Modern Tarih: Birinci Dünya Savaşı (1914 - 1918)
#1
aX0YZz.jpg
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI
(1914-1918)

Bu savaşı iyice anlayabilmek için öncesindeki ve ilk günlerindeki olayları da iyi bilmek gerekir, Birinci Dünya Savaşının Sırp bir genç tarafından Avusturya-Macaristan prensine suikast yapılmasıyla başladığını biliniyor. Bu suikast öncesinde Avrupa'daki siyasi durumu kısaca özetlemek gerekirse Almanya daha yeni kurulmuş olmasına rağmen kısa zamanda süper güç haline gelmişti. Almanya kurulmadan önce bugünkü Almanya'nın olduğu yerde irili ufaklı 80'den fazla şehir devleti vardı ve tam anlamıyla bir devlet olamamış olan Kutsal Roma İmparatorluğu adındaki birliği saymazsak Almanlar ilk defa tek bir devlet altında birleşmişti.

Bunda da gelmiş geçmiş en yetenekli diplomatlardan biri olarak gösterilen Otto von Bismarck büyük rol oynamıştı. Almanya'nın en büyük müttefiği Avusturya - Macaristan İmparatorluğuydu ve bu iki ülkenin yancısı da İtalya'ydı. Avusturya uzun yıllar boyunca Avrupa'da en fazla söz sahibi olan devletlerden biriydi. Almanya kurulana kadar Almanların kollayıcısı olarak bulunan ama son dönemlerde eski gücünden uzak olan bu devlet son zamanlarda Macaristan'la birleşerek yeniden tarih sahnesinde yer almak ve en azından Osmanlıların Balkanlardan atılmasıyla bölgede çıkan otorite boşluğunu doldurmak istiyordu.

1900'lerin başında Osmalıların Balkanlardan atılmasıyla palazlanamya başlayan Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan gibi devletler içerisinde en hırslısı olan Sırbistan ile Avusturya arasında yıllardır devam eden bazı sürtüşmeler mevcuttu. Avusturyalılara göre Sırbistan haddinden fazla toprak sahibi olmuştu ve buna rağmen daha da doymayıp Avusturya'nın himaeyesi altındaki Bosna'yı ad topraklarına katmak istemesi bir haksızlıktı. Sırplar da 500 yıl sonra ilk kez bağımsızlık kazanıp devlet sahibi olmuştu ve varlığını riske atmadan mümkün olduğunca kazanım elde etmenin peşindeydi.

Avrupa'da Almanya ile birlikt yükselen bir başka güç de Rusya'ydı. Kendisini Balkanlardaki ve Kafkaslardaki Ortodoksların abisi olarak gören Rusya'nın Sırbistan ile güçlü ilişkileri vardı ve Fransa da biraz korktuğu, biraz çekindiği, biraz da saygı duyduğu bu yeni güç olan Rusya ile arasını iyi tutmaya çalışıyordu. Rusya Birinci ve İkinci Balkan Savaşlarında kendi iç sorunlarıyla uğraştığı için Sırbistan'ın yardımına gelememişti ama Avusturya da bu savaşa dahil olamadığı için Sırbistan istediklerini alabilmişti. Sırpların en büyük korkusu Rusya'nın bir kez daha yardıma gelme konusunda elini korkak alıştırmasıydı.

Aynı dönemde İngiltere diğer ülkelere oranla daha rahat bir modda geziniyordu çünkü donanması çok güçlü bir ada devleti olarak kimsenin kendisine saldıramayacağının farkındaydı. İngiltere özellikle sanayi devriminden sonra sömürgeciliğin de getirdiği büyük bir zenginliğe kavuşmuştu ve tekerine kimsenin çomak sokmasını istemiyordu. 1702lerden itibaren büyük uğraşlarla kurulan mevcut düzen en çok İngiltere'nin işine yarıyordu ve bu ülke Avrupa'da yıkıcı bir savaş çıkmasına şiddetle karşı çıkıyordu.

Kısaca İngiltere işleri iyi giden ve müşterileri korktuğu için işlerinin bozulmaması adına kavga eden gençleri ayırmaya çalışan bir bakkal gibiydi. İngiltere ile Fransa arasında bir dostluk vardı ama kağıt üzerinde İngiltere'yi savaşa katılmaya zorlayacak bir ittifak yoktu. Ayrıca savaştaki Almanya, Rusya, Avusturya gibi diğer taraflar krallıkla veya çarlıkla yönetiliyorken İngiltere'de demokrasi rejimi vardı ve bu ülke savaşa girmek için halkı ve muhalefeti de ikna etmek zorundaydı. Diğer ülkelerin ise ellerini kollarını bağlayan böyle bir zorunluluğu yoktu.

Modern Almanya'nın kurucularından biri olarka kabul edilen Otto von Bismarck yıllardır denge politikası yapıyordu. Bismarck o sıralarda giderek güçlenen Rusya'nın dünyada en önemli ülkelerden biri haline geleceğini yıllar önceden kestirmişti ve Rusya'yı mutlu etmenin önemini kavramıştı. Rusya memnun tutulduğu sürece İngiltere veya Fransa'dan biri veya ikisinin kızdırılması çok da önemli değldi. Rusya'nın kızdırılması ise İngiltere veya Fransa ile birlikte iki cephede savaşmak anlamına geliyordu. Sonradan gelen Alman diplomatlar bu çok önemli konuyu atlamıştı ve bunun bedeli çok ağır olacaktı.

1800'lerin sonlarına doğru dünyada diplomasi en önemli silah haline gelmişti ve son dönemde ortaya çıkan yıkıcı silahlar yüzünden kimse savaşa girmek istemiyordu. Eskiden savaşlar geniş meydanlarda iki ordu arasında oluyordu ve birkaç saat veya 2-3 gün süren savaş sonunda ordulardan biri galip geliyordu. Modern dönemde savaşlar şehirlere taşınmıştı, aylarca veya yıllarca sürebiliyordu ve yıkıcı etkileri uzun süre devam ediyordu. Bu yüzden ülkeler savaşa girme konusunda eskiden olduğu kadar aceleci davranmıyorlardı.

