02-01-2022, 03:43
(Son Düzenleme: 18-10-2022, 19:56, Düzenleyen: Penetrator God. Toplamda 1 kere düzenlenmiş.)
İnkarcılar 1. Bölüm
Her şey çok kötü bir şekilde sarpa sardı. Kervan soygunu için yaptığım alelacele planlar hiç beklediğimiz gibi gelişmemişti.
Öncelikle Anders ile beklediğimiz şey içerisi inkârcı büyücüler ile dolu, siyah bir araba değildi. Daha da kötüsü bu lanetli arabaya, gözleri gün ışığıyla kamaşan onlarca tapınakçı muhafızının eşlik etmesiydi.
İkincisi, Anders ile kaçabileceğimiz hiçbir yer de yoktu. Üzerinde durduğumuz taş çıkıntıdan Denerim’e uzanan tek güzergâh, alt taraftaki toprak yoldu. Bu gri kaya parçasının yola uzamaması gibi, yol da sonsuz büyüklükteymiş gibi görünen turkuaz denize uzanıyordu. Sert dalgalarla ve onlardan daha da sert rüzgârla dövülmüş yetmiş metrelik bir tepeydi.
Üçüncüsü ve asıl can yakıcı olanı da büyücü avcılarının, kurduğumuz tuzağın yani yere gömdüğümüz patlayıcıların üzerinden geçtikleri sırada meydana gelecek patlamadan sonra bulunduğumuz tepenin her yerini didik didik arayacak olmalarıydı.
Dürbünü heyecanla indirdim, “Yaratıcı’nın gelini adına Anders! Her sırada dört muhafız var. Sekiz kere dört, on beş, on altı, on yedi…” yüzümü buruşturdum ardından sakin bir şekilde, “Otuz iki kişiler,” dedim.
“Demek Jowan, silahlı, otuz iki lanet tapınakçı muhafız şu an kurduğumuz tuzağı doğru ilerliyor?” dedikten sonra Anders, kahverengi pelerininin başlığını geri atıp başını sallamakla yetindi.
Yeni doğmakta olan güneş Anders’ın yüzünde parlıyordu. Anders ile tamamen farklı insanlardık. Benim saçlarım gece karasıyken, onun saçları buğday sarısıydı. Ben esmerken o beyaz tenliydi. Benim gözlerim maviydi, onunkiler elaydı. Aynı zamanda karakter olarak görünüşümüz gibi çok zıttık birbirimize.
Anders dürbünü elimden alırken ela gözlerini kaldırıp, “Sana söylemiştim demekten nefret ediyorum,” dedi.
“Öyleyse söyleme o zaman,” dedim.
“Ancak,” dedi Anders, “Geçen gece sana söyledikleri bir yalandan ibaretti. Basit bir kart oyunuyla hiç mi hiç ilgilenmiyordu.”
Anders, eldivenli parmaklarının ikisiyle yolu işaret edip, “Bu sabah kuzeydeki anayoldan kenti terk etmediğine eminim,” dedi. Üçüncü parmağını da kaldırdı. “Ve bence adı Isolde bile değildi,” dedi.
Isolde. Bu doğruysa o güzel dolandırıcıyı bulduğum zaman, o yüzündeki her kemiği tek tek kıracaktı. Kafamı bir ah çekerek taşa vurdum. Paramı da ona kaptırmıştım hem de hepsini.
Bir gece önce, hem kendimin hem de Anders’ın tüm birikimini ortaya koymuştum. Başlangıçta hiç de fena gibi gitmiyordum. Ayrıca Denerim şehrindeki kart oyununda tek turda kazandığımız en yüksek bahis, kendimize ait bir ev satın almamıza da yetiyordu.
Kokuşmuş hanların çatı katlarından kurtulabilecektik. Ne var ki, kaderimizde yoktu demek ki. Oyunun düzenlendiği zengin mekâna girmem yasaktı. Arkadaşım Anders yanımda olmayınca hata yapmaya da daha açık hale gelmiştim.
