İleti Sayısı: 2,479
Üyelik Yılı: 2016
Imperium:
47
22-04-2018, 11:28
(Son Düzenleme: 17-05-2018, 17:05, Düzenleyen: Duman.)
Bu sohbetteki ana konumuz Demokrasi.
Sohbet Maddeleri- Demokrasi`nin gunumuzde en populer yonetim bicimi haline getiren sebepler
- Demokrasinin ortaya cikis sebepleri
- Demokrasinin sonuçları
- Demokrasiye yonelik elestiriler
•
İleti Sayısı: 1,156
Üyelik Yılı: 2015
Imperium:
10
Demokrasi nedir? nasıl işlemeli? ülkemizde ve dünyada uygulanabilirliği nedir önce bunları konuşmak gerekiyor.
Demokrasi yaygın olarak kendi yöneticilerimizi kendimizin seçtiği yönetim biçimi olarak biliniyor.
bana göre Gerçek demokrasi insan hak ve özgürlüklerininn korunduğu, herkese eşit adaletli olunmasını sağlayan , seçilen yöneticilerin kendi menfaatlerinin yerine ülkedeki insanların çıkarları menfaatlerini ön planda tttuğu ve gerektiğinde herşeyin şeffaflığı ilkesiyle halka hesap verebildiği yönetim biçmidir.
ülkemizde ve dünyada Demokrasi ne kadar uygulanabiliyor? tam anlamıyla demokratik bir ülkemiyiz? siyasi partiler ne kadar demokratik? ne kadar adil ve bizlerin haklarını ne kadar koruyorlar?
Demokrasiyi savunanlar demokrasi dünyanın en iy iyönetim biçimi savındalar. aslında kısmen doğru. gördüğüm kadarıyla tam manayla demokrasinni uygulandığı tek ülke kanada.
demokrasi çoğunluğun ne istediği değil azınlığın hakkını savunabilmektir.
iki kurt ve bir kuzu akşam ne yiyeceklerini oylayabilirler. bu demokratiktir ama adil değildir. demokrasinin de adil olma gibi bir iddiası zaten yoktur malesef . kuzular da oy vererek, bu sisteme alet olarak kurtlara yardım etmektedir. + her yıl kurt sayısı da arttığından bu açmazın çözümü artık oyla şu haliyle demokrasiyle değildir.
Aşağıdaki 1 üye Raijin nickli üyenin bu iletisini beğendi:1 üye Raijin nickli üyenin bu iletisini beğendi.
• Merco
İleti Sayısı: 1,433
Üyelik Yılı: 2015
Imperium:
8
22-04-2018, 14:22
(Son Düzenleme: 22-04-2018, 14:23, Düzenleyen: Awake.)
Sen mükemmel bir sistem inşa ettiğini, olağanüstü bir yasal düzen hazırladığını zannetsen dahi insanoğlu her daim kuralları aşmanın yolunu bulur, bu insanoğlunun doğasıyla alakalı.
Bugüne kadar var olmuş bütün yönetim sistemlerinin hem başarılı, hem de başarısız örnekleri var, demokrasiyi bu sistemlerden farklı kılan yönü 19. yüzyıl aydınlarının onu idealize ediş şeklidir, verilecek kararlar iyi de olsa, kötü de olsa insanlık yönetme gücü için tek bir insana ya da topluluğa değil, halka güvenmeyi seçmiştir, yasalar buna göre hazırlanmıştır, demokrasinin yıkımını engellemeye çalışan kuvvetler oluşturulmuştur, bunca çabaya rağmen demokrasi pek çok kez yozlaşmış, demagogların elinde çevirdiği bir oyuncağa dönüşmüştür. Peki bu durum demokrasinin bugüne kadar var olmuş en güvenilir, en güçlü ve en stabil sistem olduğu gerçeğini değiştirmeye yeter mi? Hayır. Demokrasi insan doğasını dizginlemek için gücü halkın elinden almaya çalışmamış, aksine herkese eşit güç dağıtmaya çalışmıştır, yönetim için tek bir insana güvenmemiş, halkın tamamının doğru kararı vereceğine güvenmiştir.
