaktı ve batı cephesi tehlikeye girdiğinde de Rusya aynısını yapacaktı. Böylece Almanya'nın tüm gücüyle tek bir cepheye yoğunlaşıp o cepheyi bitirmesi engellenecekti. Fransızlar batıda zorlanmaya başlayınca Ruslar yeniden hücuma geçme kararı aldılar.

Ruslar zayıftı ama Osmanlılar onlardan daha zayıftı. 1916'nın ilkbaharında Ruslar Türkiye'ye doğudan girmişti ve Erzurum, Trabzon, Bitlis gibi Türk şehirleri Rusların işgali altındaydı. Temmuz ayında Erzincan şehri de Ruslar tarafından işgal edildi. Ruslar Türkiye'nin doğusunda ilerlemeyi sürdürse de bu konuda çok aceleci davranmıyorlardı. Zaten ülkede iç karışıklıklar ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu arada İngilizler de Osmanlıların Arabistan'daki topraklarını ele geçirmeye başlamıştı. Bu cephede Araplar da beklenenin aksine Osmanlıların değil, İngilizlerin yanında savaşıyordu.

Aynı günlerde Romanya savaşa Rusya'nın yanında katıldıysa da pek bir varlık gösteremedi. Almanya Balkanlarda epeyce başarı göstermişti ve Romanya ordusu birkaç hafta gibi komik bir sürede epeyce yenilgiye uğratılmıştı. Mart ayında Litvanya'yı geri almak için saldıran Rus ordusunun karşısına ufak bir Alman ordusu çıkmıştı. Litvanya'yı kuşatan Ruslar savunma pozisyonundaki Almanlardan 5 kat üstündü ve saldırının başlarında epeyce mesafe de kaydetmişti ama Alman savunması bir türlü kırılamadı. Ruslar Litvanya'da eriyen karlardan oluşan çamura takılıp kalmıştı ve Rus topçuların isabet oranı oldukça düşüktü. Buna karşılık yüksek tepelerde mevzi alan Almanlar çok daha isabetli ateş açabiliyordu. Üstelik 10 binden fazla Rus askeri aniden gelen bir fırtınadan dolayı donarak can vermişti. Sonuç olarak Litvanya'yı geri almak için saldıran Rus ordusunun Alman ordusu karşısında dağılması 1 hafta sürmüştü. Bundan bir ay sonra karlar eriyip havalar ısınınca Almanlar saldırıya geçmişti ve Ruslar 50 binden fazla zayiat vermişti.

Mayıs ayında batı cephesinde ilginç ve trajikomik bir olay yaşandı. Kahve içmek için batı cephesindeki en büyük cephaneliklerden birinde ateş yakan Alman askerleri tüm cephaneliği havaya uçurdu ve 700'e yakın Alman askeri can verdi. Olay bununla da bitmemişti, cephanelikten canlı çıkan Alman askerlerinin yüzü is içinde kapkara olmuştu ve olay yerine saatler sonra gelen başka bir Alman birliği bunların Afrika'dan gelen Fransız sömürge askerleri olduğunu sanıp bunlarla çatışmaya girmişti. Olay sonunda yüzlerce Alman askeri boşu boşuna telef olmuştu ve bölgedeki Alman askerleri bu olayın travmasından uzun süre çıkamamıştı.

Mayıs ayı geride kalırken Birinci Dünya Savaşının tek deniz savaşı yaşandı. Yaklaşık 150 kadar İngiliz savaş gemisi 100 kadar Alman gemisini Danimarka açıklarında kıstırmıştı. Herkes Alman donanmasının tamamen imha edileceğini düşünüyordu. Sonuç olarak Alman donanması 11 gemi ve 2500 asker kaybederken İngilizler 14 gemi ve 6 bine yakın asker kaybetmişti. Bu çarpışmadan sonra iki taraf da bir daha deniz savaşına girmeye cesaret edemedi. Bundan sonra Almanlar denizaltıları kullanarak İngiliz donanmasını pusuya düşürmeye çalışırken İngiliz donanması daha çok savunmada kalacaktı.

Avusturyalılar İtalya'ya saldırmak istiyordu ama zaten asker sıkıntısı çeken Almanlar bunun boş bir çaba olduğunu ve askerlerin daha tasarruflu kullanılması gerektiğini düşünüyordu. Bunun üzerine Avusturyalılar Almanlara haber vermeden İtalya'ya saldırmak üzere ordu kurdular ve Alp dağlarına doğru yol almaya başladılar. Bunu fırsat bilen Ruslar Avusturya'yı yenmek için karşı saldırıya geçti ve Avusturya ordusu kısa zamanda 100 bini esir olmak üzere 300 binden fazla asker kaybetti. Son anda araya giren Alman ordusu Avusturya ordusunu tamamen imha olmaktan kurtarmıştı ama Almanlar Avusturyalılara kendilerine haber vermeden İtalya'ya saldırdığı için kızgındılar.

Bu arada Verdun'da başlayan savaş hala bitmemişti ve yaz aylarında tüm şiddetiyle devam ediyordu. Almanlar hedeflerinden birini gerçekleştirmişti ve Fransızlara çok ağır kayıplar verdirmişti ama aynı şekilde kendileri de ağır kayıplar vermişti. Fransızların toplamda çok daha fazla askeri olduğu için Almanların savaşı kazanması için Fransızlardan çok daha az zayiat vermesi ve çok daha dikkatli olması gerekiyordu. Aylar süren çarpışmalardan sonra iki taraf da bir şey kazanamamıştı ama iki taraf da çok şeyler kaybetmişti.

Temmuz ayından itibaren saldırı sırası Fransızlardaydı. Fransızlar zaten yılın başından beri saldırı planı yapıyordu ama bir türlü fırsat çıkmamıştı. Özellikle Verdun'da verilen zayiatlar planlanan Fransız saldırısını geciktirmişti. Temmuz ayı itibariyle batı cephesinde bir yandan Verdun savaşı devam ederken bir yandan da Somme savaşı adı verilen bir savaş başlayacaktı.

İngilizler Somme savaşının başında Alman mevzilerini tarihte görülmemiş bir topçu ateşine maruz bırakmak istiyordu. Öyle ki bombardıman bittiğinde İngiliz askerleri ellerini kollarını sallaya sallaya Alman hatlarını yarabilmeliydi ve taş üstünde taş kalmamalıydı. Her ne kadar savaşın başında topçu ateşi olarak Almanlar üstün durumda olsalar da şimdi İngiliz ve Fransızların topçu sayısı Almanların üç katına çıkmıştı. Bu durumda Alman topçular İngilizlere karşılık verse bile İngilizler onları zorlanmadan imha edebilecekti.
[+] 12 üye Duman nickli üyenin bu iletisini beğendi.
Cevapla
#2
İngiliz-Fransız ittifağı cepheye Almanların 2 katı asker sürmüştü ve Almanlar kendileri kadar kayıp verdiği sürece cephede ne kadar asker kaybettikleri umurlarında değildi. Bu hesaba göre eninde sonunda Almanların askerleri bitecekti ve İngiliz-Fransız ittifağı galip gelecekti. Alman mühendisler gizlice cephe hattı boyunca yeraltı sığınakları ve yer üstünde çeşitli beton ve çelik binalar inşa etmişti. Alman askerleri bu yapıları kullanarak İngiliz saldırısında hayatta kalmaya çalışacaktı.

İngilizler Hazıran'ın 28'inde saldırıya geçmişti ve 5 gün 24 saat süren top atışları sonunda Alman mevzilerine toplam 1.5 milyon top mermisi düşmüştü. 5 günün sonunda İngilizler hücuma geçecekti ve askerler mevzilerde bir tane bile Almanın bile sağ kalmamış olduğunu düşünüyordu. Zaten böylesi bir bombardımanda bir askerin sağ kalması mucize boyutunda olurdu. Gerçekte Almanlar bombardıman boyunca 7 bin asker kaybetmişti ve Almanların askerlerinin çoğu İngilizlerin haberdar olmadığı yeraltı sığınaklarında saklanarak hayatta kalmıştı. Yine de bu sığınaklarda saklanan askerler 5 gün boyunca aralıksız devam eden bombardımandan dolayı psikolojik travma yaşamaya başlamıştı.

İşin ilginç tarafı İngilizler bu saldırıya hazırlanırken fazla acele etmişlerdi ve yapılan 5 günlük bombardımanda atılan 1 buçuk milyon top mermisinin 500 bini hiç patlamamıştı bile çünkü İngiliz fabrikaları bombaları ve top mermilerini bir an önce cepheye yetiştirebilmek için kaliteden ödün vermişti ve mermilerin ve bombaların çoğu işe yaramaz hale gelmişti. Tabi ki İngilizler bunun farkına vardığında çok geç olmuş olacaktı.

6. günün sabahında İngiliz askerlerine hücum emri verilmişti. İngiliz askerleri ayakları ve atları üzerinde ilerlemeye başlamıştı ve birazdan etrafa savrulmuş binlerce Alman askerinin cesedini göreceklerini umuyorlardı. Almanlar da yeraltı sığınaklarından çıkıp mevzi almıştı ve özellikle Alman topçularıyla makineli tüfekler İngilizlerin birazdan geçeceği yere doğrultulmuştu. İngiliz askerleri Alman mevzilerine yeterince yaklaşınca ortalık cehennem yerine döndü. İngiliz askerleri hiç sipre almadan gayet sakin ve yavaş tempoda omuz omuza sanki cuma günü son saatte yapılan bedne dersinde toplu yürüyüş yapar gibi yol alıyordu ve Almanların onları ördek gibi avlaması pek zor olmadı. İngiliz askerleri sanki savaşmaya değil de Almanların topçu ateşiyle katledildiği tepeye çelenk koymaya gidiyor gibiydi ve Almanlar bir yandan topçu bir yandan makineli tüfeklerle İngilizleri çim biçme makinesinin çimleri biçtiği gibi biçiyordu. İngilizler tasolarını bir atışta kaybetmiş çocuk gibi etrafa dağılmıştı ve kimse ne olacağını bilmiyordu.

Alman mevzilerine yollanırken "bomboş araziyi elinizi kolunuzu sallaya sallaya alacaksınız" sözü verilen İngiliz gençlere cesaret gelsin diye şişe şişe alkol içirilmişti. Bu da cephede karışıklığı arttıran bir etkendi. Bazı İngiliz askerleri ayakta kalmayı bile beceremeyecek haldeydi. Almanlar bile olana bitene inanamıyordu ve Alman askerleri serap gördüklerini sanıyordu. İngiliz askerleri takır takır biçilirken Almanların en büyük derdi hızlıca şarjör değşitirip İngilizler fikir değiştirip cepheden kaçmadan katliama vakit kaybetmeden devam etmekti.

Toplamda 70 bin İngiliz askeri hücuma geçmişti ve bunlardan sağ salim dönebilenlerin sayısı 30 bin civarıydı. Bazı taburlar tamamen sıfırlanırken bazılarında sağ kalan az sayıda asker kendilerini şanslı hissediyordu. Günün sonunda İngilizler 20 bin ölü, 40 bin yaralı askerle geri çekilmek zorunda kalmıştı. Bu günümüzde dahi İngilizlerin bir günde verdiği en yüksek zayiat olarak bilinmektedir.

Almanlar İngilizlerin öğleden sonra yaptığı daha derli toplu hücumlarda 8 bin kadar asker kaybetmişti. Sonuç olarak tarihte görülmemiş boyutta 5 günlük ağır topçu bombardımanı ver ilk günkü hücum boyunca kaybedilen Alman askerlerinin sayısı bu saldırının ilk birkaç saatinde kaybedilen İngiliz askerlerinden daha azdı.

Anlatılana göre ortada tek taraflı bir kıyım vardı. Ortalık Almanya-Brezilya maçına dönmüştü. Öyle ki güneş batmadan biraz önce İngiliz askerleri yaralılarını cepheden toplamak için asker yollamışken Almanlar bunları makineli tüfekle tarayabilirdi ama o gün İngilizlerin hallerine acıdıklarından mı yoksa psikolojik yorgunluktan mı bilinmez hiçbir saldırı yapmadan izlemekle yetindiler. İngilizlerin çatışma sonrası cephedeki yaralılarını toplaması saatler sürecekti.