Özellikle çenesi kuvvetli çekici, havalı bir kadından gelen iltifatlardan dolayı hata yapmamak imkansız olmuştu benim için. Dolandırıcı kadının kazandığım altınları kasadan tahsil ederken, koluma girip dudaklarıma ateşli ilk öpücüğü kondurduğunda beni kandırdığını hiç hissetmemiştim.
Topuklarımı kaldırırken taşa vurup,” Bir daha asla kumar oynamayacağım,” diye yemin ettim.” Ve asla flört etmeyeceğim.”
Anders, “Tabanları yağlayacaksak eğer bunu tapınakçılar tuzaklarımıza yaklaşmadan önce yapmalıyız,” diyerek benim daldığım düşüncelerimi böldü.
Yaklaşan tapınakçılara dürbünüyle bakan Anders’e dönüp,” Gerçekten mi?” dedim. Rüzgâr Anders’ın uzun saçlarından bir tutamını havalandırdı. Uzakta bir martı ise bu sırada iğrenç bir cıyaklama sesiyle bağırdı.
Martılardan nefret ederdim, her zaman başıma pisliyorlardı. Anders, “Tapınakçıların sayıları artıyor” diye mırıldandı. Dalgalar sanki kelimelerini boğuyordu. Fakat sonra daha sesli bir şekilde, “Kuzeyden yirmi kişi daha geliyor,” dedi.
Bir an için nefesim kesilir gibi oldu. Arabayı koruyan otuz iki tapınaklıyı bir şekilde baş edebilsek bile, diğer yirmi tapınakçı kaçmaya fırsat bulamadan bizi enselerlerdi.
Ciğerlerim o güzel dolandırıcıdan öç alma düşüncesiyle birlikte havayla doluyordu. Beraberinde içimden ise bildiğim bütün bedduaları saydırıyordum. Fakat şimdi bu düşüncelerin hiç sırası da değildi çünkü çevremiz onlarca büyücü avcısı tarafından sarılmak üzereydi…
Her şey çok kötü bir şekilde sarpa sardı. Kervan soygunu için yaptığım alelacele planlar hiç beklediğimiz gibi gelişmemişti.
Öncelikle Anders ile beklediğimiz şey içerisi inkârcı büyücüler ile dolu, siyah bir araba değildi. Daha da kötüsü bu lanetli arabaya, gözleri gün ışığıyla kamaşan onlarca tapınakçı muhafızının eşlik etmesiydi.
İkincisi, Anders ile kaçabileceğimiz hiçbir yer de yoktu. Üzerinde durduğumuz taş çıkıntıdan Denerim’e uzanan tek güzergâh, alt taraftaki toprak yoldu. Bu gri kaya parçasının yola uzamaması gibi, yol da sonsuz büyüklükteymiş gibi görünen turkuaz denize uzanıyordu. Sert dalgalarla ve onlardan daha da sert rüzgârla dövülmüş yetmiş metrelik bir tepeydi.
Üçüncüsü ve asıl can yakıcı olanı da büyücü avcılarının, kurduğumuz tuzağın yani yere gömdüğümüz patlayıcıların üzerinden geçtikleri sırada meydana gelecek patlamadan sonra bulunduğumuz tepenin her yerini didik didik arayacak olmalarıydı.
Dürbünü heyecanla indirdim, “Yaratıcı’nın gelini adına Anders! Her sırada dört muhafız var. Sekiz kere dört, on beş, on altı, on yedi…” yüzümü buruşturdum ardından sakin bir şekilde, “Otuz iki kişiler,” dedim.
“Demek Jowan, silahlı, otuz iki lanet tapınakçı muhafız şu an kurduğumuz tuzağı doğru ilerliyor?” dedikten sonra Anders, kahverengi pelerininin başlığını geri atıp başını sallamakla yetindi.
