ŞEYH İSHAK (1066-1087)
Baalbek Kontluğunun soyuma bahşedilmiş topraklarında güçlü bir kont olarak hükmümü sürdüren 16 yaşında gözü pek bir delikanlıydım..
Tebaamın benden beklentileri vardı... Bunları biliyordum ama öncelikle soyumun devamı için evlenmeliydim.
Shiba isimli keskin zekalı bir hanımefendiye gönlümü kaptırmıştım. O zamanlar olacaklardan habersizdim. Dediğim gibi 16 yaşında bir konttum henüz. Elbette bu hanımefendinin Dürzi dinine mensup olmadığını duymuştum ancak kendisinden mezhebimi benimsemesini istediğimde hiçbir tereddüt yaşamayacağını biliyordum. Nitekim öyle de olmuştu...
Artık halkımın isteklerine yanıt vermeliydim. Elbette ki onlar daha çok aş ve bolluk istiyorlar. Bunun için en güçlü yanım olan Askeri bilimlere yönelmekten başka bir çarem olmadığını biliyorum. Bu coğrafyada benim dinime pek sıcak bakmayan süzerenim Yusufiler bir yana, hemen yanı başımızdaki komşularımız barbar Ortodokslar. Halkımı korumalıyım!
Beyrut... Gözümü sana dikmiştim. Nasıl dikmeyeyim... Sıcak denize açılan bir liman, halkımı bolluk ve refaha kavuşturmanın ilk adımı ve bağımsız bir kontluk. Üstelik benimle aynı mezhebe bile sahip değilsiniz. O toprakları hak etmiyordunuz... Bu nedenle 1069 senesi 21 Eylül günü henüz daha 19 yaşındayken ordularımla bu güçsüz kontluğun asıl sahibinin kim olduğunu göstermek istedim. Hazırlıklarımı tamamladım ve onları en güçsüz anlarında yakalamıştım.
Askeri konudaki yeteneklerime karşın ordumu komuta etmiyordum. Bunun elbette ki bir nedeni vardı. Eşim Shiba hamileydi. Ancak savaşın en zorlu günlerinde itirafıyla öğrendim ki eşim beni süzerenim Emir Hisn ed-Devle Haydar ile aldatmıştı. Doğacak çocuk ikimizin değildi, bunu hapishane günlerimde yazabiliyorum ve ben öldükten sonra açması ve evladıma ulaştırması için çok güvendiğim bir dostuma bırakacağım. Ancak o zamanlar bunu yalnızca kendime saklayabilmiştim. Hem savaşan askerlerim için hem doğacak evladımın bekası için hem de halkın gözündeki yerim için...
Şükürler olsun ki, 1070 senesinin 19 Temmuz günü Beyrut kontluğunun da sahibi olmuştum. Ancak o zaman fark ettim ki, bu insanların da tüm sorumluluğunu üstlenmiştim. Burada dinimizi anlatıp yayacaktım fakat bu insanların da bolluk ve refah içerisinde yaşamasını sağlamakla yükümlüydüm.
1071 senesinin Eylül ayının 17. gününde ise ikiz evlatlarımı kucağıma aldım...O sırada bir başka kuşatma olan Şeyzer kuşatması devam ediyordu. Bunu barbarlık olarak görmenizi istemem. Yalnızca o dönem topraklarımıza gelen barınma ve yemek ihtiyaçlarını karşılayan paralı askerlerin bize bu kontluğun alınmasında yardım edebileceklerini öğrenmiştik. Halkımız için bu askerleri kullanmalıydık. Bu kuşatmanın lehimize gitmesi elbette sevindiriciydi ama aslolan bir şey vardı. Varisim Muhammet İshaki doğmuştu... Elbette bir diğer evladım Tawfiq İshaki... Ne olursa olsun, sizleri hep sevdim ve seveceğim. Elbette biriniz diğerinizin gölgesinde kalacaksınız ama ben sizleri hep eşit seveceğim.
1 Kasım 1071 günü üç kontluğa birden hükmediyordum... Bu kontluklarda Dürzi mezhebini yaymayı kendime görev edinmiştim. Bunu başarıyla yaparken, mezhebimize geçmek isteyen insanlara engel olmaya ve zulmetmeye başladıklarının haberlerini alıyordum. Elbette bu valilerin hepsinin unvanını feshetmiştim. Askeri çalışmalarım devam ediyordu ve bana karşı çıkabilecek insan sayısı giderek azalıyordu. Gözü kara bir lider olduğumu, adımı söyleyebildiğim ilk günden itibaren kendi içimde biliyordum. Gözü kara olmanın gereklerini yerine getiriyordum ve yalnızca kendi kontluğumla ilgilenmiyordum. Bunu şimdi söylemekte hiçbir beis görmüyorum. Süzerenimin bana yaptığı alçaklığı unutamıyorum. Onun sarayında casus tutuyorum. Onun tüm kirli çamaşırlarını açığa çıkarmak için yalnızca gün sayıyorum. Elbette hain eşimin de...