Bu çarpışmaların yaşandığı yerden biraz kuzeyde Fransızlar daha dikkatli davranmışlardı ve ağır kayıplar verseler de en azından cephede 2 km kadar ilerleme katetmişlerdi. Aynı günlerde kuzeydoğu cephesinde son bir kez hücuma geçen Ruslar kendilerinin 6'da 1'i sayıdaki Alman askerleri karşısında çok net bir mağlubiyet almıştı. Çarpışmaların sonunda Ruslar 80 bin, Almanlar 16 bin kayıp vermişti.

Ruslar aldıkları üst üste darbelerden sonra köşelerine çekilip olan biteni uzaktan izlemeyi tercih etmişti. Batı cephesindeyse savaş yeniden kilitlenmişti ve taraflar bir türlü yenişemiyordu. 1916'nın yaz ayları karşılıklı Alman ve İngiliz ataklarıyla geçti ve her iki taraf da her saldırıda binlerce asker kaybetti. Aynı anda hem Verdun'da hem Somme'de cepheler sabit kalırken ölen askerlerin yerine her gün yenileri geçiyordu. İki taraf da karşı taraftaki askerlerin bitmek üzere olduğunu ve karşı tarafın bir sonraki hücumdan sonra savaşta tutunamayacağını düşünüyordu ama bu bir türl gerçekleşmiyordu.

Ağustos ayı geride kalırken savaşa Almanya karşısında yeni bir ülke dahil olmuştu : Romanya. Bu ülkenin savaşın gidişatını çok ciddi bir şekilde değiştireceği düşünülmüyordu ama doğu cephesinde yorgun düşen ve Kafkasya hariç her yerde saldırılarına son veren Rusların elini biraz güçlendireceği kesindi. Aslında Ruslar Romanya'nın savaşa müttefik olarak girmesinden memnun değildi çünkü Romanya ordusu 500 bin askere sahip olmasına rağmen oldukça zayıftı. Romanyalıların cephede alacağı bir mağlubiyet Ruslara Sırbistan'dan sonra ayakkabı yeni bir zayıf devlet vermiş olacaktı. Sonunda gerçekten de Rusların korktuğu oldu ve Alman ordusu karşısına çıkan Romanya ordusunun neredeyse tamamı 2 günlük çarpışmanın ardından silah bırakıp teslim oldu.

Somme ve Verdun savaşları sonbaharın sonuna kadar devam etti ve kış başlarken sona erdi. Bu iki savaşta taraflar 1 milyondan fazla asker kaybetmişti ama cephe hatları neredeyse hiç kıpırdamamıştı ve iki taraf da önemli bir toprak kazanımı elde edememişti. Falhenhayn kızgındı. Alman generaller arasında çok büyük bir anlaşmazlık vardı ve fikir ayrılıkları yüzünden komutanlar bazı cephelerde birbirlerine yardım etmekten bile imtina ediyordu. Falkenhayn ceza olarak rütbe düşüşü yaşayarak küçük bir ordunun başında Romanya'ya gönderildi. Bu orduyla Aralık ayında Romanya ordusunun son kalan kırıntıları da temizlenip halının altına süpürüldü. Romanya'nın Birinci Dünya Savaşı kariyeri neredeyse başlamadan bitmiş oldu. Almanlar için Romanya zaferinin stratejik bir önemi vardı çünkü Romanya'da el konulan tahıl, petrol ve endüstriyel ürünler sayesinde Almanya savaşta daha uzun süre tutunabilecekti.

1916 yılı bu şekilde geride kaldı. 1917 yılına gelindiğinde Almanya ve müttefiklerinde yorgunluk göze çarpıyordu. Bu arada İngiltere ve Fransa da savaşa ABD'yi dahil edip yeni bir ortak kazanmak için yoğun lobi faaliyetlerine devam edecekti. ABD içinde savaşa katılma fikri pek taraftar bulamamıştı ve muhalefet oldukça güçlüydü. Açıkcası ABD savaşı bitirmek için bazı lobi faaliyetleri yürütüyordu ama kimse masaya oturmaya yanaşmıyordu. Amerikalıların ortaya attığı barış koşullarına göre tüm ülkeler savaş öncesi topraklarına geri dönecekti. 

Almanlar " Bu kadar kan döküldükten sonra topraklarda hiç değişim olmazsa bunu halkımıza açıklayamayız" diyordu. İngilizler de savaşa katılması için İtalya ve Romanya gibi birçok ülkeye toprak sözü vermişti. Zaten iki taraf da halkına savaşın başından beri karşı tarafın şeytani olduğunu ve kendisinin insanlığın kurtuluşu için savaştığını ilan ediyordu. Bu durumda durup dururken şeytanla barış antlaşması yapmak olmazdı. Öte yandan Osmanlılar dağılmak üzereydi ve Rusya'da devrim sesleri yükseliyordu. Bu durumda yapılacak olan ve kimsenin bir kazanımının olmayacağı bir barış antlaşmasına kimse yanaşmıyordu. Bununla beraber savaşın yaşandığı tüm ülkelerde ekonomik kriz vardı ve bu ülkelerde çıkan tüm tarım ürünleri askerleri beslemeye gittiği için halk aç kalmıştı.

Rusya kendisine rahat rahat yetecek tarım ürünü üretiyordu ama ülkedeki tüm tren yolları ve trenler askerleri ve askeri malzemeleri oradan oraya taşımak için seferber olduğundan üretilen yiyecekler şehirlere ulaştırılamıyordu. Bu da Rusya'da gümbür gümbür gelmekte olan devrimin gelişini hızlandırıyordu. Savaştan önce kimse savaşın yıllarca süreceğini hesap edemediği için tüm ülkelerde kıtlık ve yüksek enflasyon vardı. Bunun üzerine bir de 1916 kışının umulandan daha soğuk olması yüzünden bazı türüm ürünleri zarar görünce işler zor bir hal aldı. Bazı cephelerde atlar kesilip yenilirken siviller de evde besledikleri hayvanları yemeye başlamıştı. Sırf Berlin'de 1917 yılının ilk aylarında yüzbine yakın çocuk açlıktan telef olmuştu.

ABD Başkanı Woodrow Wilson 1916 yılının Kasım ayında ikinci defa başkan seçilirken seçim kampanyasının en önemli sloganı "ABD'yi savaşın dışında tuttum" sözüydü. Şimdi de Wilson tarafları barış masasına davet ederek savaşı bitirmek ve halkının gözünde kahraman olmak istiyordu. Wilson tarafları görüşme masasına davet ederken iki tarafa da "Bu savaştan elde etmek istediğiniz kazanım nedir?" diye sordu. Bu zekice bir soruydu çünkü iki tarafnı da eteklerindekilerini önlerine dökmelerini sağlayacaktı. Böylece iki taraf da masaya oturulduktan sonra gizli emellerinin peşine gidemeyecekti. Bu durumda müttefik ülkelerin kendi arlaarında yaptığı gizli antlaşmalar da su yüzüne çıkacaktı. Bu soruya iki taraf da açık ve net bir şekilde cevap veremeyince pazarlıklar başlamadan sona erdi. Bundan sonra Başkan Wilson da savaş karşıtlığından savaş yandaşlığına doğru evrilecekti.

İngilizlerin savaşa devam etmedeki en büyük kozu hala deniz kuvvetleriydi ve ada ülkesinin savaştan zarar görmesini engelleyen tek unsur da buydu. İngilizlerin güçlü bir donanması olmasaydı Almanlar çok rahat İngiltere'yi işgal edip savaşı adaya taşıyabilirdi. İngilizler şimdilik güvendeydi ama Alman denizaltılar İngiliz donanmasına zaman zaman zorlu anlar yaşatıyordu. Bu yüzden İngilizler donanmalarını riskle atmak istemiyordu ve bu sebeple ABD'nin deniz gücünü savaşa çekmeye çalışıyordu.

Almanların ünlü U-Gemileri İngiliz gemilerine göre hem sayıca azdı hem de daha yavaş hareket ediyordu. Bu yüzden Almanların taktiği İngiliz donanmasını üzerine çekerek tuzağa düşürmek, yani bir nevi hilal taktiğiydi. Savaşın ilk 3 yılında Almanların bu taktikle çok başarılı olduğu söylenemez. İngilizler birkaç gemi kaybettikten sonra olayı anlamıştı ve temkini elden bırakmamıştı. İngiliz donanması Alman donanmasından daha büyük olmasına rağmen İngiliz donanması savunma pozisyonunu uzun süre muhafaza edecekti çünkü donanma İngilizlerin ekmek kapısıydı ve İngiltere'yi işgalden koruyan yegane unsurdu.

1917'nin Şubat ayında Almanlar deniz harekatına devam etme kararı aldılar. Bu Almanlar için riskli bir karardı çünkü savaşın başında yapılan hata tekrarlanıp da içinde Amerikalılar olan bir yolcu gemisi batılırsa ABD'nin bu kez savaşa katılmakta tereddüt etmeyeceği kesindi. Almanlar ABD'yi fazla kızdırmadan İngiltere'nin yeterince gemisini batırarak İngiltere'yi savaş dışı bırakmayı planlıyordu. Bu başarılı olması halinde sadece İngiltere'yi değil, aynı zamanda zaten epeyce zayıflayıp İngiliz yardımına muhtaç hale gelen Rusyayı da savaş dışına itip Almanya'yı Fransa ile başbaşa bırakabilecek bir hamleydi.

Şubat ayından Mayıs ayına kadar olan dönemde Alman donanması İngiliz donanmasına oldukça zor anlar yaşattı. İngiliz donanmasındaki gemiler daha hızlı manevra yapabilmesi için hafif ve ince zırhla korunuyorken Alman gemileri ağır olmasına rağmen kat kat kalın ve ağır zırhlarla korunuyordu. Alman gemi ve denizaltlarındaki toplar da oldukça kuvvetliydi ve İngiliz gemileri çatışmalarda bir veya birkaç darbe yedikten sonra batma tehlikesi yaşıyordu. Bu durum yaza kadar devam etti ve Almanlar İngilizlere üst üste zayiatlar verdirdiler.

Yaz aylarında İngilizler yeni bir karar aldılar ve gemilerin tek başına gezmesini yasakladılar. Bundan sonra İngiliz gemileri konvoylar halinde seyredecekti ve Alman saldırısı olması durumunda bölgedeki tüm gemiler saldırının olduğu yere sevkedilecekti. Bu yeni strateji başarılıydı çünkü eskidne hemen hemen her gün bir İngiliz gemisi batıran Almanlar artık eskisi kadar kolay avcılık yapamıyordu ve İngilizlerin zayiatları büyük ölçüde azaltılmıştı. İngilizlerin zayiatları azalırken Almanların zayiatları artmaya başlamıştı. Özellikle yazın sonlarına doğru Alman denizaltılar ve gemilerin agresifliği büyük ölçüde azaltılmıştı.

Deniz savaşlarında askeri gemiler kadar sivil gemiler de zayiat alıyordu. Zaman zaman hastane olarak kullanılan gemiler bile hedef alınıyordu. Savaşın en çetin zamanlarında Alman denizaltılar İngilizlere ait olan ve yüzen her şeye saldırıyordu ama savaşın temposu azaldığında sivil gemilere olan saldırılar da büyük ölçüde azalıyordu.

Deniz savaşları süredursun 1917'nin Şubat ve Mart aylarında İngiliz ordusuyla Osmanlı ordusu arasında ortadoğuda şiddetli çatışmalar yaşanıyordu. 23 Şubatta Irak'taki Kut şehrine 50 bin Hint askerle saldıran İngiliz ordusuna Türklerin şehirdeki 15 bin kadar askeri fazla karşı koyamamıştı ve birkaç gün sonunda Türkler geri çekilmek zorunda kalmıştı. Bundan 2 hafta sonra İngilizler Bağdat şehrini ele geçirdiler. Nisan ayının ortasına gelindiğinde bugünkü Irak'ın tamamına yakını İngilizlerin kontrolü altındaydı.

Bu dönemde ve cephede İngilizlerin ilerleme kaydedemediği tek yer Filistin olarak kalmıştı. Gazze ve Filistin'in diğer bölgelerinde İngiliz askerleriyle Türk askerleri karşı karşıya gelmişti ama daha çok Anzaklardan oluşan İngiliz askerleri pek bir sonuç elde edememişti. İngilizler Nisan ayında yeniden Filistin'e saldırdılarsa da çatışmalar 6 ay boyunca azalıp artan yoğunlukta devam etti ve iki taraf da karşısındaki düşmana üstünlük sağlayamadı. İngilizler bu bölgeyi ele geçirmek için Ekim ayının sonuna kadar beklemek zorunda kalacaktı ama sonunda Türk ordusu bu bölgeden çıkartılacaktı.