Yeni doğmakta olan güneş Anders’ın yüzünde parlıyordu. Anders ile tamamen farklı insanlardık. Benim saçlarım gece karasıyken, onun saçları buğday sarısıydı. Ben esmerken o beyaz tenliydi. Benim gözlerim maviydi, onunkiler elaydı. Aynı zamanda karakter olarak görünüşümüz gibi çok zıttık birbirimize.
Anders dürbünü elimden alırken ela gözlerini kaldırıp, “Sana söylemiştim demekten nefret ediyorum,” dedi.
“Öyleyse söyleme o zaman,” dedim.
“Ancak,” dedi Anders, “Geçen gece sana söyledikleri bir yalandan ibaretti. Basit bir kart oyunuyla hiç mi hiç ilgilenmiyordu.”
Anders, eldivenli parmaklarının ikisiyle yolu işaret edip, “Bu sabah kuzeydeki anayoldan kenti terk etmediğine eminim,” dedi. Üçüncü parmağını da kaldırdı. “Ve bence adı Isolde bile değildi,” dedi.
Isolde. Bu doğruysa o güzel dolandırıcıyı bulduğum zaman, o yüzündeki her kemiği tek tek kıracaktı. Kafamı bir ah çekerek taşa vurdum. Paramı da ona kaptırmıştım hem de hepsini.
Bir gece önce, hem kendimin hem de Anders’ın tüm birikimini ortaya koymuştum. Başlangıçta hiç de fena gibi gitmiyordum. Ayrıca Denerim şehrindeki kart oyununda tek turda kazandığımız en yüksek bahis, kendimize ait bir ev satın almamıza da yetiyordu.
Kokuşmuş hanların çatı katlarından kurtulabilecektik. Ne var ki, kaderimizde yoktu demek ki. Oyunun düzenlendiği zengin mekâna girmem yasaktı. Arkadaşım Anders yanımda olmayınca hata yapmaya da daha açık hale gelmiştim.
Özellikle çenesi kuvvetli çekici, havalı bir kadından gelen iltifatlardan dolayı hata yapmamak imkansız olmuştu benim için. Dolandırıcı kadının kazandığım altınları kasadan tahsil ederken, koluma girip dudaklarıma ateşli ilk öpücüğü kondurduğunda beni kandırdığını hiç hissetmemiştim.
Topuklarımı kaldırırken taşa vurup,” Bir daha asla kumar oynamayacağım,” diye yemin ettim.” Ve asla flört etmeyeceğim.”
Anders, “Tabanları yağlayacaksak eğer bunu tapınakçılar tuzaklarımıza yaklaşmadan önce yapmalıyız,” diyerek benim daldığım düşüncelerimi böldü.
Yaklaşan tapınakçılara dürbünüyle bakan Anders’e dönüp,” Gerçekten mi?” dedim. Rüzgâr Anders’ın uzun saçlarından bir tutamını havalandırdı. Uzakta bir martı ise bu sırada iğrenç bir cıyaklama sesiyle bağırdı.
Martılardan nefret ederdim, her zaman başıma pisliyorlardı. Anders, “Tapınakçıların sayıları artıyor” diye mırıldandı. Dalgalar sanki kelimelerini boğuyordu. Fakat sonra daha sesli bir şekilde, “Kuzeyden yirmi kişi daha geliyor,” dedi.
Bir an için nefesim kesilir gibi oldu. Arabayı koruyan otuz iki tapınaklıyı bir şekilde baş edebilsek bile, diğer yirmi tapınakçı kaçmaya fırsat bulamadan bizi enselerlerdi.
Ciğerlerim o güzel dolandırıcıdan öç alma düşüncesiyle birlikte havayla doluyordu. Beraberinde içimden ise bildiğim bütün bedduaları saydırıyordum. Fakat şimdi bu düşüncelerin hiç sırası da değildi çünkü çevremiz onlarca büyücü avcısı tarafından sarılmak üzereydi…