Peki savaş nasıl çıktı da bu kadar büyüdü? Alman Kayzeri 2. Wilhelm diplomasi konusunda pek yetenekli değildi ve Otto von Bismarck ile fikir ayrılıklarına düşünce kendisinin emekliliğini istemişti. Otto von Bismarck sahneden düşünce Almanya diplomasiye daha az önem vermeye başlamıştı. Devlet yeni kurulmasına rağmen kısa sürede süper güç seviyesine gelmişti ama bir süper gücün görmesi gereken saygıyı görmediğine inanıyordu. Fransa başta olmak üzere Avrupa'nın geri kalanıysa Almanya'nın bu kadar kısa sürede süper güç seviyesine çıkmasından rahatsızdı. 

Daha önce dediğim gibi Sırbistan ile Avusturya - Macaristan arasında uzun süredir devam eden sürtüşmeler vardı. Sırp gençler zaman zaman Avusturya - Macaristan tarafına geçerek eylemlerde bulunuyordu. Bu hareketler Avusturya - Macaristan devletini rahatsız ediyordu. Malum suikastten önce bazı terör saldırıları da olmuştu ve Avusturya her seferinde bundan duyduğu rahatsızlığı dile getirmişti. Sırbistan da Avusturya'yı içişlerine karışmakla suçluyordu. İki ülke arasındaki kriz giderek büyüse de kimse bunun bir savaş çıkartacağını, üstelik bu savaşın tüm dünyaya yayılacağını tahmin edemezdi. Sırbistan ne zaman sinirlense büyük abisi Rusya'ya, Avusturya ne zaman sinirlense büyük abisi Almanya'ya gidip şikayet ediyordu. Rusya Sırbistan'ı kağıt üzerinde olmasa da himayesi altına almıştı ve Almanya ile Avusturya arasında resmiyete dökülmüş bir ittifak vardı.

Malum suikastten sonra bir ay boyunca ortam sessiz ve sakindi. Avustuyra bu suikaste nasıl cevap vereceğini henüz bilmiyordu ve Rusya ile Fransa olanları uzaktan fazla endişelenmeden izliyordu. O dönemde Abraham Lincoln başta olmak üzere birçok devlet liderine suikastler düzenlenmişti ve kimse bunun sonucunda başkasına savaş ilan etmemişti. Öldürülen Prens Ferdinand da ülkede pek söz sahibi olmayan biriydi. Kendisi kraliyet ailesinden gelmeyen sıradan bir kadınla evlendiği için kraliyet ailesinde kendisine pek sıcak bakılmıyordu. Avusturya olayı bir ultimatomla geçiştirmek istiyordu. Almanlar da Avusturya'yı gaza getirmek için vargüçleriyle uğraşıyordu.

Almanlar Avusturya'lılara "Bu Sırbistan yıllardır Balkanlarda bir çıban gibi büyüyor ve ne zaman eline onları ezmek için bir şans geçse geri çeviriyorsun. Sırbistan Avrupa'da söz sahibi bir güç olmadan önce onu bitirmek için bu son şansın ve elinde gayet güzel bir bahane de varken bu fırsatı kullan" benzeri sözlerle telkinde bulunuyordu. Aslında işler bu kadar basit değildi. Bazı üst düzey Alman diplomatlar İmparator İkinci Wilhelm'den izinsiz ve habersiz olarak Avusturya'yı gaza getiriyordu ve İkinci Wilhelm Sırbistan'la masaya oturulmasına sıcak bakıyordu. Ona göre en kötü ihtimalle Belgrad şehrine asker çıkartılıp Sırplar masaya oturup pazarlık yapmaya ikna edilebilirdi ama ne olursa olsun savaş çıkmamalıydı. Danışmanları tarafından oyuna getirildiği için Avusturya'nın savaş ilanını sonradan haber alan Wilhelm'in artık yapabileceği pek fazla bir şey kalmamıştı.

Avusturyalılar sonunda ikna olmuştu ve savaşa hazırlanmaya başlamıştı. Hesaplamalara göre 6-7 hafta içine hazır hale gelecekti ama Almanlar hala memnun değildi, zira suikastin dünyada yarattığı etki giderek azalıyordu ve suikasti bahane olarak kullanmak isteyen Avusturya'nın suikastin etkileri geçmeden veya unutulmadan harekete geçmesi gerekiyordu. Aradan aylar geçtikten sonra suikast unutulacaktı ve kimse Avusturya'nın iyi niyetine inanmayacaktı.

Avusturya - Macaristan devleti suikastten tam 1 ay sonra Sırbistan'a sert bir ultimatom verdi ve 10 istekten oluşan bir liste verip isteklerinin yerine getirilmemesi sonucunda savaş çıkacağını belirtti. Sırbistan'dan istenen şartlar çok ağırı ve Avusturya buna gelecek cevabın hayır olduğunu zaten bildiği için ordusunda seferberlik ilan etmişti. Bunun üzerine Sırplar hiç vakit kaybetmeden Rusya'ya telgraf çektiler ve Rusya'daki elçileri vasıtasıyla Rus Çarına ulaşıp "Eğer yardım etmezseniz dayanmamız mümkün değil" mesajını ilettiler. Bundan bir gün sonra Rus ordusu da seferberlik için hazırlık ilan etti. Bu seviye olarak seferberliğin bir altıydı.

İlginçtir ki Avusturya - Macaristan Sırbistan'a savaş ilan etmeden hemen önce Sırbistan ordusunun en kıdemli generali Radomir Putnik Budapeşte'de tatil yapıyordu. Avusturyalılar önce kendisini tutuklasalar da daha sonra savaşı başlatmadan önce kendisine özel bir tren tahsis ederek ülkesne sağ salim dönmesini ve ordusunun başına geçmesini sağladılar. Görünüşe göre Birinci Dünya Savaşı tarihteki son centilmence savaş olacaktı.

Avusturya Sırbistan'a savaş ilan ettikten dakikalar sonra Avusturya'lı toplar Belgrad'ı bombardıman altına almaya başladı. Bu bombardımannın yoğunluğu zaman zaman artıp zaman zaman azalıyordu ve henüz Sırbistan'ın işgali başlamamıştı. Sırplar bombardımanın bir an önce bitirilmesi için Fransa ve Rusya'dan yardım istiyordu.

Bir yanda Avusturya - Macaristan, diğer yanda Rusya hazırlıklara başlamıştı ama henüz kara savaşı başlamamıştı. Kapalı kapılar ardında pazarlıklar devam ediyordu ve savaşın önlenmesi için hala bir umut vardı. Almanlar Rusya'ya "Seferberliği iptal edin ve askerlerinizi geri çağırın. Avrupa'da savaş çıkartmaya hakkınız yok." mesajını ilettiler. Bununla beraber Almanlar savaşın çıkacağını ve Rusya ile karşı karşıya kalacaklarını biliyorlardı.