Fransa cephesinde ilginç bir gelişme vardı. Alman mevzilerinin birkaç km gerisinde hummalı bir çalışma vardı. 300 bin işçi çelikle güçlendirilmiş devasa beton yapılar inşa ediyordu. Bu yapılarda savunma ve topçular için özel bölümler ve özel siperler inşa edilmişti. Bu yapıların inşaatı tamamlanır tamamlanmaz Almanlar yavaş yavaş buraya taşınacaktı. Bu da Almanların mevzilerini terkedip birkaç km geri çekilmeleri anlamına geliyordu. Almanlar bu sayede cephede mevzi kaybetmişti ama Fransız saldırılarına karşı çok daha güvenli bir yere konuşlanmıştı. Almanlar adeta modern kaleler inşa etmişti ve İngilizlerle Fransızlar inşaat bitene kadar bunların farkına bile varmamıştı. Artık Fransızların olası bir saldırısı çok daha rahat bir şekilde püskürtebilirdi.

Almanların savaşabilecek durumda 2.5 milyon askeri kalmıştı ve İngiliz-Fransız ittifağının elinde hala 4 milyon asker bulunuyordu. Üstelik bu rakama savaşa girmeye hazırlanan ABD dahil değildi. Almanların inşa ettiği kale gibi mevzilere taşınması artık bu saatten sonra Almanya'nın savunma savaşı yapacağına ve Fransızların hücumda olacağına işaretti. Almanya resmen forvetleri oyundan alıp defans oyuncuları sahaya sürmüştü.

Bu arada Rusya artık iyice zayıflamıştı ve ülkede iç karışıklık hakimdi. Ülkede Ekim devriminden önce yaşanan Şubat devrimi sonunda Çar 2. Nikolas'ın hakimiyeti son bulmuştu. Şubat devriminin etkileri Ekim devrimi kadar kalıcı olmamıştı ama Ekim devrimine giden yol açılmıştı. En başta göstericilere ateş açan askerler kısa bir süre sonra taraf değiştirip devrimcilerin tarafına geçince Rusya'da çarlık dönemi resmi olarak sona erecekti. Aslında bu gelişime en başta İngilizlerle Fransızları memnun etmişti çünkü Rusya'da Çarlığın devrilmesi ülkenin aynı İngiltere ve Fransa gibi demokrasiye geçmesine şans tanıyacaktı. Ayrıca Rusya ile benzer rejime sahip olan Almanya'da da devrim olma ihtimali giderek artacaktı.

Tabi ki günün sonunda işler İngilizlerin umduğundan çok farklı gelişti. Bundan sonra Rusya'nın Birinci Dünya Savaşına devam etmek için hiçbir motivasyonu ve sebebi yoktu. Almanlar Rusya'nın savaştan düşeceğini bilselerdi İngiliz ve Amerikan gemilerine saldırıp ABD'yi savaşa çekecek olan riski almak yerine tüm askerlerini batı cephesine çekerlerdi ama deniz savaşı konusunda acele ettikleri için Rusya savaşdışı kalır kalmaz savaşa ABD dahil olacaktı.

ABD'nin savaşa dahil oluş hikayesi oldukça ilginç. ABD'nin savaştaki rolünü anlamak için o dönemki ABD'nin siyasi olarak bugünkü ABD'den çok farklı olduğunu kavramak gerekmektedir. Bugün Dünya'nın dört bir yanında askerleri olan, bir sürü ülkeye demokrasi götüren ve rejimler değiştirip ülkelere müdahale eden ABD o zamanlar etliye sütlüye karışmayan, herşeyi uzaktan izleyen, Avrupa ile ticaret yaparak ekmeğine bakan bir ülkeydi. Her gün Amerikan gazetelerinde Avrupa'da devam etmekte olan büyük savaşla ilgili haberler geçiyordu ve Amerikalıların bazıları İngiliz bazıları da Alman asıllı olduğu için bazıları bir tarafı bazıları diğer tarafı tutuyordu. Yine de hiçbir Amerikalı ülkesinin savaşa girmesini istememekle birlikte buna ihtimal de vermiyordu.

ABD'nin tuzu kuru sayılırdı çünkü Avrupa savaşla yıkılırken ABD'nin bu kıtayla yaptığı ticaret hacmi kat kat artmıştı. En başta savaşın uzaması ABD'nin lehine gibiydi. Savaş başlamadna önce dünyanın en zengin ülkesi olan ve kasası altınlarla tıka basa dolu olan İngiltere tüm parasını harcamıştı ve ABD'den borç almaya başlamıştı. Fransa ve Rusya'nın borçları da giderek kabarıyordu. Artık bu ülkelere veresiye mal satmaya başlayan Amerikalılar paralarını alıp alamayacakları konusunda endişe etmeye başlamıştı.

Aynı dönemde İngilizler dünyadaki en güçlü donanmaya sahipti ve bir ada ülkesi de olduğu için işgal edilmesine imkansız gözüyle bakılıyordu. Zira İngiltere'yi işgal etmek isteyen ülke önce İngiliz donanmasını geçmek zorundaydı. Almanların donanması İngilizlerle başedecek kadar güçlü değildi ama bu ülkenin elindeki denizaltılar İngilizlere zor günler yaşatıyordu. Batırılan İngiliz gemileri içerisinde sivil veya ticari gemiler de vardı. Amerikalılar Almanya'ya ultimatom vererek içimnde herhangi bir Amerikan vatandaşını taşıyan gemiyi batırmamaları konusunda uyardı. Bu Almanlar için zor bir şeydi çünkü saldırdıkları bir İngiliz gemisinde Amerikan vatandaşı olup olmadığını anlayabilmeleri imkansızdı. Zaten birçok tarihçiye göre Amerikalılar bunu biliyordu ve Almanya'ya savaş açabilmek için bahane arıyorlardı.

Aslında Almanya'nın batırdığı ilk Amerikan gemisi 1915'te batırılan William P. Frye gemisiydi. Bu gemi İngiltere'ye tahıl taşımaktayken Brezilya açıklarında Almanlar tarafından tespit edilmişti. Almanlar gemiye içindeki tüm tahılları teslim etmesi için 24 saat süre vermişti ve bu süre içinde tahıllar teslim edilmeyince gemi batırılmıştı. Bundan sonra ABD Başkanı Woodrow Wilson sinirlenmişti ve Almanya'yı tehdit etmişti. 

Bundan kısa bir süre sonra İngiltere ile ABD arasında yolcu taşımacılığı yapan Lusitania gemisi yine Almanlar tarafından batırıldı. Gemi İngilizlere aitti ama gemide ölenler arasında 100'ün üstünde Amerikan vatandaşı vardı ve Amerikalılar yine epeyce sinirlenmişti. Bundan birkaç ay sonra da bir İtalyan yolcu gemisi batırılmıştı ve bu gemide 20'den fazla Amerika vatandaşı hayatını kaybetmişti.

1916'da Almanlar sivil gemileri vurmayı bırakınca ABD ile Almanya'nın arası yeniden düzelmeye başlamıştı ama 1917'de yukarıda bahsettiğim gibi Almanlar yeniden denizden hücuma geçince İngiltere'nin civarındaki Amerikan gemileri de hedefteydi. İlk olarak Housatonic adlı yolcu gemisi batırıldı ve sonraki haftalarda çeşitli Amerikan ticaret gemileri batırıldı. Bununla beraber İngiliz İstihbaratı Almanya'nın Meksika'ya yaptığı "Bizimle beraber ABD'ye saldırırsanız size ABD'nin Teksas, Arizona ve New Mexico eyaletlerini veririz" çağrısını ortaya çıkarttı. Bu çağrı Alman dışişleri bakanı Arthur Zimmerman'ın kişisel hırsının bir sonucuydu ve Alman hükümetiyle pek bir alakası yoktu ama kağıt üzerinde Almanlar artık çıkmaza giren savaşta stratejik olarak çok büyük bir hata yapmıştı.

2 Nisan'da ABD başkanı kongreden savaş yetkisi istedi ve senatoda 88 oydan 82'si savaşı desteklerken house'da 423 oydan 373'ü savaşı destekler şekilde oy verdi. Böylece ABD savaşa İngiltere ve Fransa'nın yanında dahil olacaktı. Aslında Amerikalı senatörler ABD'nin savaşa girişinin sembolik olacağını düşünüyordu ve başkan ve çevresindeki birkaç kişi hariç kimse ülkenin savaşa çok sayıda asker yollayacağını tahmin etmiyordu. Bu yüzden senatörlerin ezici bir çoğunluğu savaşı destekleyecek şekilde oy kullanmıştı. ABD'nin savaşa katılması o ana kadar dengede giden savaşın dengesini tamamen değiştirecek bir gelişmeydi. Sokaktaki Amerika vatandaşlarının çoğunluğu savaşı desteklemiyordu ve herkesin kafası karışıktı.

ABD her ne kadar Nisan ayının başında Almanya'ya savaş ilan etmiş olsa da Amerikan askerlerinin hazırlanıp cepheye ulaşması epeyce zaman alacaktı. O güne kadar okyanus ötesine hiç asker çıkartmamış olan Amerikalılar aynı savaşın başındaki İngilizler gibi çok ufak bir kara ordusuna ve büyükçe bir donanmaya sahipti. Planlara göre ilk 2 ayda Fransa'ya 20 binden az Amerikan askeri yollanacaktı. Bu askerler de uzun süre çarpışmalara katılmadan idman ve tatbikat yapmakla meşgul olacaktı. 

ABD'nin savaşa katılmasından cesaret alan İngilziler Almanlara son bir darbe vurup 48 saat içerisinde bitirmek için çok sayıda askerden oluşan devasa bir ordu kurdular. Orduda İngiliz, Anzak ve çeşitli sömürge milletlerden toplanan askerler vardı ve Fransa'nın Arras şehrinini işgal altında tutan Almanlara karşı topyekün hücuma geçilecekti. İngilizler bu şehirdeki Alman askerlerine saldırırken bir yandan da Fransızlar güneydeki Alman askerlerine karşı hücuma geçmeye hazırlanıyordu.

Kuzey cephesinde özellikle Kanada ordusu önemli kazanımlar sağlamıştı ve Alman askerleri cephede geriye düşmüştü ama güney cephesinde pek bir ilerleme kaydedilememişti. Her ne kadar çatışmaların devamında İngilizler biraz toprak kazansa da geride 160 bine yakın ölü asker bırakmışlardı ve elde edilen başarı ile kaybedilen askerler orantılanınca bu toprak kazancının oldukça pahalıya geldiği ortaya çıkmıştı. Savaşı 48 saat içerisinde bitirmesi planlanan büyük saldırı 6 hafta boyunca devam etmişti ve savaş hala bitmemişti.

Nisan ayının ortalarında İngilizler " Bari Bulgaristanı savaş dışı bırakalım " diyip Bulgar cephesinde hücuma geçti. Savaşın başında binlerce top mermisi kullanan İngilizler cephede taş üstünde taş bırakmamıştı ama hücuma geçildikten sonra Bulgarlar kendilerinden beklenmeyecek kadar iyi bir savunma sergilemişti. Bulgarlar oldukça dinamik bir savuma taktiği uyguluyorlardı ve askerler cephede bir ileri bir geri gidiyordu.

Ayrıca savunma savaşıyla geri püskürtülen İngiliz askerlerine karşı kontra ataklarla fazladan kayıp verdiriliyordu. İngilizler çok uğraşmalarına ve geride epeyce zayiat bırakmalarına rağmen Bulgar savunmasını aşamadı. 3 hafta süren çatışmalar sonunda İngilizler 12 bin asker kaybetmişti ve bir sonuca ulaşamamıştı. İngilizler aldıkları darbenin etkisiyle Bulgaristan'a yeniden saldırmak için neredeyse savaşın sonlarını beklemek zorunda kalacaktı.