Burada halkın üstüne düşen görev, bu, ona bahşedilen gücü sonuna kadar savunmaktır, bunu başaramayan halkların demokrasisi de başarısız olur elbet, başaranlar ise dünyanın en güçlü sisteminin bir parçası olma şansını elde ederler.
Aşağıdaki 1 üye Awake nickli üyenin bu iletisini beğendi:1 üye Awake nickli üyenin bu iletisini beğendi.
• Kierkegaard
İleti Sayısı: 670
Üyelik Yılı: 2015
Imperium:
6
•
İleti Sayısı: 2,479
Üyelik Yılı: 2016
Imperium:
47
30-04-2018, 18:57
(Son Düzenleme: 30-04-2018, 19:19, Düzenleyen: Sezar.)
(22-04-2018, 15:21)Kaiser-i Rum : Platon'a katılıyorum.
Platon`un ve Sokrates`in demokrasi hakkindaki elestirileri oldukca hosuma gidiyor. Platon, Atina`da demokrasinin kalkmasi gerektigini savunmustur, korktugu sey ise bilincsiz halkin vasifsiz yoneticileri iktidara getirmesiydi. Sokrates`in elestirileri icin su videoyu izlemenizi tavsiye ederim.
Gunumuze bakacak olursak demokrasi halki bilincli ve egitimli Bati Avrupa ulkelerinde verimli oldugu kadar Ortadogu-Afrika ulkelerinde verimli olamiyor. Sadece halkin bilinc seviyesi degil ayni zamanda halk bilincli olup adaletli kisileride yonetici yapsa bu kisiler zamanla yozlasabilir bunu engellemek icin iyi bir check-balans sistemi kurulmali. ABD`de yuksek yargi-senato-baskan seklinde gucler ayriligi ve 3 sistemin birbirini denetlemesi uzerinden giden bir sistem iyi isliyor gibi gozukuyor.
Aşağıdaki 1 üye Sezar nickli üyenin bu iletisini beğendi:1 üye Sezar nickli üyenin bu iletisini beğendi.
• Dionysos
İleti Sayısı: 1,189
Üyelik Yılı: 2016
Imperium:
19
(30-04-2018, 18:57)Sezar : Platon, Atina`da demokrasinin kalkmasi gerektigini savunmustur, korktugu sey ise bilincsiz halkin vasifsiz yoneticileri iktidara getirmesiydi.
Günümüzdeki demokrasinin korkutucu bir nitelikte bulunan özelliği: "Bilinçsiz halkın vasıfsız yöneticileri iktidara getirmesi"
•
İleti Sayısı: 26,429
Üyelik Yılı: 2015
Imperium:
139
Demokrasi üzerinde çok şey yazılabilecek ilginç bir olgu bana kalırsa, bu gibi tartışmalarda özellikle Churchill'in demokrasi hakkında söyledikleri aklıma geliyor: Demokrasiye karşı en güçlü argüman, ortalama bir seçmenle girilen 5 dakikalık sohbettir. Demokrasinin ideal bir şekilde işleyişi için demokrasi başta olmak üzere belli değerleri sindirmiş ve kültürünün bir parçası haline getirmiş bir halka sahip olmanız gerekiyor. Evet monarşilerle kıyaslandığında, ülkenin kaderinin tek bir adamın ağzından çıkacak söze bakmaması her zaman daha tercih edilesi bir şey gibi görünse de, bu tek adamın Kral olsun veya başka bir şey, verdiği kararların ve ülkenin bu kararlardan etkilenişinin her zaman demokrasi düzeninde alınan kararlardan ve ülkenin durumuna olan etkisinden kötü olmayacağını düşünüyorum. Yani diktatör de olsa "doğru diktatör" ve demokrasi de olsa "yanlış demokrasi" olabiliyor belli şartlar gerçekleştiğinde. Demokrasiyi ideal kılan husus bana kalırsa "haketme" faktörüdür, eğer halkın %60'ı veya %70'i seçime katılan bir unsura oy veriyorsa, o unsurun kararları doğrultusunda o ülkenin başına gelenler benim gözümde hakedilmiş şeyler oluyor çünkü halkın bir kefilliği durumu söz konusu. Ve bence bu "haketme" faktörü "doğru yönetim biçimi" tartışmalarında hakettiği değeri görmeyen unsurlardan birisi.