Alman İmparatoru 2. Wilhelm ile Rus Çarı 2. Nikolas arasınad bir kuşak önce gerçekleşen bir evlilik sebebiyle akrabalık vardı. Bu iki lider arasında telgraf trafiği başlamıştı. Almanlar gelen telgrafın tonundan dolayı Rusların kendilerinden çekindiğini anlamıştı. Bir yandan Ruslara "Avusturya'nın savaştan vazgeçmesi için ne gerekiyorsa yapacağız" diyen Wilhelm bir yandan da etrafındaki diplomatlara "Rusya seferberlik ilan ederse biz de hiç vakit kaybetmeden seferberlik ilan edeceğiz" diyordu. Almanlara göre Rusya'nın seferberlik ilan etmesi başlı başına bir savaş nedeniydi. Ruslar ilan ettikleri seferberlik hazırlığının Almanya ile alakası olmadığını ve sadece Avusturya'ya karşı alınmış bir tedbir olduğunu söylese de Almanya ikna olmuş değildi.

Aynı saatlerde İngilizler ile görüşen Fransızlar savaşı diplomatik olarak engellemeye çalışıyordu. Rusların seferberlik ilan etmesi haline Almanların bunun savaş bahanesi olarak kullanacağını çok iyi bilen Fransızlar önce Ruslara ulaşıp Almanları kızdıracak bir şey yapmamaları konusunda uyardıktan sonra Almanya'ya da savaşa girmemesi konusunda uyarı gönderdi. Almanya hem Fransa hem de Rusya ile savaşmak zoruna kalacağını, her iki cephede de tutunmasının zor olduğunu biliyordu. Yine Almanlar'ın hesabına göre Fransa'nın savaşa hazırlanması 2-3 hafta, Rusya'nın hazırlanması 7-8 hafta sürecekti.

Buna göre Almanya Fransa'ya saldırıp 5-6 hafta içinde Fransa'yı savaş dışı bırakabilirse daha sonra doğuya dönüp tüm gücüyle Rusya'ya karşı savaşabilirdi. Böylece aynı anda iki cephede savaşma zahmetinden kurtulmuş olacaktı. Bu durumda Almanya'nın Rusya'dan daha hızlı bir şekilde seferberliğe gitmesi ve Ruslar henüz savaşa hazır hale gelmeden Fransa'ya saldırıp ülkeyi ele geçirmesi gerekiyordu. Yani Almanya'nın diplomasiyle kaybedecek vakti yoktu.

Fransızlar İngilizler'e gidip yarım isteyince İngiltere Fransa'yı sakinleştirmeye çalıştı. İngiltere son yıllarda çok zenginleşmişti ve mevcut sisteme çomak sokulmasını istemiyordu. Almanlar Fransızlara "Rusya ile savaşa gireceğiz ama size dokunmayacağız. Yine de biz Rusya'ya saldırırken sizin bize saldırmayacağınızdan emin olma istiyoruz. Eğer Almanya - Fransa sınırındaki tüm askerlerinizi çekerseniz ve buradaki savunma mevzilerini geçici olarak bize bırakırsanız Rusya ile işimiz biter bitmez bu bölgeyi yeniden size vereceğiz" dediler. Fransızlar bunun kabul edilemeyecek bir şey olduğunu belirttiler.

Artık savaşın önlenemeyecek olduğunu anlayan Fransa İngiltere'yi savaşın içine çekmek ve güçlü bir müttefik kazanmak istiyordu ama İngiltere'nin tuzu kuruydu. Kaldı ki savaştaki diğer ülkelerin aksine İngiltere'nin kraliyet ailesi sembolikti ve ülkede alınan tüm kararlar meclisin onayından geçmek zorundaydı. Mecliste böyle bir savaşı destekleyen ne kadar üye varsa desteklemeyen de o kadar üye vardı. İngiltere olası bir savaşta tarafsızlığını açıklamaya hazırlanıyordu ama savaşın da çıkmaması için perde arkasında diplomatik çaba sarfediyordu.

Fransızlar bir yandan savaş için hazırlanmaya başlamıştı ve askerlerine sessizce hazırlanma emri vermişti ama bir yandan da İngiltere'nin gözünde saldıran taraf olarak gözükmek istemedikleri için olduğunca sessiz davranıyorlardı. Örneğin Fransız askerlerinin üniformalarıyla trene binmesi yasaktı ve Fransa - Almanya sınırındaki askerler sınırın 10 km iç tarafına çekilmişti. Fransızlar Almanya harekete geçmeden önce bir mermi bile atmayacaktı ve ne olursa olsun saldıran tarafın Almanya olduğunu dünyaya göstermiş olacaktı.

Bir yandan Alman generaller ve savaş yanlısı diplomatlar Wilhelm'e baskı yaparken diğer yandan da Rus generaller ve savaşçı diplomatlar Nikolas'a baskı yapıyordu. İki lider de diplomatik olarak çok güçlü sayılmazdı ve ısrarlar karşısında pes etmeleriyle biliniyordu. Mesela Wilhelm'in önceki yıllarda diplomatların baskılarına dayanamayarak defalarca istifa etmenin eşiğine geldiği ve Nikolas'ın da ne zaman yoğun bir diplomatik baskı altında kalsa birkaç haftalığına şehir ışına çıkıp tatil yaptığı biliniyordu.

Bu yüzden önce Ruslar seferberlik hazırlığı seviyesinden seferberlik seviyesine geçtiler ve bunu 48 saat içerisinde Almanlar izledi. Bundan sonra Wilhelm ve Nikolas'ın telgraflaşmaları devam etti ve iki taraf da karşısındakine "Seferberlik ilan etmemiz savaş ilan ettiğimiz anlamına gelmiyor, barış umutları hala tükenmiş değil" mesajları yolladı. Buna rağmen herkes biliyordu ki savaşın durdurulması için artık çok geçti. Kılıç kınından çıkmıştı ve kılıcın kan dökülmeden geri dönmesi mümkün değildi.