İngilizler Bulgaristan'da takıladursun aynı günlerde Fransızlar ve İtalyanlar Yunanistan cephesinde saldırıya geçmişti ve bazı kazanımlar elde etmişti. İtalyanlar da Avusturya-Macaristan İmparatorluğuna karşı iki ülke arasında kalan İsonzo'dan saldırıya geçecekti. İtalyanlar aynı cephede daha önce 9 defa daha saldırıya geçmişti ve her saldırıda geri püskürtülmüşlerdi ancak Avusturya-Macaristan ordusu bu saldırılarda epeyce zayiat vermişti ve zayıflamıştı. İtalyanlar Almanya'nın bölgeye yardıma geleceğini öğrenmişti ve Alman yardımı gelmeden son bir saldırı düzenlemek için harekete geçmişti. Bu saldırı için 400 bin İtalyan askeri hazırlanmıştı ve aylarca süren hazırlıklardan sonra 10 Mayıs 1917 tarihinde hücuma geçilmişti.

İtalyanlar Mayıs'ın sonuna kadar biraz ilerleme kaydetmişti ve açılan cephelerin en az birinde önemli başarılara imza atmıştı. Haziran'ın ilk haftasında Avusturyalılar ellerinde kalan son askerlerle İtalyanların hiç beklemediği bir anda saldırıya geçince İtalyanlar geri çekilmek zorunda kalmıştı ve Mayıs ayındaki kazanımlarının önemli bir kısmını kaybetmişlerdi. İtalyanlar şaşkına uğramıştı ve kazanıldı denilen savaşı kontra ataktan gelen gollerle kaybetmek üzerelerdi. Gökten yağmur gibi yağan Avusturyalı topçu ateşi ve mermilerine maruz kalan İtalyan ordusu 160 bine yakın zayiat bırakmıştı. Bir hafta sonra operasyona ara verildi. Böylece Bulgaristan'daki kötü sonuçlarla buradaki sonuçlar birleştirilince İngiltere-Fransa-İtalya ittifağı Doğu Avrupa'da Yunanistan harici pek bir başarı elde edememişti.

İngilizler ve Fransızlar Osmanlı'dan kopup yeni kurulan Yunanistan'ı savaşa çekip Balkanlarda başarı kazanmak istiyordu. Yunan Kralı 1. Constantine savaşa katılma konusunda tereddüt ediyordu. Haziran'ın ikinci haftasında Atina yakınlarına gelen İngiliz-Fransız ittifağı Yunanlara savaşa dahil olmazlarsa düşman olarak görüleceklerini bildirdiler ve Atina'yı bombalamakla tehdit ettiler. 1. Constantine korkup İsviçre'ye kaçınca yerine oğullarından Alexander veya George'dan biri geçecekti. İngilizlerin desteklediği Alexander geçince 30 Haziran'da Yunanistan İngiltere ve Fransa'nın yanında savaşa dahil oldu.

Temmuz ayında artık savaştan yavaş yavaş çekilmekte olan Rusya son hamlesini yapacaktı. Romanya ordusuyla ortak operasyona giren Rus ordusu Doğu Avrupa'daki Alman ve Avusturya askerlerine saldırı başlattı. Rusya'da halk bir an önce barış yapılmasını ve Rusya'nın savaştan çekilmesini istiyordu. Bu saldırının neden başlatıldığı da zaten belli değildi. Rusya'nın yeni savaş bakanı Alexander Kerensky savaşta çok darbe yiyen Rus ordusunun moral olarak dağıldığını ve askerlerin mağlubiyeti kaldıramayacağını biliyordu ve askerlerin moralini düzeltmek için "bari savaşı mağlubiyetle kapatalım" gibi bir düşünceye sahipti.

Planlanana göre Rus askerleri Almanlara saldıracaktı, cephede başarılı olunacaktı ve hemen ardından savaştan çekilinecekti. Böylece savaştan mağlup olup çekilmenin psikolojisinden kurtulacaktı. Tabi ki işler planlandığı gibi gitmedi ve Rus ordusu yine yenildi. Böylece küme düşen bir takımın formalite maçını da kaybetmesi gibi Rusya da son çatışmasını kaybetmişti.

Aynı günlerde Lawrance'e bağlı Arap isyancılar Ürdün'de son kalan Türk askerlerine saldırarak bölgeyi ele geçirdiler. Bölgede binden az sayıda Türk askeri vardı ve Ürdünlü isyancıların sayısı 5 bini geçiyordu. Osmanlılar ortadoğudaki son topraklarını da kaybetmeye başlamıştı.

Bu sırada savaşan ülkelerdeki siyasi hava oldukça karışıktı. Rusya'daki devrim birçoklarına ilham vermiş gibiydi. Fransız askerlerinin önemli bir kısmı silah bırakmıştı ve savaşmayı reddediyordu. Hem Fransız hem Alman halkları büyük ölçüde savaşın bitmesini istiyordu ama ortada bir sorun vardı. Savaşın başından beri iki taraf da cephe savaşıyla beraber propaganda savaşı da yürütmüştü. Alman devleti ısrarla Alman halkına Fransızların şeytan olduğunu ve Almanların şeytanı yenmek zorunda olduğunu anlatırken Fransız devleti de Fransızlara aynı şeyleri söylüyordu.

Hatta İngiliz ve Fransız medyasında Alman askerlerinden "Attila'nın mezardan kalkan askerleri" olarak sözediliyordu. İki taraf da karşı tarafla ilgili birçok hikaye uydurmuştu. Örneğin İngilizler "Almanlar esir aldıkları askerlerin gözlerini oyup ellerini ve ayaklarını kestikten sonra aç köpeklerin önüne atıyorlar" şeklinde bir propaganda başlatmıştı ve bu 1 seneden uzun süre boyunca İngiliz gazetelerinde ve radyolarında tekrar edilmişti. Almanlar da İngilizlerin hristiyanlığı bitirmeye yeminli olduğunu ve savaşı İngilizlerin kazanması halinde Avrupa'da hristiyanlığın yasaklanacağını söylüyordu. Burada amaç hem halktan kayıtsız şartsız destek almak hem de askerlerin düşmana teslim olmasını engellemekti.

Yalnız bu geri tepecekti çünkü 1917 yaz aylarında iki tarafta da halk bıkkındı ve savaşın bitmesini istiyordu ama yine iki taraf da savaşın kazanımsız bitmesini istemiyordu. İki taraf ta karşı taraftaki canavarların sonuna kadar cezalandırılmasını istiyordu. İngiliz halkı Almanya'nın parçalara bölünmesini isterken Alman halkı Fransa'nın Almanya'ya tazminat olarak verilmesini istiyordu. Bu durumda savaşın kayıtsız şartsız bitmesi zordu ve iki taraftan biri galip gelmek zorundaydı.

Fransız askerlerinin önemli bir kısmı silah bırakırken İngiltere'deki silah fabrikalarında da grev başlamıştı. İngilizler greve kalkan işçilere vatan haini damgası vurmaya başlamıştı. Bu andan itibaren İngiltere ve Fransa sadece Almanya'dan değil ülkelerinde gerçekleşebilecek olası bir sosyalist devrimden de çekinmeye başlamıştı. Almanlar bunun farkında olmadığı için Fransız askerlerinin silah bırakmışken saldırıya geçme fırsatını elinden kaçırdı. Bu belki de Almanya'nın savaşı kazanmak için eline geçmiş son fırsattı. Bir süre sonra Fransa ve İngiltere'deki grevler son buldu.

İngilizlerin bir sonraki hedefi Belçika'yı işgal altında tutan Alman askerlerine saldırıp onları olabildiğine geriye atmaktı. İngiliz yöneticiler bu saldırının başlaması için Amerikan askerlerinin Avrupa'ya gelmesinin beklenmesi gerektiğini savunuyordu ama İngiliz generaller saldırıyı bir an önce başlatmak istiyordu. Okyanusun öteki tarafında 1 milyon ile 3 milyon arasında Amerikan genci silahla idman yapıyordu ve tam olarak ne zaman hazır olacakları belli değildi. Belçika tarlalardan oluşan yumuşak bir zemine sahipti ve yağmur yağdığında sel baskınlarıyla birlikte çamurlu bir yüzey oluşuyordu. Bu da İngiliz askerlerinin ilerlemesini zora sokacaktı. İngilizlerin bir avantajı vardı,  o da savaşın başından beri kazılan 20 farklı tünelin kazımı bitmişti. Bu tüneller Alman askerlerinin bulunduğu bölgeye kadar gidiyordu ve İngilizler tünellerin tamamını dinamitle doldurmuştu.

Dinamitler aynı anda patlatıldığında o kadar büyük bir patlama olmuştu ki patlama denizin öteki yakasında yani İngiltere'de bile duyulmuştu. Yüzlerce Alman askeri parçalara ayrılmıştı ve Almanlar moral olarak çökmüş gibiydi. Patlamaların başarılı olması üzerine İngilizler Amerikan askerlerin i bklemeden bir an önce hücuma geçip Belçika'daki Almanları bitirmek istiyordu. İngilizler bu fırsatı kaçırdılar çünkü İngiliz topçu birlikleri yeterince hızlı hareket edemiyordu. Topçu desteği olmadan kara birliklerinin hücuma geçmesi Alman topçularına yem olunması anlamına geliyordu. Ayrıca İngiliz başbakanı Lloyd Georga hala Belçika'ya Amerikalılar olmadan yapılacak bir saldırının gereğinden fazla riskli olduğunu düşünüyordu. Bu sebeple patlama sonrası hücum emri verilmedi.

Aynı günlerde Almanya'da çok büyük bir politik kriz başlamıştı. Başbakan Bethman-Hollweg ile savaşın başından beri Alman ordularını yöneten iki general olan Hindenburg ve Ludendorff arasında çok büyük anlaşmazlıklar vardı ve generaller İmparator 2. Wilhelm'e başbakanı değiştirmesi için aylardır baskı yapıyordu. Wilhelm savaş boyunca ülkenin yönetimini bu iki generale bırakmıştı ve ülkede fiili olarak askeri yönetim vardı ama durumu dengelemek için Bethman-Hollweg'in görevinde kalması konusunda da diretiyordu. Bunun üzerine iki general istifa ettiğini açıkladı ve Wilhelm çılgına döndü. Neyse ki Hollweg generallerin görevlerine geri dönebilmesi için kendisini feda etti ve istifasını verdi. Başbakan ile generallerin anlaşamadığı konuların başında Belçika geliyordu. Başbakan savaşın bitmesi için gerekirse Belçika'dan çıkılabileceğini savunurken generaller ne olursa olsun Belçika, Sırbistan ve Rus topraklarının bir kısmını Almanya'ya katmak istiyordu. Bu da savaşı uzatacaktı.

Boşalan başbakanlık koltuğuna düşük profilli Georg Michaelis getirildi. Bu arada Alman meclisi toplanarak ortak kararla Almanya'nın toprak kazanma gayesinden vazgeçip savaşı bitirmek için adımlar atması gerektiğini söyleyen bir bildiri yayınladı. Bu da generallerin ve savaş yanlısı diplomatların sözlerinin artık dinlenmediği anlamına geliyordu. O günlerde meclisin yaptırım gücü yoktu ve aldığı kararlar tavsiye niteliğindeydi ama genel olarak halkın düşüncesini yansıttığı söylenebilir. Fransa'da savaşın başından beri hükümet birçok kez el değiştirmişti ama bu savaşın gidişatını etkilemişe benzemiyordu.

Sonbahar gelirken İngilizlerin beklediği saldırı izni sonunda gelmişti. Bundan sonra tarihçilerin Passchendaele Savaşı adını verdiği yeni bir savaş başlayacaktı. Bu savaşta İngiltere, Fransa, Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda, Belçika ve Hindistan başta olmak üzere neredeyse ABD hariç tüm müttefikler birleşip Almanya'ya saldıracaktı.

Çarpışmaların başında 3 bin İngiliz topu 2 hafta boyunca Alman mevzilerine 4 milyon top mermisi yağdırdı. Bu savaşın başından beri yaşanan en büyük topçu saldırısıydı. Bu bombardıman sırasında Almanlar 40 bin civarı zayiat vermişti. Ayrıca İngiliz ve Fransızlara ait 700 savaş uçağı cephedeki Alman uçaklarını birer birer indirmişti ve Alman hava kuvvetleri etkisiz hale gelmişti.