İleti Sayısı: 261
Üyelik Yılı: 2016
Imperium:
1
İnsanların anlamadığı hususlardan birisi de Monarşinin tek adam rejimi olduğunu sanmak. Biz ona halk arasında Despotizm Tiranlık falan diyoruz Monarşi değil. Bıktım şu Monarşiyi tek adam diktası sananlardan.
İleti Sayısı: 254
Üyelik Yılı: 2016
Imperium:
3
27-06-2018, 19:54
(Son Düzenleme: 27-06-2018, 19:55, Düzenleyen: basileus.)
Demokrasiyi popülarize eden sebeplerin başında filozofların bu sistemde despotlaştığını/despotlaşabileceğini düşündükleri yönetimlere karşı halkın geniş kesimlerinin dengeleyici gücünü taşıyabileceğini ummaları ve bu yönde kalem oynatmaları gelir. Türkiye'de Kemalizmin "engel/ayrıştırıcı tanımaz ulusal irade" vizyonu gereğince iyi biçimde tanıtılan/tanınan Rousseau'nun da aralarında bulunduğu toplum sözleşmecileri bu filozoflardan bazılarıdır. Özellikle Rousseau bu konuda kelimenin tam anlamıyla uçlarda dolaşan, halk iradesini alabildiğine yücelten ve aşırılaştıran, onun temsilciler aracılığıyla aktarılmasında bile bir sapma emaresi görmesi nedeniyle doğrudan demokrasinin müdafiiliğini yapmış bir düşünürdür ve fikirlerindeki bu aşındırıcı yön Fransız Devrimi'nin uygulamalarında ifadesini bulmuş; belki de, Devrim sonrasında kurulan siyasi düzende Jakobenler'in sıkça kullandığı "Kutsal Dağ" metaforunda halk egemenliğinin Tanrı kültüyle, dinle yarışacak kadar büyük bir ikon olduğu en açık biçimde gözler önüne serilmiştir. Bu "kutsal dağ" devrimin düşmanlarına şimşekler, alevler gönderen, kudreti sonsuz bir varlıktır ve ulusal iradenin tahripkarlığını, mukaddes oluşunu sembolize ettiği söylenebilir.
Demokrasinin ikinci bir popülarizasyonu "kalkınma kuramı" adını verebileceğimiz bir kanal vasıtasıyla yapılmakta ve yayılmaktadır. Liberallerin sıkça dile getirdiği bu kurama göre demokrasi-bireysel özgürlükler ve iktisadi kalkınma arasında ayrılmaz bağlar bulunmaktadır. Daron Acemoğlu, muhtemelen beyaz yaka yeni nesil liberaller ve sosyal demokratlar arasında hatırı sayılır bir şöhrete kavuşan "Ulusların Düşüşü" adlı kitabını bu tezin üzerine -demokratik kurumlar/özgürlükçülük üzerine bina edilmiş yapılar kalkınma sağlar- kurmuştur denebilir. Kitabın sadece başından bir parça okuduğum için iddiamı daha fazla derinleştirmem pek mümkün değil ama kitabı okuyanların bu sözlerime karşı çıkacağını da sanmıyorum. Bu kanal üzerinden demokrasiyi savunmak, kanaatim odur ki demokrasinin en zayıf savunusudur. İnsanlık tarihi liberal-demokrat olmayan rejimler altında iktisadi kalkınma yolunda büyük adımlar atmış çok sayıda ülkenin varlığına şahittir. Asya Kaplanları olarak bilinen ülkelerin pek demokratik bir idareye sahip oldukları iddia edilemezdi: Ancak Güney Kore büyük kalkınma hamlesini grevci işçilere dışkılarını yediren bir askeri diktatörlük idaresi altında gerçekleştirirken, Japonya da 1950'lerden beri tek bir partinin hükümranlığıyla yönetildiği halde bu alanda o çok övülen ve emsal olarak ileri sürülen başarılarını kaydetmişti.