Yukarıda bahsettiğim üzere Almanya'nın savaş planı henüz Rusya hazırlıklarını tamamlamamışken Fransa'yı kısa sürede yenerek savaşdışı bıraktıktan sonra yalnız kalan Rusya'ya saldırma üzerine kuruluydu. Bu durumda zaman Almanya'nın aleyhine işliyordu çünkü Rusya ve Fransa savaş hazırlıklarına başlamıştı. Almanya'nın pazarlık masasında kaybedeceği her gün zararınaydı. Ne olursa olsun Fransa savaştan düşmeden Rusya savaşa girmemeliydi. Almanlar ya savaşa hemen girmeliydi ya da hiç giremeyecekti. Almanya vakit kaybetmeden orijinal planını tatbik etmeye ve Fransa'ya saldırmaya karar verdi.

Almanya Fransa'ya saldırmadan hemen önce çok ilginç bir olay yaşandı. İngilizler Alman Kayzeri Wilhelm'e telefonla ulaşarak "Rusya'yla savaşmak istiyorsanız savaşabilirsiniz ama Fransa'ya saldırmayın. İngiltere Fransa'nın Almanya'ya saldırmayacağına dair garanti vermeye hazır" diyecekti. Bunun üzerine sevinçten ne yapacağını şaşıran Wilhelm, " Batı cephesine gerek kalmadı, tüm gücümüzle doğu cephesine saldırıp Rusya'yı mağlup edebiliriz" dedi. Bununla beraber olayların başından beri kendisini gaza getirmeye çalışan general Helmuth von Moltke yine bir cinlik peşinde olduğu için "efendim İngiltere'ye güvenebilir miyiz? Biz tüm askerleri Rusya'ya yığdıktan sonra Fransa'nın savunmasız kalan topraklarımıza saldırmasını kim engelleyebilir ki? " şeklinde telkinlerde bulunarak Wilhelm'in fikir değiştirmesini sağladı. Eğer Wilhelm bu generalin sözünü dinlemeseydi birinci dünya savaşının seyri tamamen değişebilirdi. Gerçi sonradan İngilizler de "Biz Fransa adına hiçbir garanti vermedik" diyecekti ama bu başka bir konu.

Savaşın başında Almanya'nın 2 milyon ve Avusturya'nın 1.5 milyon üzere bu ittifakın 3.5 milyon askeri vardı. Fransa'nın 1.8 milyon, Sırbistan'ın 300 bin ve Rusya'nın 3.5 milyon askeri mevcut olmak üzere bu ittifakın İngiltere hariç 6 milyona yakın askeri vardı. Asker sayısı olarak Almanya gerideydi ve savaş ilerledikçe daha da geriye düşecekti çünkü savaşa sonradan Almanya'nın karşısında katılacak olan İngiltere ve ABD gibi ülkeler vardı. Üstelik İngiltere ve Fransa'nın sahip oldukları onlarca ülkeden getireceği milyonlarca sömürge asker hesaba katılmamıştı bile.

Sonunda Fransa'nın Almanya'yı kötü taraf olarak göstermeye dayalı olan planı tutacaktı ve Almanlar saldırgan taraf olmakla kalmayıp başka suçlar da işleyecekti. Alanlar yıllar sonra Hitler'in bile çok büyük bir hata diyeceği bir harekette bulundular (gerçi çok benzerini ikinci dünya savaşında tekrar yapacaklardı). Fransa'ya saldırmak isteyen Almanya Fransa'nın sınıra yığdığı askerleri, gözlem kulelerini, savunma hatlarını, hendekleri ve mayın tarlalarını göze almak istemiyordu. Bunun yerine kuzeyden dolaşıp Belçika üzerinden Fransa'ya girmek istiyordu çünkü Fransa-Belçika sınırı neredeyse tamamen savunmasız durumdaydı.

Almanya Fransa'ya saldırmak üzere Belçika'ya asker çıkartmadan önce Belçika Kralına haber verip " ülkenizi işgal etme gibi bir planımız yok, sadece Fransa'ya saldırırken topraklarınızdan geçmeyi planlıyoruz" şeklinde bir mesaj geçti. Belçika kralı bunun bir hakaret olarak gördü ve Alman askerleri ülkesin ayak basarsa bunun savaş nedeni olacağını ilan etti. Bunun akabinde binlerce Belçika askeri gerek hendek kazarak gerek çeşitli yerlerde pusu kurarak savunma pozisyonu aldı. Belçika bir yandan da İngiltere'den yardım isteyecekti (ikinci dünya savaşında da aynısı Polonya'da olmuştu)

O ana kadar başlaması muhtemel savaşta tarafsız olduğunu belirten İngiltere, Belçika'nın işgalinde aynı İkinci Dünya Savaşında Polonya işgal edildiğinde yaptığı gibi fikir değiştirecekti. Almanya kağıt üzerinde tarafsız bir ülke olan Belçika'ya asker sokmuştu ve otomatikman savaşta saldırgan taraf haline gelmişti. Bu da Avrupa'nın gözünde Almanya'nın itibarını sıfırlamıştı. Bunun üzerine İtalya, Almanya ile olan ittifakına son verdi. İtalyanlar "aramızdaki ittifak saldırı ittifakı değil, savunma ittifakıydı" diyecekti ve Almanlar'ın tüm itirazlarına rağmen onları cephede yalnız bırakacaktı.

Bu arada Almanya ile Avusturya arasında da anlaşmazlık olmuştu. Avusturya kendisi Sırbistan'a saldırırken Almanya'nın kuzeyde Rusya'yı oyalayacağını düşünüyordu ama Almanya'nın ilk hedefi Fransa'ydı. Avusturya'nın Almanya'nın Fransa'ya saldıracağı konusunda hiçbir fikri veya bilgisi yoktu. Almanya kendisi Fransa'ya saldırırken Avusturya'nın Rusya'yı oyalayacağını, Fransa'yla işi bitince de Avusturya'yla birlikte Rusya'yı yeneceklerini düşünüyordu. İki taraf arasındaki anlaşmazlık ileride sorunlara yol açacaktı.

Almanya bu arada Lüksemburg'a da girmeyi ihmal etmedi ve bu küçük ülkeye girerken "kardeş kusura bakmayın, amacımız size saldırmak değil, Fransa'ya saldırıp çıkacağız" dedi ama Lüksemburg ufacık boyutuna rağmen yaygara çıkartınca bu İngiltere'nin savaşa girme konusunda elini güçlendirdi. Bu arada şunu not olarak ekleyeyim : O dönemde dünya nüfusunun yarısından çoğu Fransa ile İngiltere'nin sömürgesi durumundaydı ve Almanya'nın sömürgesi olmadığı için dışarıdan kaynak ve asker desteği alması zordu.