İngilizler kara hücumuna geçtiklerinde en başta 2-3 km'lik bir ilerleme gösterdiler ve epeyce başarı kaydettiler ama öğleden sonra başlayan yağmur sonrası askerlerin manevra kabiliyeti azalmıştı zira İngilizlerin 2 haftadır sürdürdüğü yoğun bombardıman sırasında bölgedeki drenaj sistemleri büyük ölçüde zarar görmüştü ve etraf ayın yüzeyi gibi kraterlerle doluydu. En ufak bir yağmur bile delik deşik olan hattı suyla doldurup etrafı çamur deryasına çevirmeye yetiyordu. Yağmurla beraber sis de çıkınca İngiliz topçuların isabet oranı büyük ölçüde düştü. Bunun üzerine Alman otomatik silahları çalışmaya başlamıştı ve İngilizler büyük ölçüde geri püskürtülmeye başlanmıştı. Üstelik İngilizlerin cepheye sürdüğü 50 kadar tankın tamaına yakını çamura takıldıktan sonra Almanlar tarafından kolayca imha edilmişti.

İlk gün İngilizler 25 bine yakın zayiat vermişti. İngiliz general Haig hükümete operasyonda daha önceki operasyonlardaki gibi İngiliz zayiatları olursa hemen operasyonu keseceği sözünü vermişti ama bu kez gün sonu raporu verirken o günkü zayiatların hafif olduğnu söylemişti. Aynı gün Vatikan'dan açıklama yapan Papa iki tarafı da barış antlaşması için davet etmişti ama Almanya'nın düşük profilli başbakanı bunu elinin tersiyle ittikten kısa bir süre sonra istifasını vermişti. Bu da Almanya'da yeniden bir hükümet krizi yaşanacağı anlamına geliyordu.

Belçika cephesinde yağmur şiddetlenerek devam ediyordu. Kara hücumunun ilk haftasının sonunda İngilizlerle Fransızların zayiatları 70 bine ulaşmıştı. Bundan sonra yağmur durana kadar operasyon durduruldu. Artık ne zaman yağmur dursa İngilizler hücuma geçiyor, ne zaman yağmur yeniden başlasa hücum sona eriyordu. Bu birkaç hafta boyunca böyle devam etti ve sonunda İngilizler pek bir ilerleme kaydedemekle birlikte epeyce ağır zayiatlar verdiler. Bundan sonra savaşta taktik değişikliğine gidilecekti. İngilizler yoğun bir topçu ateşinden sonra koşa koşa hücuma geçip makineli tüfek ateşi altında telef olmak yerine yavaşça hücuma kalkacaktı ve birkaç yüz metre ilerleme gösterdikten sonra siper kazıp savunma mevzisi alacaktı. Böylece tek seferde birkaç km toprak ele geçirmeye çalışıp her seferinde yenilmek yerine çaktırmadan azar azar toprak kazanarak ilerleyeceklerdi.

Bu taktiği Almanların çözmesi zaman aldı ve İngilizler epeyce başarı elde ettiler. Almanlar çaresiz kalmıştı ve İngilizlerin dikkatini başka yere çekmek için cephenin diğer noktalarında saldırıya geçmek istediler ama güneyde Fransızlar hücuma geçince bu plan da suya düştü. Belçika'da Almanların yardımına yeniden yağmur ve sel koşmuştu ve İngilizlerin ilerlemesi yeniden durmuştu. İngilizler ağır toplarını katırlarla ve atlarla çekmeye çalışıyordu ama çoğu zaman 4-5 saatte 1km bile yol alınamıyordu. Çoğu yerde atlar ve katırlar selde boğulmuştu ve İngiliz askerlerinin arkasındaki korkunç topçu desteği iyice azalmıştı.

İngilizler şu anda tuttukları mevzilerin Belçika'nın soğuk kış mevsimi için uygun olmadığını bildiklerinden geri çekilip operasyona son verme kararı aldılar. İngilizler geri çekilirken Almanlar saldırıya geçmişti ve savaş yeniden kızışmıştı. Ayrıca İngilizler askerlerinin bulunduğu çamurlu ve sel altındakli tepelere su ve yiyecek tedarik etmekte zorlanıyordu.

Bu arada İtalyanlar Avusturya'ya karşı hücuma geçmişti ve pek askeri kalmayan Avusturya yeniden Almanya'dan yardım istemişti. Kendisi zaten zorlanmakta olan Almanlar az sayıda askeri İtalya cephesine yolladılar. Burada amaç İtalyanları durdurup Avusturya'nın savaş dışı kalmasını engellemekten ibaretti. İtalyanlar zannedilenden daha zayıf çıkınca Almanlar gönderdikleri küçük birlikle 10-15 kmlik bir ilerleme katettiler. Bunun sonucunda İtalyan hükümeti düştü ve ülkede iç karışıklık başladı. Almanlar İtalya cephesinde bu kadar kısa sürede başarıyı yakalamışken devam edip etmeme konusunda tereddüt içerisindeydiler. Bu cephede İtalyanlar kıa sürede 300 binden fazla asker kaybetmelerine rağmen tamamen pes etmediler.

Bu arada Belçika cephesi de Kasım ayı itibariyle sona ermişti. İngilizler kağıt üzerinde zafer kazanmıştı ama kazanılan 8 km'lik toprak için kaybedilen 300 bin asker buna değer miydi sorusu tartışmaya açıktı. İngilizleri teselli eden bir şey varsa o da Almanların zayiatlarının İngilizlerle aynı olmasıydı. Sonuç itibariyle Almanların asker sayısı daha azdı ve iki taraf da aynı sayıda kayıp verirse Almanların askerleri daha çabuk bitmiş olacaktı. 300 bin zayiat İngilizler ve sömürgeleri için çok büyük sayılmasa da Almanya için korkunç bir rakamdı. Bu da savaşın gidişatını değiştiren şey oldu.

Aralık ayında her iki taraf da hem fiziksel olarka hem de psikolojik olarak yorgunluk yaşadığı için çarpışmaların şiddeti azaldı ve her iki taraf da dinlenmeye çekildi. Bir ay sonra savaşın son yılı olan 1918'e girilecekti.

1918 yılına girilirken İngiltere, Fransa, ABD ve İtalya ülkeler arasındaki koordinasyon sorununu çözebilmek için tüm ülkelerin politik liderleriyle askeri liderlerini bir araya getiren bir konsey kurdular. Konseyde politik liderler "bugüne kadar kaç defa hücuma kalktık ve her seferinde yüz binlerce zayiat vermekten başka bir şey yapamadık, bu sefer saldırı yapmak yerine Almanların kırılmasını bekleyelim" derken generaller bunun büyük bir saçmalık olduğunu düşünüyordu. Askerler her zamanki gibi Almanya'nın kırılmak üzere olduğunu ve herşeyin büyük bir saldırıya baktığını iddia ederek yeni bir saldırı için izin istemeye çalışıyordu.

Almanya 1918 itibariyle tam anlamıyla yalnız kalmıştı. Avusturya tamamen tükenmişti ve uzatmaları oynuyordu. Rusya savaş dışı kalınca Rusya'nın elinde esir olarak tutulan 400 bin Avusturya askeri serbest kalmıştı ve Avusturya bu kişileri yeniden orduya dahil edip savaşa katmak isteyince isyan çıkmıştı. Askerlerin önemli bir kısmı ya silah bırakmıştı ya da askerden kaçmıştı. Osmanlıların eli kuzeyde Rusların savaştan çekilmesiyle rahatlasa da ortadoğuda İngilizlerin ilerleyişi devam ediyordu ve Arap toprakları birer birer elden çıkıyordu. Bulgaristan kendi halinde takılıyordu ve kimseye saldıracak da bir hali yoktu. Bu durumda Almanya her şeyi kendisi halletmek zorundaydı.

Almanların en büyük tesellisi çift cepheli savaşın tek cepheye inmiş olmasıydı. Artık Almanlar tüm güçleriyle Fransa cephesine yoğunlaşabilirdi. Yine Almanlar İngilizlerin er yada  geç saldıracağını bildikleri için cephe hattı boyunca inşa ettikleri savunma mevzilerini güçlendirme kararı almışlardı. Alman mühendis ve işçiler sabah akşam harıl harıl çalışarak geçilmesi çok zor bir savunma hattı kuruyordu ve mecut hatlar da çelik ve betonla güçlendiriliyordu. Alman savunma hattında savaşın başından beri yavaş yavaş inşa edilip son aylarda da takviye edilip elden geçirilen kaleler, duvarlar, sığınaklar, tüneller, hendekler, mayın tarlaları, makineli tüfek odaları, toprağa sabitlenmiş tanklar ve daha birçok savunma aracı mevcuttu. Birinci dünya savaşının en popüler savunma silahlarından biri olan dikenli ve jiletli teller bile tek başına bir ordunun hücum gücünü yarı yarıya kesebiliyordu.

Savaşın başından beri özellikle batı cephesinde iki taraf da onlarca kez hücuma geçmişti ve çarpışmaların tamamına yakınını savunma yapan taraf kazanmıştı. İki tarafnı da savunması bir türlü kırılamıyordu. 3 senedir bir Almanlar bir İngilizler hücuma geçiyordu ve kim hücuma geçtiyse her seferinde geride onbinlerce telef olmuş asker bırakıp geri dönmek zorunda kalıyordu.

Savaşın bu şekilde kilitlenip kalması Almanların aleyhineydi çünkü İngilizler dışarıdaki sömürge ve ittifakları sayesinde her türlü ürünü tedarik edebiliyorken neredeyse tüm dünyanın ambargosu altında kalan Almanlar açlıkla terbiye oluyordu. Böyle giderse Almanlar açlıktan telef olmuş olacaktı. İlginçtir ki Amerikan askerler Fransa'ya gemilerle gelmeye başladığında askerden çok turisti andırıyorlardı. Askerler en iyi şekilde beslendiği için iri yapılıydı ve kıyafetleri gıcır gıcırdı. Onları gören her iki taraftaki yorgunve bitkin Avrupalı askerlerin travma katsayısı artıyordu.

Bir yandan açlık, bir yandan cepheye gelen Amerikalılar derken Almanlar bir şekilde savaşın kilidini çözmek zorundaydı. Diğer bir deyişle Almanlar sağ kalabilmek için zafer kazanmak zorundayken İngilizlerin böyle bir zorunluluğu yoktu. Almanlar yeni bir saldırı taktiği geliştirmişti. Buna göre yüz binlerce Alman askeri bir arada hücum etmek yerine hücumcu askerler binlerce 10-15 kişilik gruplara bölünecek ve her grup birbirinden bağımsız olarak İngiliz cephesinin arkasına sızmaya çalışacaktı. Bu grupların yarısının bile arkaya sızması başarı getirebilirdi. İngilizler sırtlarını denize vermşlerdi ve olası bir mağlubiyette denize döküleceklerdi. İngilizlerin cepheden çekilmesi Fransa'yı tek başına bırakıp mağlubiyete itecekti çünkü Amerikalılar henüz cepheye sürülmek için hazır değildi. 

Almanlar Mart ayının sonunda saldırıya başlamayı planlıyordu. Bu saldırıdan önce halledilmesi gereken bir mesele vardı, o da Rusya ile imzalanacak bir barış antlaşması. Almanlar Rus delege Trotsky ile masaya oturup görüşmelere başladığında ortalık gereksiz yere gerilmişti. Ruslar cephede mağlup olduklarını kabul ediyorlardı ev barış antlaşması için şartları konuşmaya hazırdılar. Almanlar en başta kayıtsız şartsız barış antlaşmasına yanaşıyordu ama sonradan 2. Wilhelm'i gaza getirmek için "Ruslar şu anda çok zayıf durumda ve istesek Polonya, Ukrayna gibi bölgeleri rahat alabiliriz" benzeri sözler söyleyen General Ludendorff bir çuval inciri berbat etmişti. Ruslar Almanların kendilerinden epeyce toprak kazanması sonucu sinirlenmişti. Lenin sonunda " Almanlarla savaş da yapmayacağız barış da yapmayacağız " diyecekti. Buna göre Rusya savaştan çekilecekti ama Almanlar aklını başına alana kadar barış antlaşması da imzalanmayacaktı.