Ama varisim Muhammet İbn İshak... O masum. O benim evladım, varisim... Evladım seni her zaman kendi çocuğum olarak sevdim. Sen benim evladımsın. Şimdi baban olarak değil hükümdar olarak tavsiyelerde bulunacağım sana. Sen de bir varis kulağıyla bu tecrübeli insanı dinleyeceksin. Sana en iyi eğitimleri aldırdım. Bu konuda kendine güvenmekten asla geri durma. İdare eğitimi almanı ve idare odaklı bir yönetici olmanı diliyorum. Kısa zamanda kontluğumuzun genişleyebileceği bir bölge bulunmamakta. Bunun için fırsat kollamalısın. Ben askeri alanda yapılabilecek her şeyi yaptım. Baalbek kontluğumuza tarlalar da yaptım. Ancak daha fazlasını yapmaya ömrüm yetmeyecek gibi. Oysa askeri alandan sonra idari alanda da çalışmalarıma başlamıştım. Düzenli askerlerimiz senin güvenliğini sağlayacaktır ancak onları da geliştirmen tamamen kontluğumuzun gelişimini sağlamana bağlıdır.
Kontluğumuzun gelişimini sağlarken en önem verdiğim hususlardan biriydi... Ne kadar dindar bir insan olduğumu biliyorsunuz. Bu yüzden ele geçirdiğimiz tüm topraklarda Dürzi mezhebini başarıyla yaydık. Bu noktada hissediyordum ki, süzerenimle aram bozuluyordu. Düşmanlarım artıyordu. Duyuyordum. Sınır kontluğu olmamız sebebiyle halkım bu tehdit ve korkuyla yaşıyor, süzerenim ise bizleri çok da umursamıyordu. O kara günü hiç unutmam... Bizim savaşımız bile değildi...
11 Eylül 1083... Doux Nikephoros... Tüm topraklarımızı yağmalamış, tüm kalelerimizi kuşatmıştı. Üstelik benimle değil, benim de düşmanım sayılabilecek süzerenimle savaştaydı. Çaresizdik. Ne bu acımasıza ne süzerenimize sesimizi duyurabiliyorduk... Nitekim tutsak düşmüştüm. Ben, eşim... İşte bu satıların büyük bir bölümünü itiraflarımı, hırslarımı, vasiyetimi her şeyimi burada yazdım. Büyük bir bölümünü tabi çünkü biliyordum ne olursa olsun buradan çıkacaktım. Benim hikayem burada bitmeyecekti...
Ancak kaçmaya çalıştığımda gözlerimi benden aldılar. Artık eskisi kadar mantıklı biri değilim. Kafamda bir ses daha var, bazen beni o yönlendiriyor. Stresliyim. Göremiyorum. Artık eski ben değilim. Hiçbir eskisi gibi değil. Çıktım kodesten elbette, süzerenim büyük bir insandır... Efendim? Ne yapayım? Karyatan Kontluğunu mu ele geçireyim? Kafamdaki ses ne olur sus. O zaman susacak mısın? O zaman hala benimle olan askerlerim. İleri !
Kendi kendimin bana verdiği yetkiyle, biraz da eski tarih kitaplarında bulduğumuz ya da en azından bana bulduğumuzu söylediklerine göre; Karyatan Kontluğu zaten en başından beri bize aitmiş. Tabi ki hemen Dürzi mezhebine geçmeleri sağlanacak. Derhal. O kadar da aklımı yitirmedim.
Gelelim sana alçak kadın. Artık kaybedecek hiçbir şeyi olmayan bir adamım ben. Ama beni delirmiş sanma. Oralardan döndüm. Delirmedim. Sen sadakatsiz bir kadınsın. Buna uzun yıllar katlandım ama üstüne bir de idare anlamında hiçbir becerin yok. Sen artık sarayımda yalnızca bir yüksün. Elbette evladımız Tawfiq'i eğiteceksin çünkü ne olursa olsun ben bir hükümdarım. Ne doğru ne yanlış bilirim. Ben yüce bir kontum. Şimdi tekrar evleneceğim. Hem de sen sarayımda eğitimci olarak kalacak bu ana şahit olacaksın. İdari anlamda özelliklerinin muazzam olduğu bir hanımefendi tanıyorum.
Sarayıma hoşgeldin Sheeva. Ancak ben gidiyorum. Yalnızca bunları yazmaya geldin. Yalnızca benim son anlarımda olmayan gözüm olmaya geldin... Seni seviyorum.