Alman askerleri Belçika'ya girerken hiç direnişle karşılaşmayı beklemiyorlardı. Sonuçta Belçika'nın direnmek için ne gücü ne de bir sebebi vardı ve Alman askerleri Belçika'yı sadece geçiş yolu olarak kullanacaktı. Almanları ilk şaşırtan gelişme o güne kadar hiç savaş tecrübesi olmayan Belçikalıların beklenenin çok üzerinde bir direniş göstermesi oldu. Öyle ki Alman askerleri Belçika sınırını geçtiklerinde önlerindeki birçok köprünün havaya uçurulmuş olduğunu gördüler.

Belçika topraklarında biraz daha ilerleyen Almanlar pusuya düştüklerini anladıklarında çok geç kalmıştı çünkü üzerlerine her yönden yüzlerce mermi yağıyordu. Yağmur gibi yağan mermiler her saniye 4-5 Alman askerini yere seriyordu. Bir süre sonra ölen Alman askerlerinin cesetlerinden tepeler oluştu ve canlı kalan askerler bu ceset tepelerinin arkasına saklanarak canlarını kurtardılar. Almanlar bir günde baştan başa geçmeye bekledikleri Belçika'da haftalarca direniş görecekti. Bu Fransızların zaman kazanması demekti ve Almanların sürpriz avantajı ortadan kalkacaktı.

Bu arada Almanya'nın Belçika'yı işgalinden bahsedip Erich von Ludendorff'tan bahsetmemek olmaz. Almanya'nın efsane komutanı olan Ludendorff savaş boyunca birçok kahramanlık göstermişti. Alman komutanı efsane yapan detaylardan biri savaş çıkmadan birkaç ay önce yıllık iznini kullanarak tatile çıkması, tatilde Belçika'ya gidip Alman askerlerinin geçmesi olası olan yolları, köprüleri, burada pusu kurulabilecek yerleri, savunma mevzilerini ve coğrafi şekilleri tek tek inceleyerek bolca not alması, zaman zaman krokiler ve resimler çizmesi ve tatildeyken bile savaş planları yapmasıydı.

Almanya Belçika deplasmanında zorlansa da eninde sonunda 3 puanla döndü ve Fransa'ya 3 koldan girmeye başladı. Fransızlar ülkelerini savunmak için İngiltere'nin desteğine muhtaçtı. Taktiksel detayları bir kenara koysak bile Fransızlar lojistik olarak pek üstün sayılmazdı. Örneğin o dönemde Alman ve Rus orduları yeni üniformalar ve metal miğferler giyerken Fransız askerleri hala Napolyon dönemindeki gibi parlak kıyafetler ve kep giyiyordu. Bu da çatışmada onları dezavantajlı bir duruma sokuyordu.

Almanlar Fransa'ya saldırmadan önce iki ordunun durumundan bahsetmekte fayda var. Fransa o dönemde dünyada birçok sömürge sahibiydi ve Fransız askerlerinin dünyanın birçok ülkesinde savaş tecrübesi vardı. Almanların pek savaş tecrübesi yoktu ama savaştan önce çok yoğun bir idman temposuna tabi tutulan Alman askerleri savaş görmüş kadar olmuştu. Ayrıca Almanların en güçlü tarafı topçu birliklerinin çok isabetli atışlar yapabilmesi ve koordinat hesaplamalarında eşsiz olmalarıydı. Fransız askerleri hızlıca manevra yapabillmek için ağır topları geride bırakmıştı. Birinci Dünya Savaşında tüm cephelerde ölen askerlerin %60'ının topçu ateşiyle öldüğünü not olarak eklersek topçu ateşinin bu savaşta ne kadar önemli olduğunun altını çizmiş oluruz.

Alman Ordusu ve Fransız Ordusu karşı karşıya geldiğinde tarihte ilk kez sayıları milyonları bulan iki ordu yüzlerce km'lik bir cephe hattında karşı karşıya gelmişti. Çarpışmalarda bazen Almanlar bazen Fransızlar üstün geliyordu. Bazen 100 metrelik bir ilerleme için binlerce asker telef oluyordu. Genelde savaş ortasaha mücadelesi gibi geçse de iki tarafta da hücuma dönük komutanlar vardı ama ani çıkışlar kanlı savunmalarla bastırılıyordu.

Almanlar doğu cephesinde Rus askerlerinin hazırlıkları tamamlanmadan Fransa'yı alıp sonra tüm gücüyle Rusya'ya girmek istiyordu ama bu plan suya düşmüşe benziyordu çünkü ilk birkaç hafta sonra hala istenen ilerleme kaydedilememişti. Almanya mecburen iki cephede birden savaşacaktı.

Bu arada Almanya'yı üzen bir başka gelişme daha oldu ve Avusturya - Macaristan ordusuna karşı hücuma geçen Sırplar hiç beklenmedik bir zafer kazandı. Yukarıda bahsettiğim üzere Almanlar Avusturya henüz savaşa hazır değilken bu ülkeyi Sırplara savşa ilan etmesi için gaza getirmişti ve Avusturya bunun bedelini çok ağır bir şekilde ödemek zorunda kalmıştı. Avusturya - Macaristan Ordusu kendisinden daha zayıf olan Sırbistan karşısında yediği darbe yüzünden afallamıştı ve Rusya'dan gelecek olası bir saldırıya karşı Avusturya'nın direnmesi mümkün görünmüyordu. Bu durumda Almanya hem Fransa-İngiltere koalisyonuyla hem de Rusya'yla tek başına mücadele etmek zorunda kalacaktı ve neredeyse tüm dünyaya "Siz hepiniz ben tek" çekecekti.

Bu arada İngiliz ordusuna da ayrı bir parantez açmak gerekiyor. İngilizler o dönemde dünyada birçok sömürge sahibiydi ama İngiliz ordusunun mevcudu o kadar büyük sayılmazdı. İngilizlerin gücü deniz kuvvetlerinden ve teknoloji kullanımından geliyordu. Örneğin Afrika'daki bir ülkeyi sömürgeleştirmek isteyen İngilizler buraya gemilerle 2-3 bin asker çıkartıyordu ve makineli tüfeklerle donatılmış bu askerler 30-40 bin Afrikalı askeri telef edebiliyordu. İngilizler tüm paralarını deniz kuvvetlerine ayırmıştı ve Almanlar da paralarının çoğunu kara kuvvetlerine ayırmıştı. İngilizler Alman kıyılarına gemilerle gelip asker bırakabilirlerdi ama yeterince askerleri yoktu. Fransızların yardım isteğine sadece 70 bin askerle cevap verebilen İngiltere'nin yardımı bu sebeple yetersiz kalmıştı.