Almanlar bunun üzerine yeni bir orduyla Rusya üzerine yürüdüler ve kısa sürede 250 kmlik bir ilerleme kaydettiler. Öyle ki Türk ordusu bile Kafkasya'ya asker çıkartıp Azerbaycan civarını ele geçirmişti. Sonunda Rusya Finlandiya, Polonya, Estonya, Litvanya, Beyaz Rusya ve Letonya başta olmak üzere birçok Doğu Avrupa ülkesine bağımsızlık vermeyi kabul etti. Bu Rusya için çok büyük bir kayıptı çünkü bir kalemde Rusya'nın nüfusunun üçte biri, tarım alanlarının %30'u ve sanayi alanlarının yarısı elden çıkmıştı. Aynı zamanda ülkenin bilinen demir rezervlerinin %75'i ve kömür rezervlerinin %90'ı elden çıkmıştı. Almanya yeni bağımsızlık kazandırdığı bu ülkeleri kukla devlet haline getirip uzaktan yönetmek istiyordu. Bunun için de önce batı cephesindeki savaşın da hallolması gerekiyordu.

Almanlar yeni bağımsızlık kazanan Doğu Avrupa ülkelerinin kendisine şükran duyacağın ve bu ülkelerin Almanya'ya asker yardımında buluncağını düşünüyordu ama bu gerçekleşmedi. Üstüne Almanya'nın koruması gereken toprak alanı büyüdüğü içni asker ihtiyacı da artacaktı. Ayrıca Rusya'ya imzalatılan ağır antlaşmayı gören İngiltere ve Fransa Almanya'nın hiç de hafife alınmayacağını görmüştü ve gelecekte barış için pazarlıklar başladığında ellerini çok sıkı tutmaları gerektiğini anlamıştı. Bu da Almanya'nın aleyhine olan bir gelişmeydi. Açıkcası Almanya Rusya cephesinden kağıt üzerinde epeyce toprak kazanmasına rağmen gerçekte hiçbir şey elde edememişti.

21 Mart 1918'de Almanların uzun zamandır beklenen ve savaşa "tamam" veya "devam" diyeceği saldırısı başladı. Bu saldırı sonunda ya İngiliz ordusu ya da Alman ordusu büyük bir darbe yiyerek dağılma noktasına gelecekti. Yukarıda bahsettiğim üzere Alman ordusu 10-15 kişilik binlerce küçük gerilla grubuna ayrılmıştı ve her grup birbirinden bağımsız olarak hareket edecekti. İngilizler daha önce böyle bir şeyle karşılaşmadığı için böyle bir şeyle karşılaşmadığı için ne olup bittiğini anlamaları bile zaman alacaktı.

Alman saldırısı yoğun bir topçu ateşiyle başladı. Bu topçu ateşi daha önce İngiliz ve Fransızların gerçekleştirdiği topçu ateşlerinden farklıydı. İngilizlerle Fransızlar saldırı öncesi topçu ateşi açtığında bu ateş 3-4 gün boyunca aralıksız devam ediyordu ve askerler ilk dakikalardan sonra olacakları anladığı için sığınaklara saklanıyor veya topçuların mevzilerinin dışına çıkıyordu. Bu yüzden 4 günlük bir topçu saldırısında ilk yarım saat dışındaki bölümde pek zarar gören olmuyordu. Almanların topçu saldırısı bundan farklıydı.

Almanların ilk topçu saldırısı 5-10 dakika sürdü ve İngiliz askerler hazırlıksız yakalandı. Saldırıdan sonra ortalık sessizliğe boğulduğunda İngilizler topçu saldırısının bittiğini düşünüp sığınaklarından çıktılar ve hemen ardından ikinci bir saldırı başladı. Bir süre sonra bu saldırı da bitti ve yeniden ortalık sessizliğe boğuldu. İngilizler ne zaman " tamam saldırı bitti" diye düşünüp siperlerinden çıksa hemen ardından topçu saldırısı yeniden başlıyordu. Her seferinde de atılan top mermilerinin tipi farklı oluyordu. Bir topçu saldırısında düşük yoğunluklu mermiler kullanılırken bir sonrakinde yüksek yoğunluklu bombalar kullanılıyordu. Bir saldırıda şarapneller kullanılırken bir sonrakinde kimyasal gazlar kullanılıyordu. İngilizler bir sonraki saldırının ne zaman, ne tarafa ve hangi yoğunlukta gerçekleşeceğini bir türlü tahmin edemiyordu. Bu saldırının mimarı Bruchmuller isminde bir Alman generaldi.

Aslında İngilizler Almanların Belçika'daki Flanders bölgesine saldırmasını bekliyordu ve İngiliz askerlerinin çoğu bu bölgede kümelenmişti. Almanların saldırısı güneyde İngiliz-Fransız hatlarının birleştiği yerde geldi. Böylece paniğe sevkedilen İngilizlerle Fransızların hattı yarılacaktı ve Fransızların kendi hatlarından çekilip İngilizlere yardım etmesi zor hale gelecekti.

Almanların topçu saldırısı sisli bir havada gerçekleşmişti ve bu da saldırının etkisini arttırmıştı. Topçu saldırısı belli aralıklarla yarım gün boyunca devam etmişti ve bundan sonra sıra hücuma geçmeye gelmişti. Alman askerleri gözün gözü görmediği sisli havada hücuma geçmeye çekinse de yapacak fazla bir şey yoktu. İngilizlerin ilk savunma hattı pek bir direniş göstermeden yıkıldı ve Alman askerleri bu hattı çok rahat bir şekilde ele geçirdiler.

İngilizlerin ikinci savunma hattına gelince bazı yerlerde bu hat da yarılmıştı ama Almanlar hem epeyce toprak hem de çok sayıda mühimmat ele geçirmişti. Bazı bölgelerde de Amlan ordusu hiçbir ilerleme kaydedememişti. İngilizler epeyce zayiat verip zayıflasa da çeşitli manevralarla kuzey-güney hattında ilerleyerek denize dökülmekten kurtulmuştu.

Operasyonun ikinci gününde Almanlar yine bazı cephelerde ilerlelemerine devam ederken asıl kırılması beklenen cepheler bir türlü kırılamıyordu. Fransızlar İngiltere'ye yardım için çok sayıda asker yollamıştı ve Almanların ikinci günün sonunda tüm hedeflerine ulaşamaması işi zora sokacaktı. Zaten kırılan cephelerde ne yapılacağıyla ilgili de çok büyük bir kararsızlık vardı. İngiliz cephesini yaran Alman askerleri boş arazide ilerlemeye devam mı etmeliydi yoksa geri dönüp İngilizleri arkadan mı kuşatmalıydı? Boş arazide ilerlemenin hiçbir faydası yoktu, zira az sayıda askerle belli bir toprak parçası ele geçirilse bile elde tutulamazdı ve o askerler ikmal rotalarının dışında kalacaktı. Geri dönüp İngilizlere saldırmak da riskliydi çünkü artık sürpriz elementi ortadan kalkmıştı ve İngilizler ilk saldırının şokunu üstünden atmıştı.

Üçüncü gün Fransız askerleri cepheye ulaştıklarında karşılarındaki manzara dehşet vericiydi. Almanlar bu sefer hem sağ kanatta hem de sol kanatta ilerleme kaydetmişti ve İngiliz hattı düşmek üzereydi. İngiliz askerleri kaçmasın diye savunma hattının arkasına silahlı askeri polisler dizilmişti ve cepheyi terkeden askerlerin vurulacağı açıklanmıştı. Askerlerin çoğu yorgun veya yaralıydı ve İngiliz komutanlar Fransızlardan çaresizce yardım istiyordu. İngilizler takviye 27 tümen asker isterken Fransızlar ikinci gün 7 tümen, üçüncü gün 6 tümen olmak üzere 13 tümen asker yollayabilmişti. Bu bile cömert sayılırdı çünkü Fransızların cephedeki askerleri kendilerine zor yetiyordu.

Almanlar ise kazandıkları onca başarıya rağmen 3 gündür aralıksız hücum ettikleri için yorgun düşmüştü ve en fazla ilerleyen askerler ikmal yollarına en uzak kalanlar olmuştu. Bazı askerlerin yiyecek ve suya ulaşması bile zora girmişti. Bu da Alman ilerlemesini yavaşlatacaktı.

Bu esnada Almanlar bir başka taktiksel hata yaptılar. Bu hata belki de Almanya'ya savaşı kazanabilecekken kaybettiren hata olacaktı. İngiliz savunmasını aşan Almanlar Amiens şehrine saldırabilecek durumdaydı ve şehir neredeyse savunmasız durumdaydı. Bu şehir stratejik bir öneme sahipti ve Belçika ile Fransa arasındaki tren yollarının buluştuğu ve İngiliz-Fransız askerlerinin ikmal yollarının tam ortasındaki bir yerdi. Almanların burayı alması demek İngilizlerle Fransızların birbirine yardım göndermesinin önüne geçilmesi demekti ve Almanlara savaşı kazandırabilirdi.

Ludendorff büyük bir stratejik hata yaparak bu şehrin alınması yerine Alman askerlerini 3 kanada ayırıp 3 farklı şehri almaları için hücuma ayırdı. Aynı zamanda Almanlar 100km mesafeden Paris'i topçu ateşine tutmaya başladılar ama bu stratejik olarak Almanlara az sayıda sivil öldürmekten başka bir şey kazandırmadı.

Dördüncü günde açlıkla ve susuzlukla boğuşan Alman askerleri ele geçirdikleri yerleşim birimlerini yağmalamaya karar verdi. Almanlar Fransızların evlerine yağmalamak için girdiklerinde umduklarından çok daha fazla yiyecek ve içecek bulmuşlardı. Knedileri içecek su bulmakta zorlanırken Fransızların evleri şişe şişe şaraplarla doluydu. Bunu gören Alman askerleri komutanlarının kendilerine yalan söylediğini anlamıştı, zira Alman komutanlar ısrarla " Bizim çektiğimiz zorlukların kat kat fazlasını Fransızlar ve İngilizler de çekiyor " şeklinde telkinlerde bulunuyordu.

Bu arada İngilizlerle Fransızların arası epeyce açılmıştı. İngilizler Fransızların yardıma asker yollamada cimri davrandığını düşünüyorken Fransızlar fazlaca cömert olduklarını düşünüyorlardı. Alman askerlerinin ilerlemeleri sonucu İngiliz-Fransız arasındaki boşluk giderek büyümeye başlamıştı ve Fransızlar Almanların ilerlemelerine devam etmeleri halinde güneye doğru çekileceklerini söylediklerinde bu İngilizleri oldukça sinirlendirdi ve paniğe sevketti, zira bu İngiliz askerlerinin kendi başlarının çaresine bakmak zorunda olacağı anlamına geliyordu.

Beşinci günün sonunda Alman komutanlar sonunda Amiens şehrinin önemini anladılar ve bu şehrin düşmesi halinde Fransızlarla İngilizlerin cephedeki birleşmelerinin imkansıza yakın olacağını gördüler. Alman askerlerine bu kez birkaç gün önce verilmiş olması gereken Amiens'i alma emri verilmişti ama Fransızlarla İngilizler çoktan şehirdeki savunmalarını güçlendirmeye başlamıştı bile.

Altıncı ve yedinci günde Almanlar 15'er km ilerleme kaydederken İngilizler de aynı mesafede geri çekildiler. İki ordu da yürüme hızında ilerliyordu ve çarpışmaların şiddeti azalmıştı. İngilizler Fransız ordusunun başındaki Philippe Petain'e bir türlü söz geçiremedikleri için Fransızlara başcvurdular ve Fransız general Ferdinand Foch'un batı cephesindeki tüm orduların başına geçirilmesini istediler. Kağıt üzerinde İngilizler cephedeki tüm askerlerin kontrolünü Fransızlara bırakıyordu ama gerçekte Petain'in başına patron gelmişti ve olası bir mağlubiyetten Fransızlar sorumlu olacağı için artık mecburen daha fazla çaba harcayacaklardı.

Alman askerleri yağmacılık yaparak karınlarını doyuruyordu ama bu Alman ordusunda disiplinin kaybolmasına sebep oldu. Artık Alman askerleri komutanlarını eskisi kadar dinlemiyordu ve askerler arasında başıbozukluk ortaya çıkmıştı. Bir şekilde Alman askerleri Amiens kapısına dayandığında İngilizler çoktan savunma pozisyonu almıştı. Almanların topçu birlikleri epeyce geride kalmıştı ve onlar gelmeden hücum başlayamazdı. Bu yüzden Alman ilerlemesi şimdilik durmak zorundaydı. 10 gün boyunca iki taraf da siper kazarak hazırlıklarını sürdürmüştü ve bu süre sonunda İngiliz savunması tamamen yerine yerleşeceği için şehrin kolay kolay alınamayacağı ortaya çıkmıştı. 