Save Dosyası
Baalbek Kontluğunun soyuma bahşedilmiş topraklarında güçlü bir kont olarak hükmümü sürdüren 16 yaşında gözü pek bir delikanlıydım..
Tebaamın benden beklentileri vardı... Bunları biliyordum ama öncelikle soyumun devamı için evlenmeliydim.
Shiba isimli keskin zekalı bir hanımefendiye gönlümü kaptırmıştım. O zamanlar olacaklardan habersizdim. Dediğim gibi 16 yaşında bir konttum henüz. Elbette bu hanımefendinin Dürzi dinine mensup olmadığını duymuştum ancak kendisinden mezhebimi benimsemesini istediğimde hiçbir tereddüt yaşamayacağını biliyordum. Nitekim öyle de olmuştu...
Artık halkımın isteklerine yanıt vermeliydim. Elbette ki onlar daha çok aş ve bolluk istiyorlar. Bunun için en güçlü yanım olan Askeri bilimlere yönelmekten başka bir çarem olmadığını biliyorum. Bu coğrafyada benim dinime pek sıcak bakmayan süzerenim Yusufiler bir yana, hemen yanı başımızdaki komşularımız barbar Ortodokslar. Halkımı korumalıyım!
Beyrut... Gözümü sana dikmiştim. Nasıl dikmeyeyim... Sıcak denize açılan bir liman, halkımı bolluk ve refaha kavuşturmanın ilk adımı ve bağımsız bir kontluk. Üstelik benimle aynı mezhebe bile sahip değilsiniz. O toprakları hak etmiyordunuz... Bu nedenle 1069 senesi 21 Eylül günü henüz daha 19 yaşındayken ordularımla bu güçsüz kontluğun asıl sahibinin kim olduğunu göstermek istedim. Hazırlıklarımı tamamladım ve onları en güçsüz anlarında yakalamıştım.
Askeri konudaki yeteneklerime karşın ordumu komuta etmiyordum. Bunun elbette ki bir nedeni vardı. Eşim Shiba hamileydi. Ancak savaşın en zorlu günlerinde itirafıyla öğrendim ki eşim beni süzerenim Emir Hisn ed-Devle Haydar ile aldatmıştı. Doğacak çocuk ikimizin değildi, bunu hapishane günlerimde yazabiliyorum ve ben öldükten sonra açması ve evladıma ulaştırması için çok güvendiğim bir dostuma bırakacağım. Ancak o zamanlar bunu yalnızca kendime saklayabilmiştim. Hem savaşan askerlerim için hem doğacak evladımın bekası için hem de halkın gözündeki yerim için...
Şükürler olsun ki, 1070 senesinin 19 Temmuz günü Beyrut kontluğunun da sahibi olmuştum. Ancak o zaman fark ettim ki, bu insanların da tüm sorumluluğunu üstlenmiştim. Burada dinimizi anlatıp yayacaktım fakat bu insanların da bolluk ve refah içerisinde yaşamasını sağlamakla yükümlüydüm.
1071 senesinin Eylül ayının 17. gününde ise ikiz evlatlarımı kucağıma aldım...O sırada bir başka kuşatma olan Şeyzer kuşatması devam ediyordu. Bunu barbarlık olarak görmenizi istemem. Yalnızca o dönem topraklarımıza gelen barınma ve yemek ihtiyaçlarını karşılayan paralı askerlerin bize bu kontluğun alınmasında yardım edebileceklerini öğrenmiştik. Halkımız için bu askerleri kullanmalıydık. Bu kuşatmanın lehimize gitmesi elbette sevindiriciydi ama aslolan bir şey vardı. Varisim Muhammet İshaki doğmuştu... Elbette bir diğer evladım Tawfiq İshaki... Ne olursa olsun, sizleri hep sevdim ve seveceğim. Elbette biriniz diğerinizin gölgesinde kalacaksınız ama ben sizleri hep eşit seveceğim.
1 Kasım 1071 günü üç kontluğa birden hükmediyordum... Bu kontluklarda Dürzi mezhebini yaymayı kendime görev edinmiştim. Bunu başarıyla yaparken, mezhebimize geçmek isteyen insanlara engel olmaya ve zulmetmeye başladıklarının haberlerini alıyordum. Elbette bu valilerin hepsinin unvanını feshetmiştim. Askeri çalışmalarım devam ediyordu ve bana karşı çıkabilecek insan sayısı giderek azalıyordu. Gözü kara bir lider olduğumu, adımı söyleyebildiğim ilk günden itibaren kendi içimde biliyordum. Gözü kara olmanın gereklerini yerine getiriyordum ve yalnızca kendi kontluğumla ilgilenmiyordum. Bunu şimdi söylemekte hiçbir beis görmüyorum. Süzerenimin bana yaptığı alçaklığı unutamıyorum. Onun sarayında casus tutuyorum. Onun tüm kirli çamaşırlarını açığa çıkarmak için yalnızca gün sayıyorum. Elbette hain eşimin de...