Almanya Fransa'yla meşgulken Rusya savaşa beklenenden daha önce girmişti ama Rusların savaşa girme konusunda biraz aceleci davrandığı ortaya çıkmıştı. Bir anda cepheye 500 bin asker süren Rus ordusu bu askerleri cepheye hazırlıksız, idmansız ve hatta tedariksiz bir şekilde yola çıkarttı. Askerlerin bazılarının ayağında bot bile yoktu ve cephane konusunda da büyük sıkıntılar vardı. Almanlar 2 milyona yakın askeri batı cephesine yığmışlardı ve doğuda sadece 200 bin kadar Alman askeri vardı. Ruslar en başta fazla direnişle karşılaşmadan şehirleri ve kasabaları birer ikişer ele geçirdiler. Fransızlar "birkaç hafta daha dayanabilirsek Ruslar Berlin'i alıp savaşı bitirebilir" diye umutlanmaya başlamıştı.

Ama Almanların uyanması çok uzun sürmedi. Rusların cephede yaptığı taktiksel hatalar, hazırlıksızlık ve komutanlar arasındaki kavga ve didişmeler Almanlar'a avantaj sağladı. Almanlar Berlin'e doğru ilerlemekte olan Rus ordusunu özellikle ormanlık ve nehirlerle kesilen arazinin de  verdiği avantajla defalarca pusuya düşürüp ağır zayiatlar verdirdiler. Çatışmaların birinde 100 binden fazla Rus askeri esir düşerek çalışma kampına yollanacaktı. Bazen Rus komutanlar cephede o kadar bariz hatalar yapıyordu ki Alman komutanlar "bunlar bizi tuzağa düşürmek için kasten yapıyorlar" diye düşünmeye başlamıştı. Örneğin Alman ve Fransız komutanlar telsiz konuşmalarında şifreli konuşurken Rus komutanlar kendi aralarındaki telsiz konuşmalarında açık ve net bir şekilde taktiklerini ve nereye saldıracaklarını anlatıyordu. Bazı öldürülen Rus askerlerinin üzerinde yazılı olarak Rus ordusunun taktik bilgileri bulunmuştu. Almanlar bu kadar bariz hataların olsa olsa "tuzak" olabileceğini düşünüyordu ama işler çok farklıydı. Rusların doğudaki ilerleyişi şimdilik durmuştu ve Almanya yeniden tüm dikkatini Fransa cephesine verebilirdi.

Batıda orta saha mücadelesi devam etse de Fransa'nın defansı yorgun düşmeye başlamıştı ve zaman zaman açıklar veriyordu. Fransızlar kısa sürede Alman topçu ateşi ve Alman hücumları sayesinde çeyrek milyon asker kaybetmişti. En başta bir hendek savaşı yaşanıyordu zira hem Alman hem Fransız orduları hendek kazıp buradan düşmana ateş ediyordu ve zaman zaman iki taraf da süngü takıp hücuma çıkıyordu. Fransızlar bu işin böyle devam etmeyeceğini anlayınca tamamen savunma savaşına dönmeye karar verdiler.

Fransızlar artık süngü takıp Almanlara hücum etmek yerine oyunu kendi alanlarına kabul edecekleri ve Almanların hücumlarını kontrol altına almaya çalışacaklardı. İroniktir ki Almanlar her ne kadar büyük savaşta işgalci taraf olsa da cephelere savunma savaşı yapıyordu ve Fransızlar savunmada olsa da hücum üstüne hücuma kalkıp her seferine ağır kayıplar vererek çekilmek zoruna kalıyordu. Kısaca Fransızlar "En iyi savunma hücumdur" felsefesiyle oynarken Almanlar hilal taktiği benzeri bir taktikle Fransızları üzerlerine çekip imha ediyordu.

Bir süre sonra Fransız askerler Paris'e doğru geri çekilmeye başladı ve Almanlar ilerleyişe geçti. Almanlar Fransa cephesinde epeyce kazanım sağlamıştı ve Fransa'ın bundan kısa bir süre sonra düşeceğine inanılıyordu. Fransız askerleri yürüye yürüye çekilirken Alman askerleri de onları yürüme hızında takip ediyordu. Açıkcası her iki ordu da yorgun düşmüştü ve askerlerin taşıdığı yükler fazlaca ağır geliyordu. Kimse savaşın bu kadar uzayacağını tahmin etmemişti ve yine o günlerde kimse savaşın bundan sonra 4 yıl daha devam edeceğini bilemezdi. Her hücumdan sonra iki taraftaki komutanlar "bir sonraki hücumda düşmanı tamamen bitirmiş oluruz" diye düşünüyordu ve her seferinde yanılıyordu.

Fransa düşmese bile cephedeki mevcut Alman askerleri şimdilik bu cephe için yeterli gibiydi ve Avusturya'dan kötü haberler geliyordu. Almanlar doğu cephesinde Rusları geri püskürtmüştü ama Ruslar bu kez daha da büyük bir orduyla geri dönmüşü ve Avusturyalıların Rus Ordusu karşısında tutunması imkansızdı. Bu yüzden Alman komutanlar önceliği yeniden Avusturya'nın zorlandığı doğu cephesine verme kararı aldı. Bu yüzden Fransa cephesindeki askerlerin bir kısmı doğuya yollandı. Bu hareket Almanya'nın Fransa cephesindeki elini zayıflatacaktı.

Fransa'ya yardıma gelen İngilizler de pek faydalı olamamıştı. Almanlar her iki cephede de oldukça başarılı bir şekilde ilerlemeye devam ediyordu. O güne kadar Dünyada gerçekleşen savaşların %99'u bir veya birkaç gün içinde bitmişti ve yıllarca sürebilecek bir savaş tarihte eşi benzeri çok nadiren görülmüş veya hiç görülmemiş bir şeydi. Bu arada önceden öngörülemeyen 3 problem ortaya çıktı:

1. Savaşta her iki taraf da epeyce cephane kullanmıştı ve geriye kullanacak fazla cephane kalmamıştı.
2. İki tarafta da binlerce ölü, yaralı ve hasta vardı ve cepheye sürecek fazla asker kalmamıştı.
3. Askerlerin erzağı tükenmeye başlamıştı ve savaştaki tüm ülkeler ordularını doyurabilmek için halkın yiyeceklerine el koymaya başlamıştı.