Almanlar da bir kaç hafta içerisinde biraz toprak kazanıp İngiliz ve Fransızlara 200 binden fazla zayiat verdirdiyse de kendileri de 160 bin asker kaybetmişti. Operasyon Almanlara savaşı kazandırmadığı gibi zaman kaybettirmişti. Artık Amerikanlar cepheye sürülmeye neredeyse hazırdı ve Almanya'nın eli giderek zayıflıyordu.

Artık savaşta ABD hariç hiçbir ülkenin taze askeri kalmamıştı. İngiltere, Fransa ve Almanya sürekli askerlik yaşıtını küçülterek cepheye yeni askerler sürmeye çalışıyordu ama artık cephedeki askerler çocuk denecek yaşa gelmişti. İş bununla da kalmamıştı ve 40 yaşının üzerindeki erkekler de cepheye sürülmeye başlanmıştı. Savaştaki iki taraf da hem fiziksel hem de psikolojik olarak yorgundu. Ülkeler hem siyasi hem ekonmik hem de silahlı güç olarak bitik durumdaydı. Kimsenin yeni bir saldırı başlatacak hali yoktu. Aslında Almanlar tam bu sırada barış antlaşması çağrısı yapıp Belçika ile Fransa'dan aldığı toprakların çoğunu geri verseydi Rusya'dan aldığı topraklarla yoluna devam edebilirdi ve psikolojik olarak da kendisini bir süper güç olarak kanıtlamış olacağından halkı çok da mutsuz olmazdı. Bununla birlikte Almanya diplomatik olarak da çöküşteydi ve savaşın başından beri yaptığı diplomatik hataları devam ettirerek sonunu hazırladı.

Hemen hemen her hafta ABD'den Fransa'ya asker dolu gemiler geliyordu ve Fransa'daki Amerikan askerlerinin sayısı çoktan 2 milyonu geçmişti. Üstelik bu askerlerin yarısından çoğunun eğitimleri tamamlanmıştı ve birkaç gün içinde 1 milyondan fazla Amerikan askeri cepheye sürülecekti. Bu da neredeyse tüm dünyaya karşı tek başına direnen Almanya'nın daha fazla direnmesini imkansız hale getirecekti. Kısaca ABD ordusu bardağı taşıran son damla olacaktı.

Savaşta pilotluk yapan 2 oğlu da şehit düşen ve savaşın başından beri yaşadığı tüm olaylardan dolayı psikolojisi altüst olan Alman komutan Ludendorff bir türlü İngilizlerle barış masasına oturmaya ikna edilemiyordu. Kendisi savaşın başında Belçika'da, daha sonra da Rusya'da üst üste zaferler kazandığı için İngiltere'yi de yenebileceğina ikna olmuştu. Kendisi savaşın bir diplomasi aracı olduğuna inanıyordu ve eninde sonunda pazarlık masasına oturulsa bile bundan önce Almanya'nın elinin mümkün olduğunca güçlü olması gerektiğini savunuyordu.

9 Nisan'da Almanlar Ludendorff'un gazına gelip bir saldırı başlattı ama bu saldırı öncekilere göre çok daha cılız kalmıştı. Zira iki tarafta da sağlam askerler kalmadığı için yaraları ağır olmayan askerler de cepheye sürülmüştü. Alman ordusu adeta 40 kmlik bir maratonun sonunda dizlerinin bağı çözüldüğü için artık koşmaya hali kalmayan bir maratoncu gibiydi. Operasyon o kadar zayıftı ki operasyona bir zarif ama zayıf bir kadın ismi olan Georgette ismi verilmişti.

Aslında operasyonun ilk günleri Almanlar için hiç de kötü geçmemişti. İngilizler böyle bir saldırıyı beklemedikleri için hazırlıksız yakalanmıştı ve Almanlar toprak olarak ilerleme kaydetmişti. Bazı bölgelerde İngilizlerle beraber Fransızlar da geri çekilmek zorunda kalmıştı. Bununla beraber çarpışmaların ilk haftası bittiğinde Almanların yine çok önemli bir kazanım elde edemeyeceği, elde edilen ufak toprak parçalarının stratejik olarak hiçbir öneme sahip olmadığı ve kaybedilen 150 binden fazla askere değmeyeceği ortaya çıktı. Almanlar bu operasyondan hiçbir şey elde edemediler ve geride yüzbinin üzerinde zayiat bırakarak daha da zayıfladılar.

15 Mayıs itibariyle İngilizler Almanlara barış antlaşması önerisinde bulundu. İngilizlerin pazarlık masasına oturmak için istediği tek şey Almanların Belçika'dan çıkıp bu ülkeye bağımsızlığını iade etmesiydi. Bu Almanlar için bulunmaz bir fırsattı çünkü Almanlar savaşta Belçika hariç bir sürü toprak kazanmıştı ve bunların yarısını bile elinde tutsa savaşı kazanmış sayılırdı. Alman halkı barış istiyordu ama generaller hala bu savaşın kazanılabileceğine inanıyordu. Ludendorff kesin bir zafer kazanılmadan savaştan çıkmamaya kararlıydı.
[+] 5 üye Duman nickli üyenin bu iletisini beğendi.
Cevapla
#3
27 Mayısta Almanlar Fransa'ya yeni bir saldırı başlattılar. Plana göre önce İngiltere-Fransa hattının güneyinde kalan bölgeye saldırılıp dikkat çekilecekti, sonra da İngiliz-Fransız askerleri buraya yığılınca yeniden savumasız kalan Belçika'ya saldırılacaktı. Trenlerle saldırı bölgesine 4 bin Alman topu ve 4 bin havan topu getirilmişti ve saldırı başladığında tüm bu toplar aynı anda ateşlenecekti. Bu da cephedeki İngiliz-Fransız askerlerine hiç beklemedikleri bir şok yaşattı. Bu çarpışmada sonradan Almanya'yı ele geçirecek olan Adolf Hitler de savaşıyordu ve 12 Fransız askerini esir alarak ikinci demir haç madalyasını kazanmıştı. Çarpışmaların ilk günü Almanlar düşmanlarının şokundan faydalanarak 10 km'ye yakın bir mesafe kaydettiler ve Fransızlar geriye püskürtüldü.

Bu kez Almanların en büyük hatası ilk günün kazanımlarının üzerine yatıp dinlenmek yerine hiç dinlenmeden saldırılara devam etmek oldu. Alman askerleri 24 saat bouynca hücuma devam edip yorgun düşmüştü ve daha fazla ilerleyecek halleri kalmamıştı. Ayrıca Alman ordusunun sağ kanadıyla merkezi rahatça ilerlese de sol kanat direnişle karşılaşmıştı ve çakılıp kalmıştı. Bu da ilerlemeye devam eden Alman ordusunun sol kanattan mahrum kalacağı anlamına geliyordu. İkinci günün sonunda Vesle şehrine hakim tepeleri ele geçiren Almanlar buradaki Fransız mühimmatlarına el koydular ve geçici olarak da olsa savunma pozisyonuna geçtiler.

Fransızlar bu hızla giderse Paris'in bile tehlikeye düşeceğini gördükleri için panik halindeydi. Aynı Almanların planladığı gibi kuzey cephe hatlarındaki askerler güneye taşınmaya başlanmıştı. Yalnız Almanlar da bu operasyonu yürütmek için aynısını yapmıştı ve Almanların da kuzey hatlarında fazla askeri yoktu.

Şimdi Almanların önünde iki seçenek vardı. Operasyonda başarılı olan sağ kanat ve merkeze asker kaydırarak operasyonun başarısının devam etmesini sağlayabilirlerdi veya başarısız olan sol kanadı takviye askerlerle destekleyip başarılı olmasını sağlayabilirlerdi. Ludendorff ne olursa olsun bu operasyonun başarılı olmasını istiyordu ve Belçika'dan getirdiği yedek askerleri cepheye sürmeye başlamıştı.

Haziranın başında Amerikalılar yardıma gelmişti ve bu operasyon Amerikalıların aktif olarak çarpıştığı ilk operasyondu. 6 Haziran itibariyle Almanlar kazandıkları toprakların önemli bir kısmını kaybetmişti ve elde tuttuklarını da ağır kayıplar vererek tutabilmişti.

Bu çarpışmalardan sonra İngiliz cephe hattını yarıp Fransa'da ilerlemeye başlayan ve Paris'e 80 km mesafeye kadar yaklaşan çok sayıda Alman askeri kapana kısılmıştı çünkü İngilizler yarılan cephe hattını yeniden kurmuştu ve şimdi Almanların geri çekilip Alman hattına dönebilmesi için bu hattı yeniden yarmaları gerekiyordu.

Fransa'nın içine daha fazla ilerlemeleri de mümkün değildi çünkü ikmal yolları İngilizler tarafından kapatılmıştı. Fransa'daki Belleau ormanında kısılıp kalan 5 tümen Alman askerine Almerikalılar başta olmak üzere koalisyon askerleri saldırı düzenlemişti. Ormandaki çarpışmalar 1 ay devam etti ve sonunda Almanlar ağır kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kaldı.

Bu da yetmezmiş gibi cephede yayılmaya başlayan İspanyol gribi salgını yüzünden 200 bine yakın Alman askeri 1 ay içerisinde hayatını kaybetti. Alman ordusunun artık tutunacak hali kalmamıştı.

Bundan sonra 4 Temmuz'da toplam 93 dakika süren Hamel savaşı yaşandı ve uzun zaman sonra ilk kez hücuma kalkan İngilzi-Fransız-Amerikan tarafı Amiens şehrine yakın duran ve şehri tehdit eden Alman askerlerini bölgeden tamamen temizlemeyi başardı. Bölgedeki 6 bin Alman askerlerinden yarısı ya öldürülmüş ya da esir alınmıştı ve geri kalan Alman askerleri çareyi kaçmakta bulmuştu.

Almanlar savaşı kaybettiklerini anlamıştı ama artık ellerinde ne kaldıysa son bir saldırı yapıp şanslarını deneyeceklerdi. Bu kumarda her şeyini kaybeden bir adamın son çare olarak oturduğu evi masaya koymasına benziyordu. Almanlar İngilizleri tamamen Belçika'dan atıp savşa dışı bırakmak için 52 tümenlik bir ordu kurmuştu ve 15 Temmuz'da bu ordu saldırıya geçecekti. Her zamanki gibi saldırının başında Almanlar düşmanı sürprize uğratarak kazanımlar sağladıysa da 500 kadar tankla kontra atağa kalkan Amerikanlar Almanların ilerlemesini durdurmaya yetmişti. Almanlar Ağustos'un ilk haftasında geri çekilirken geriye 150 bin zayiat bırakmıştı.

Bu Almanların savaştaki son saldırısıydı ve Almanlar artık savaştan mağlup ayrılmıştı. Müttefikler bu çarpışma bittikten hemen 3 gün sonra Almanları bitirmek için 3 ay sürecek olan 100 Gün Hücumu adı verilen operasyonu başlattılar. İngiltere, Fransa, ABD ve Belçika cepheye 6.5 milyon asker sürmüştü ve Alman tarafında önemli bir kısmı hasta ve sakat olmak üzere 3 milyon asker kalmıştı. Bu askerlerin de önemli bir kısmı silah bırakmıştı ve verilen emirlere itaat etmiyordu.

Ludendorff "emre itaat etmeyen Alman askerlerinin vatana ihanet suçundan idam edilmesi" emrini verdi. İngiltere ve Fransa savaşın başından beri bu tür bir uygulamaya sahipti ama Almanlar ilk kez böyle bir karar almıştı. Birkaç hafta önce İtalya cephesinde çok pis yenilen Avusturya savaştan çekilmek için diplomatik girişimlere başlamıştı ama İngiltere'den "artık çok geç güzel kardeşim" cevabını almıştı. Doğu Avrupa'daki şehirlerde Almanya karşıtı gösteriler gittikçe yaygınlaşıyordu. Osmanlı Devleti Arap topraklarının tamamına yakınını kaybetmişti ve yıkılmasına sayılı günler kalmıştı.