İlk ve en yetkin ifadesini Avrupa kıtasında bulan demokrasi sistemi, bu kıtadaki tabakalaşmaların, bu tabakalaşmanın özgün dinamiklerinin ve bu dinamikler neticesinde ortaya çıkmış nazik dengelerin ürünüdür ancak bir demokrasi iktidarının ardındaki ilk nedenin "özgür sınıflar"ın varlığı olduğu söylenebilir. Asya topraklarında, büyük tarım projelerinin yürütülmesi ihtiyacı kapsamında kendisini dayatan geniş bürokratik devlete karşı Avrupa'nın coğrafyasından çıkan yönetim, gelişmiş, reşit bir burjuva sınıfının belirleyici olduğu dengeler etrafında şekillenmiş ve bir çeşit hava boşluğu meydana gelmiştir. İlk döneminde demokrasi bu hava boşluğunun ürünü olduğu kadar, nüfus azlığının da eseriydi. Yanlış hatırlamıyorsam Atina kentinin o dönemdeki toplam nüfusu 3000 kişiyi geçmemekteydi. Bu da işlerin danışılarak yürütülmesi için doğal bir fırsat sunuyordu.
Aristoteles'in dengeli bir demokrasi olarak nitelendirilebilecek ve aristokratik-monarşik (burası hatalı olabilir) izler de taşıyan bir yönetimi, "anayasal yönetim"i erdemli yönetim olarak kabul ettiği bilinir. Onun Roma'daki ardılı olan Polybius bu üç yönetim biçiminin iç içe geçmesinden oluşacak bir "karma anayasa" temelli rejimin insanlar için en ideal iktidar olduğunu savunuyor ve böylece bu üç yönetim biçiminden de izler taşıyan Roma yönetimini meşrulaştırıcı bir rol üstleniyordu. Bu isimleri örnek vermemin nedeni demokrasi düşüncesinin Avrupalı düşüncesinde eskilerden beri ne kadar kesin bir yer edinmiş olduğunu göstermektir. Doğu'da bürokratik devletin sınıfları bastırdığı bir ortamın karşıtı olan bir sosyolojik yapı, kendisini bu şekilde gösteriyordu. Temel dinamosu olan burjuva sınıfı zayıfladıkça demokrasi de gitgide zayıflamaya yüz tuttu ve yerini, kent cumhuriyetlerinin yükselişine kadar, krallıklara bıraktı. Ancak Ortaçağ'da da soylular arasında bir seçim yapıldığı ve en tepedeki feodalin bu şekilde demokratik denilebilecek bir metodla seçildiği tahmin edilebilir. Bazı siyaset felsefecilerinin sözlerinden az buçuk hatırladıklarım ölçüsünde belirtmek istediğim bu nokta hakkında, Ortaçağ tarihi konusunda daha sağlam bilgilere sahip arkadaşlar fikir belirtirlerse çok memnun olurum.