Bu konuda İngiltere ve Fransa Almanya'ya göre daha şanslıydı çünkü Alman ordusunun neredeyse tamamı Almanlardan oluşuyordu ama İngiltere ve Fransa'nın asker ve diğer kaynakları toplayabileceği bir çok sömürgesı vardı. İngiltere Avustralya, Kanada, Hindistan gibi ülkelerden gemilerle asker ve erzak toplarken Fransa da Afrika'daki sömürgelerine aynı amaçla haber saldı. Almanlar ise ülkedeki gençleri silah altına almak zorundaydı. Bu durum savaşın dengesini değiştiren unsurlardan biriydi. Savaşın geri kalanında Almanlar hem askerlerini hem de cephanelerini hesaplı kullanmak zorundayken İngiltere ve Fransa hile kodu yazmış ve sınırsız asker kaynağına ulaşmış gibiydi.

Almanlar Paris yakınlarına gelmişti ve Fransızlar Paris'i canları pahasına savunmak için hazırlıklara başlamıştı. Şehrin her tarafında savunma mevzileri güçlendirilmişti ve çeşitli şehirlerden askerler getirilmişti. Paris'in düşme ihtimaline karşın Fransa hükümeti ülkenin batı kıyılarına taşınmıştı. Fransızlar Almanlara Paris'e gelmeden önce son kez bir saldırıya geçip Almanları şehrin dışında tutmak istiyordu. Az sayıda askere sahip olan İngilizler de mevcut askerlerini riske atmak istemiyordu. Günlerdir yorgun argın bir şekilde geri çekilmekte olan Fransız askerlerinin geri dönüp saldırıya geçmesi imkansıza yakındı ama elde başka çare de yoktu. Bunun yapılabilmesi için önce cephedeki komutanların değişmesi gerekiyordu. Savunma mentalitesine sahip olan komutanlar hücum mentalitesine sahip olan komutanlarla değiştirildi. Daha sonra uzun uğraşlar sonucunda İngilizler de hücuma katılmaya ikna edildi.

Fransa - Belçika sınırında nadir gelişen İngiltere - Fransa ataklarında Almanlar ummadıkları bir mağlubiyet alınca cephede biraz geriye düştüler. İngiltere - Fransa koalisyonun atakları beklenenden daha çok etki yapmıştı, hatta öyle ki bazı Alman komutanlar savaşı kaybettiklerini düşünmeye başlamıştı. 1914 yılının sonuna kadar Almanya - Fransa - Belçika bölgesinde çatışmalar devam etti ve iki taraf da birbirine tam bir üstünlük kuramadı. Paris'in düşme ihtimali epeyce azalmıştı. Zaten Alman komutanların birçoğu Paris'in alınmasını çok da gerekli görmüyordu. Onlara göre Paris'in alınması yerine Fransa - Almanya sınırındaki Fransız askerlerinin arkadan kuşatılması daha faydalıydı. Bu yüzden Almanlar savaşın sonuna kadar Paris'e hiçbir zaman saldırmadılar.

1915 yılına girildiğinde savaşın seyri ve şekli değişmeye başladı. En başta taş çatlasa birkaç hafta sürmesi beklenen savaş aylardır devam ediyordu ve tünelin ucundaki ışık da ne Almanlar için ne de Fransızlar için gözükmüyordu. Almanlar o ana kadar olan kazanımlarını elde tutmak için siper kazıp savunmaya geçmişti. Bununla birlikte ada ülkesi olduğu için yüzlerce yıldır donanma kasan İngiltere'nin denizlerde kayıtsız şartsız bir üstünlüğü vardı ama Alman denizaltılar İngilizler'in gemilerini birer birer batırmaya başlayınca bu üstünlük epeyce zayıfladı.

Çatışmalar devam ederken Almanya Osmanlıları, İngiltere de ABD'yi savaşa dahil etmek istiyordu. ABD'nin savaş adahil olması İngiltere'nin denizlerdeki hakimiyetini geri getirebilirdi ve İngiltere için bu çok önemliydi. Almanya Osmanlıların savaşa dahil olmasını istiyordu çünkü Osmanlıların ortadoğuda epeyce toprağı ve nüfuzu vardı. Almanlar Osmanlı savaşa dahil olunca İslam halifesinin cihat ilan etmesi halinde Müslümanlardan oluşan İngiliz sömürgelerinde isyan çıkacağından emindiler. Böylece savaş ortadoğu ve Afrika'ya sıçrayacaktı ve İngiliz Fransız orduları da tıpkı Alman ordusu gibi cephelere bölünmek zorunda kalacaktı.

Osmanlılar savaşa dahil olmasına olacaktı ama kimse Halifeyi umursamadığıg için bu Almanların istediği etkiyi yapmadı. Hatta Almanların istediğinin tam tersi olmuştu ve İngiliz sömürgelerindeki Müslümanlar İngiltere'ye karşı değil Osmanlılara karşı isyana çıkmıştı. Kuşkusuz Birinci Dünya Savaşının çıkmasında en az söz sahibi ve en az sorumluluk sahibi olan ama savaşın sonucunda en fazla zarar gören taraf Osmanlılar olacaktı.

Almanya açısından şimdilik savaşta denge vardı ama savaşa ABD'nin dahil olması işleri değiştirebilirdi. ABD o sırada savaşa katılıp katılmama konusunda çok büyük bir tereddüt ediyordu. Savaş yğüzünden Avrupa'daki altyapı çok zayıflamıştı ve ABD Avrupa'ya silah, cephane ve çeşitli ürünler satarak epeyce para kazanmıştı. ABD içindeki bazı devlet adamları Avrupalılara bakıp "yesinler birbirlerini" derken bazı devlet adamları "geldiğimiz yeri unutmayalım biz de dün Avrupalıydık" diyordu.