Ama varisim Muhammet İbn İshak... O masum. O benim evladım, varisim... Evladım seni her zaman kendi çocuğum olarak sevdim. Sen benim evladımsın. Şimdi baban olarak değil hükümdar olarak tavsiyelerde bulunacağım sana. Sen de bir varis kulağıyla bu tecrübeli insanı dinleyeceksin. Sana en iyi eğitimleri aldırdım. Bu konuda kendine güvenmekten asla geri durma. İdare eğitimi almanı ve idare odaklı bir yönetici olmanı diliyorum. Kısa zamanda kontluğumuzun genişleyebileceği bir bölge bulunmamakta. Bunun için fırsat kollamalısın. Ben askeri alanda yapılabilecek her şeyi yaptım. Baalbek kontluğumuza tarlalar da yaptım. Ancak daha fazlasını yapmaya ömrüm yetmeyecek gibi. Oysa askeri alandan sonra idari alanda da çalışmalarıma başlamıştım. Düzenli askerlerimiz senin güvenliğini sağlayacaktır ancak onları da geliştirmen tamamen kontluğumuzun gelişimini sağlamana bağlıdır.
Kontluğumuzun gelişimini sağlarken en önem verdiğim hususlardan biriydi... Ne kadar dindar bir insan olduğumu biliyorsunuz. Bu yüzden ele geçirdiğimiz tüm topraklarda Dürzi mezhebini başarıyla yaydık. Bu noktada hissediyordum ki, süzerenimle aram bozuluyordu. Düşmanlarım artıyordu. Duyuyordum. Sınır kontluğu olmamız sebebiyle halkım bu tehdit ve korkuyla yaşıyor, süzerenim ise bizleri çok da umursamıyordu. O kara günü hiç unutmam... Bizim savaşımız bile değildi...
11 Eylül 1083... Doux Nikephoros... Tüm topraklarımızı yağmalamış, tüm kalelerimizi kuşatmıştı. Üstelik benimle değil, benim de düşmanım sayılabilecek süzerenimle savaştaydı. Çaresizdik. Ne bu acımasıza ne süzerenimize sesimizi duyurabiliyorduk... Nitekim tutsak düşmüştüm. Ben, eşim... İşte bu satıların büyük bir bölümünü itiraflarımı, hırslarımı, vasiyetimi her şeyimi burada yazdım. Büyük bir bölümünü tabi çünkü biliyordum ne olursa olsun buradan çıkacaktım. Benim hikayem burada bitmeyecekti...
Ancak kaçmaya çalıştığımda gözlerimi benden aldılar. Artık eskisi kadar mantıklı biri değilim. Kafamda bir ses daha var, bazen beni o yönlendiriyor. Stresliyim. Göremiyorum. Artık eski ben değilim. Hiçbir eskisi gibi değil. Çıktım kodesten elbette, süzerenim büyük bir insandır... Efendim? Ne yapayım? Karyatan Kontluğunu mu ele geçireyim? Kafamdaki ses ne olur sus. O zaman susacak mısın? O zaman hala benimle olan askerlerim. İleri !
Kendi kendimin bana verdiği yetkiyle, biraz da eski tarih kitaplarında bulduğumuz ya da en azından bana bulduğumuzu söylediklerine göre; Karyatan Kontluğu zaten en başından beri bize aitmiş. Tabi ki hemen Dürzi mezhebine geçmeleri sağlanacak. Derhal. O kadar da aklımı yitirmedim.
Gelelim sana alçak kadın. Artık kaybedecek hiçbir şeyi olmayan bir adamım ben. Ama beni delirmiş sanma. Oralardan döndüm. Delirmedim. Sen sadakatsiz bir kadınsın. Buna uzun yıllar katlandım ama üstüne bir de idare anlamında hiçbir becerin yok. Sen artık sarayımda yalnızca bir yüksün. Elbette evladımız Tawfiq'i eğiteceksin çünkü ne olursa olsun ben bir hükümdarım. Ne doğru ne yanlış bilirim. Ben yüce bir kontum. Şimdi tekrar evleneceğim. Hem de sen sarayımda eğitimci olarak kalacak bu ana şahit olacaksın. İdari anlamda özelliklerinin muazzam olduğu bir hanımefendi tanıyorum.
Sarayıma hoşgeldin Sheeva. Ancak ben gidiyorum. Yalnızca bunları yazmaya geldin. Yalnızca benim son anlarımda olmayan gözüm olmaya geldin... Seni seviyorum.
Save Dosyası