Burjuvazinin geri dönüşü, demokrasinin de geri dönüşüdür. Kent cumhuriyetlerinin yükselişi orta sınıfı feodal güçler karşısında tekrar ileri çıkartmakla kalmamış, demokratik tecrübelerin yayılmasına da katkıda bulunmuştur. Şehir meclisleri bu dönemin en önde gelen yönetim birimleri olarak karşımıza çıkar. Güçlenen kentler, kendi kendilerini idare eden hatta yeri geldiğinde krallara karşı birleşen -bunun en büyük örneği İtalya'nın kuzeyindeki kentlerin Kutsal Roma imparatoruna karşı verdiği mücadeledir- birimler haline gelmeye, kamusallık düşüncesini geliştirmeye ve ekonomik yıkıntıyı süpürmeye başlamışlardır. Demokrasi, küçük idare birimlerindeki bu eğilimin "ulusallaşması" neticesinde tüm bir ülke için ideal yönetim biçimi olarak görülmeye başlandı ve günümüze kadar "dalgalar" halinde -Samuel Huntington'ın tezidir- tüm dünyayı kaplar hale geldi. Bunda yukarıda saydığım iki ana argümanın etkisi ve demokratik adacıklar olarak nitelenebilecek ülkelerin güç kazanarak dünya siyasetini domine edebilir hale gelmesinin rolü büyüktür.
Demokrasinin sonuçları ve eleştirilerini ilginç biçimde birbirlerinden pek ayrı tutamadım :) Başlangıçta burjuvaların yönetiminden fazlasını -Atina'nın elitist demokrasisini hatırlayın- ifade etmeyen bu yönetim tarzı, yine Avrupa kıtasının sınıfsal dengelerinden doğan mücadeleler sonucunda önce farklı tabakalara -işçilere-, farklı kimlikli olan insanlara -kadınlar, siyahiler- açıldı ancak bu kadar kitleselleşme pek de faydalı olmadı. Daha doğrusu sistemin doğası gereği oy fazlalığına ve bu oy fazlalığının sayıca çok-beklentisi yüksek kitlelere bağlı oluşu bir tehlike ve nihayetinde paradoks meydana getirdi: Tehlike, şahsi olarak gelmiş geçmiş en tehlikeli siyasi eğilimlerden birisi olduğunu düşündüğüm popülizmin yükselişinde; paradoks, demokrasinin sayıca çok kitleleri -yine popülizm vasıtasıyla- cezbetmek için kullanılmaya, hatta ortadan kaldırılmaya karşı savunmasız kalışındadır. 1990'lar Türkiyesi'nin popülizm tehlikesine, 1933 Almanyası'nın da demokrasinin meşhur paradoksuna örnek teşkil ettiğini söylemek mümkündür. Bu iki dönemin analiz edilmesi, demokrasiyi bekleyen tehlikeleri gözler önüne serecektir.
İkinci bir paradoksun popülizmin yükselişinin ardında yattığı söylenebilir. Bu paradoks da kitlelerin ülke yönetiminde söz sahibi olamadıkları, bir elitin tasallutu altında bulundukları iddiasından/düşüncesinden beslenmekte, toplumsal tabanı farklılaşabilen liderlerin bu haksızlığı ortadan kaldırabilecek bir kişi olarak desteklenmesinde ve bu liderin de popülist bir söylemi kullanmasında yatmaktadır. Ülkemizin de bir ölçüde bu paradoks için deliller taşıdığını söylemek imkan dahilindedir.
Bir dönem monarşiye karşı olumlu bir "kanaat" beslemiş olan ve halen monarşi idaresi altında bir ülkede yaşamanın daha iyi sonuçlar getirip getirmeyeceğini düşünen birisi olarak, demokrasinin popülizme ve kendisini kullanmak isteyen akımlara karşı korunduğu takdirde verimli biçimde işleyebileceğini düşünüyorum.
kalemler kaldırılmış ve sayfalar kurumuştur.
İleti Sayısı: 2,479
Üyelik Yılı: 2016
Imperium:
47
Görüldüğü üzere son 30 yılda demokrasi çoğu ülkede yaygınlaşırken, otoriter rejimlerin sayısı azalmış. Türkiye'de ise demokrasi malum nedenlerden ötürü gerilemiş durumda. Bu trendin böyle gidip gitmeyeceği yada demokrasiye geçen ülkelerde bununla paralel olarak refahın da artıp artmadığı soru işareti.
Aşağıdaki 1 üye Sezar nickli üyenin bu iletisini beğendi:1 üye Sezar nickli üyenin bu iletisini beğendi.
• BigFenrir
|