9 Ağustos'tan itibaren saldırıya geçen müttefikler Almanya'ya ağır zayiatlar verdiriyordu. Her gün ortalama 7 bin Alman askeri telef olmaktaydı. Gerçi müttefiklerin de kayıpları aşağı yukarı aynı seviyedeydi ama asker sayısı olarka 2 kat daha fazla oldukları için pek koymuyordu. Müttefikler bir saldırıyı bitirir bitirmez yeni saldırıya başlıyordu. Almanlar da pek askeri vasıta kalmadığı için askerler yürüyerek veya koşarak geri çekilmek zorunda kalıyorlardı. Bütün bunlar da yetmezmiş gibi Yunanistan'da konuşlanmış olan Fransız, İtalyan ve Sırp askerler de balkanlarda saldırıya geçmişti ve Almanlar burada da toprak kaybetmeye başlamıştı. Üstelik bu kez savaşa Yunanistan da dahil olmuştu. Bulgarlarla Almanlar en başta başarılı bir savunma yapsalar da sonunda mermi ve mühimmatları tükenince geri çekilmek zorunda kaldılar.

Eylül ayının sonunda Ludendorff Alman askerlerine batı cephesinde geri çekilmeyi yasakladı ve eldeki mevzilerin son askerin son kan damlasına kadar savunulmasını emretti. Cephedeki Alman komutanlar bu emri harfiyen yerine getirecek değildiler ve cephelerde alınan mağlubiyetler sonrası askerlerin geri çekilmesine büyük ölçüde izin verilecekti. Ekim ayında çarpışmaların şiddeti giderek artıyordu ve her iki taraf da 200'er bin zayiat vermişti. Savaşın bu tempoda devam etmesi iki taraf için de mümkün değildi. İki taraf da kahramanca ölümüne çarpışıyordu ve işe sadece askerler ve toplar değil binlerce tank ve savaş uçağı da dahil olmuştu. Ekim ayındaki bir aylık dönemde sadece batı cephesinde atılan bomba miktarı savaşın ilk yılında tüm cephelerde atılan tüm bombaların toplamından daha fazlaydı.

Ludendorff savaşın başından beri ilk kez müttefiklerle masaya oturup barış antlaşması yapmak istiyordu. Aslında kendisi barış antlaşmasından çok 1-2 ay ateşkes yapıp Alman ordusunu yeniden yapılandırmak ve savunma mevzileri kurup savaşa kaldığı yerden devam etmek istiyordu ama buna kimseyi ikna edemezdi. Bu noktada Alman ordusu Belçika'dan tamamen atılmıştı ve Fransa'daki tüm toprak kazanımlarını da kaybetmişti. Aslında Almanlar açısından bu bile başarı sayılırdı çünkü 3 ay boyunca 6 buçuk milyon asker tarafından saldırı üstüne saldırı düzenlenmesine rağmen Almanya savaşın başında sahip olduğu toprakların hiçbirini kaybetmemişti. Şimdilik sadece savaşta kazanılan topraklar kaybedilmişti. Örneğin İkinci Dünya Savaşında Almanya savaşı kaybettiğinde düşman askerleri Berlin'e girmişti ve Almanya'nın neredeyse tüm şehirleri işgal edilmişti. Birinci Dünya Savaşının sonunda ise Almanya orijinal topraklarını tamamen muhafaza etmeyi başarmıştı.

Sonradan ülkeyi ele geçirecek olan Hitler ısrarla Alman ordusunun çok erken pes ettiğini, savaş devam etse müttefiklerin o kadar zayiatla ilerlemeye devam etmesinin mümkün olmadığını, Almanya'nın savaşa çok rahat bir şekilde devam edebileceğini iddia ederek epeyce taraftar toplamıştı. Hitler'e göre savaşın Almanya daha Belçika ve Fransa'dan yeni atılmışken bitmesi ihanetti. Peki barış antlaşması nasıl sağlanmıştı? Şimdi ona gelelim.

İlk olarak Alman başbakanı Hertling istifa etti. Daha sonra Berlin'dek meclise askerler tarafından haber salındı ve savaşı kaybetmek üzere oldukları bildirildi. Bunun üzerine ABD ve İngiltere'yi barışa ikna edebilecek yeni bir hükümet kurulmasına karar verildi. Kurulan yeni hükümetle verilmek istenen mesaj "Almanya demokrasiye geçiyor" mesajıydı. Yeni başbakan Prens Max oldu. Prens Max Alman İmparatoru Wilhelm'in uzaktan akrabası olduğu için Almanların değiştiği konusunda İngilizler ikna olmuş değildi. Bunun üzerine Alman meclisi Prens Max liderliğinde toplandı ve ABD Başkanı Wilson'a hitaben "14 ilkenin tamamını kabul ediyoruz, acilen barış antlaşması yapılsın" diyen bir mektup yazıldı. Wilson da cevap olarak "14 ilkenin tamamını kabul ediyorsanız ve işgal ettiğiniz tüm topraklardan çekilecekseniz barış antlaşması yapmaya hazırız" dedi. Bu esnada Ludendorff hala "kış mevsimi geliyor, birkaç hafta sonra kar yağışları başladığında Amerikalılar mecburen saldırıyı kesecek" diyerek savaşa devam etme konusunda meclisi ikna etmeye çalışıyordu.

Alman politikacılar barış istiyordu ama asker kesimi hala savaşa devam etmek istiyordu. Barış görüşmelerini sabote etmek isteyen bir Alman komutanın emriyle İngiltere-İrlanda arasında seyahat eden bir yolcu gemisi batırıldı ve 450 kişi hayatını kaybetti. İngilizler ve Amerikalılar kızgındı. ABD Başkanı Wilson Almanlara bir mektup yolladı ve "bundan sonra barış görüşmeleri yapacaksanız benimle veya İngiliz yöneticilerle değil cephedeki generallerle yapacaksınız" dedi. Wilson Almanya kendi askeri kesimine fazlaca güç verdiği için onları protesto ediyordu. Almanlar barış için İngiliz ve Amerikan generalleri ikna etmek zorundaydı ve bu kişiler Almanlara kızgın oldukları için yapılacak olan antlaşmanın şartları daha da sert olacaktı.

Bu arada Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Macaristan'ın çıkmasıyla dağılmıştı. Ayrıca imparatorluk içindeki Hırvatlar, Çekler, Slovaklar ve çeşitli milletler bağımsızlıklarını ilan etmek istiyordu. ABD'de kongre seçimlerine 2 hafta kalmıştı ve Wilson'un partisinin kongrede çoğunluğu kaybetmesine kesin gözüyle bakılıyordu. Wilson bu yüzden vakit kaybetmeden bir an önce barış antlaşması imzalanmasını istiyordu. İkinci mektubundan kısa bir süre sonra üçüncü bir mektup yazan Wilson Almanya'ya "eğer pazarlıklar hemen başlamazsa bundan sonra pazarlıkları değil Almanya'nın teslim oluşunu konuşuyor olacağız" diyerek gözdağı verdi. Ona cevabı bu kez Alman kongresi yerine askeri kesim, yani Ludendorff verdi : Gerekirse sonuna kadar savaşacağız ama asla teslim olmayacağız.

Cephede Avusturya çkünce İtalya da cesaret bulup kuzeye doğru ilerlemeye başlamıştı. Almanların artık tutunacak dalı kalmamıştı. Alman ordusundaki birçok general ve Alman meclisindeki birçok vekil barış için gerekirse Ludendorff'un görevden alınmasını, yetmezse İmparator Wilhelm'in görevden alınmasını savunmaya başladı. Hem mecliste hem de orduda Anti-Ludendorff'cu kesimin sesi giderek yükseliyordu. Örneğin bir Alman amiral 3 savaş gemisini denize çıkartıp İngilizlere saldırmaya karar verince gemi mürettebatı isyan bayrağı çekmişti ve emirlere itaatsizlik yapmıştı.

Sonunda 26 Ekim'de Ludendorff baskılara dayanamayarak istifasını verdi. Aynı gün Alman meclisi acil olarak toplandı ve Wilson'a bir telgraf yollayıp "tüm şartları kabul ediyoruz" mesajını geçti. Bu süreçte Avusturyalılar ve Osmanlılar da kayıtsız şartsız teslim olduklarını açıkladılar ve Almanya'da çeşitli isyanlar çıktı. Bazı Alman vilayetleri bir an önce barış antlaşması imzalanmazsa bağımsızlık ilan edip ayrı ülke kuracağından bahsediyordu. Her ne kadar savaşı müttefikler kazandıysa da savaşın sonunda Almanya 2 milyon (ayrıca Avusturya, Osmanlılar ve Bulgaristan da 2 milyon) müttefikler 5.5 milyon asker kaybetmişti.

Taraflar masaya oturduğunda sadece savaşı bitirecek değil, aynı zamanda savaşı başlatan Almanya'yı ağır bir şekilde cezalandıracak şartlar ortaya atıldı. Örneğin Almanya bundan sonra 100 binden fazla askere sahip olamayacaktı ve Alman deniz kuvvetlerinin boyutu İngiliz deniz kuvvetlerinin 5'te 1'ini geçemeyecekti. Almanya savaştaki diğer ülkelere uzun yıllar boyunca tazminat ödeyecekti ve müttefikler bir süre sonra Almanya'nın içişlerine karışabilecekti. Yine Orta Avrupa'da birçok devlete bağımsızlık verilecekti. Almanya'nın Avusturya ile birleşmesi yasaklanmıştı. Bunun gibi Almanya'yı cezalandıracak birçok madde vardı. 1930'larda Hitler Almanya'nın başına geçince bu maddelerin hepsini teker teker çöpe atacaktı ve bu da İkinci Dünya Savaşı'na sebep olacaktı.

Metin ekşisözlükten alıntıdır, daha okunabilir hale getirilmiştir.
[+] 13 üye Duman nickli üyenin bu iletisini beğendi.
Cevapla
#4
Devamını bekliyorum
Ara
Cevapla
#5
We all wait for him...
Ara
Cevapla
#6
Yeni bir kısım ekledim, gün gün eklemeler yapacağım.
Cevapla
#7
Eğer sayı istatistiklerinide bulabilirsen çok iyi olur. O dönemde bizim ve rakibimizin sayılarını az çok biliyoruz ama Almanların savaşlarındaki sayıları pek bilinmiyor gibi
Ara
Cevapla
#8
Zevkle takip ediyorum, forumdaki en iyi yazılardan bi' tanesi.
Ara
Cevapla
#9
Şu ana kadar okuduğum en iyi tarih yazılarından biri sağolasın.
Ara
Cevapla
#10
Konuyu tamamladım, iyi okumalar.
Savaş Tarihi bölümünü bu tarz konularla dolduracağız.
[+] 1 üye Duman nickli üyenin bu iletisini beğendi.
Cevapla
#11
@Finrod'un katkılarıyla konudaki çok sayıdaki yazım hatasını giderdim.
Cevapla
#12
Güzel derleme.
Ara
Cevapla
#13
Güzel çalışma olmuş fakat azıcık görsellerle zenginleştirilseydi daha doyurucu bir yazı olurdu diye düşünüyorum.
[+] 1 üye Bambukavak nickli üyenin bu iletisini beğendi.
Ara
Cevapla
#14
Çok teşekkür ederim zevkle okudum.
Ara
Cevapla
#15
Samsun-istanbul uçuşu boyunca bu yazıyı okudum film gibi anlatımdi
Ara
Cevapla
#16
Hocam çok güzel anlatmışsın. Teşekkürler
Ara
Cevapla
#17
Tek solukta okudum,film gibiydi.Bir kez daha savasin cok aci oldugunu hatirlatti bana. Milyonlarca kisi bir hic ugruna oldu gittiler. Alinacak cok dersler ve ibretler var.Ludendorff`da oldugu gibi olumune inat etmek cok daha kotu sonuclara yol acabiliyor.

Yazi cok guzel,birkac harita eklersen daha da iyi olabilir.

Almanlarin savas basindan sonuna kadar sinirlari


EyX4y9.jpg

Qp6o2V.gif
[+] 1 üye Sezar nickli üyenin bu iletisini beğendi.
Ara
Cevapla
 




Konuyu Okuyanlar: 1 Ziyaretçi



Strategyturk Forumları

Strategyturk Forumları tüm Türk stratejiseverler için büyük ve kaliteli bir platform olma amacı güder. Forum içerisinde çok sayıda strateji oyunu için bölüm ve bu bölümlerde haber konuları, rehberler, mod tanıtımları, multiplayer etkinlikleri ve üye paylaşımları için alanlar yer alır.