Amerikalılar savaşa katılıp katılmamayı düşünedursun Alman denizaltılar sivil gemilere de saldırmaya başlamıştı. İngiliz savaş gemileri Alman denizaltıları tarafından patır patır batırılmaya başlayınca İngiliz gemiler bazı bölgelerden çekilmişti ama sivil ve ticari gemileri dönemde dokunulmazlıkları olduğu için yolculuğa devam ediyordu. Almanlar savaşın uzamasıyla birlikte bazı etik kuralların artık işlememeye başladığını ve savaşı bir an önce bitirmek için gerekirse sivillerin katledilebileceğinidüşünmeye başlamıştı. Zaten İngilizler de sivil gemileri silahlandırmaya başlamıştı.

1915 yılında Almanlar ilk kez zeplin kullanarak savaşa hava kuvvetlerini dahil ederken İngilizler de ilk kez tank kullanacaktı. Tankların dizayn ediliş hikayesi de oldukça ilginçtir, savaşın başında araba, jeep, kamyonet ve kamyonları güçlendirmek için fazladan zırh kullanılmıştı ama daha sonra savaş cephenin aylarca belli bir hat üzerinde sabit kaldığı hendek savaşına dönünce bu araçların kullanımı manasız kalmıştı. Churchill bugünkü iş makinesi Caterpillar şirketinin ürettiği tarım amaçlı traktörlere zırh ve palet ekletip cephede hareket eden kale şeklinde kullanmak istiyordu. İngiliz komutanlar bu fikri komik bulmuştu ve Almanların bu araçları cephede görünce güleceğini söylemişti. Üstelik bu deney tutmazsa İngilizler dünyaya rezil olacaktı. Churchill yine de inatçıydı ve deniz kuvvetlerinden ayırdığı bütçeyle dünyadaki ilk savaş tankını dizayn ettirdi. Churchill bu tankların erkenden cepheye sürülmesini istemiyordu çünkü Almanlar tankların farkına varınca aynılarını onlar da üretmeye başlayacaktı. Bunun yerine tanklar gizlice üretilmeli, binlercesi üretilip Almanların İngilizleri yakalaması imkansız hale gelince cepheye sürülmeliydi. İngiliz komutanlar Churchill'i dinlemedi ve henüz 50 tank üretmişken bu tankları cepheye sürdü. Böylece İngilizlerin üstünlük kurma şansı ortadan kalkmış oldu.

Yine ilk kez Almanlar olmak üzere iki taraf da kimyasal silah kullanacaktı ve iki tarafta da ağır zayiatlara sebep olunacaktı. Savaşa dahil olan Osmanlılar Çanakkale'de kahramanca bir direniş gösterse de diğer cephelerde yerel halkın desteğini alan İngilizler karşısında fazla tutunamayacaklardı. 

1915 yılı boyunca Almanya - Fransa cephesinde pek değişiklik olmadı. İki ülke de sahip olduğu hattı tutmaya çalışıyordu ve yapılan ilerleme girişimlerinde 100-200 metrelik bir ilerleme için binlerce asker telef oluyordu ve bu iki tarafa da çok pahalıya maloluyordu. Bu arada o zamanki savaş şartları hakkında da birkaç kelam etmekte fayda var. İki taraf da kilometrelerce boyunca uzanan siperler kazmıştı ve askerlerin tüm günü ve gecesi bu siperlerin içerisinde geçiyordu.

Sabah kalkar kalkmaz ellerine tüfek alan askerler siperlerin içinde hazır halde bekliyorlardı ve çatışmaların yoğunlaştığı günlerde bütün gün çatışma yaşanıyordu. Geceleri de aynı siperlerde askerlerin dinlenmesi ve uyuması gerekiyordu. Bu da her zaman ideal şartlar altında gerçekleşmiyordu. Mesela çatışmaların yoğun bir şekilde yaşandığı günlerde bazen şehit olan askerlerin cenazesinin kaldırılması için günler boyunca çatışmaların yavaşlaması bekleniyordu.

Yoğun çatışmalar yaşanırken siperler cesetlerle ve ölü ve yaralılardan akan kanlarla doluyordu. Kanlar bazen dizboyuna kadar ulaşıp toprakla karışarak çamura sebep oluyordu ve cesetlerin kokusu günlerce devam ediyordu. Askerler geceleri bu şartlar altında uyumak ve dinlenmek zorundaydı. Çoğu zaman çatışma olmasa da yağan yoğun yağmurlar sonrasında siperler çamur deryasına dönüyordu. Çoğu zaman cepheye sevkedilen askerler ölene veya yaralanana kadar siperden çıkmıyordu. Yeri gelince bir ay boyunca siperin aynı noktasına zaman geçiren askerler oluyordu. Bu askerler açısından oldukça zor bir durumdu, savaşın başında taş çatlasa birkaç hafta için cepheye sürülen askerler aylardır bu şartlarda savaştığı için çoğu yorgun düşmüştü ve kimsenin hücuma kalkacak hali yoktu.

Cephedeki bazı askerler travma yaşıyordu ve bazı komutanlar travma yaşayan askerleri korkaklıkla veya hainlikle suçlayıp hapisten idama kadar birçok cezaya maruz bırakıyordu. Bir süre sonra bunun böyle sürdürülemeyeceği anlaşıldı ve ön cephedeki askerlerle arka cephedeki askerler arasında birkaç haftada bir rotasyon yapma fikri ortaya atıldı.

1915 yılında Çanakkale savaşı yaşandı ve Fransa - Almanya cephesi her ne kadar yavaşlamalar görse de Balkanlarda ve Ortadoğudaki çarpışmalar şiddetini arttırarak devam etti. Almanlar balkanlarda toprak kazanırken İngilizler de ortadoğuda nüfuz ve toprak kazanıyordu. 1915 yılı tarafların cephelerde küçük kazanımlar elde ettiği ama tam anlamıyla kimsenin savaşı kazandıracak hamle yapamadığı bir yıl olarak kayıtlara geçti. 1915 bitip 1916 başlarken Çanakkale savaşı bitti ve İngilizler hiç beklemedikleri bir mağlubiyet aldılar. Bu da dışarıdan destek alamayan Rusya'yı savaş dışına itecek bir gelişmeydi.

Rusya'nın durumundan biraz daha bahsetmek lazım. Ruslar çok askere sahipti ama ülkede gerek iç karışıklıklar gerek sanayi üretiminin yeterli verimliliğe ulaşmamış olması, gerekse yaşanan ekonomik kriz yüzünden cephelerde fazla tutunamayacak gibiydi. Rusya'nın parası tükendiği için İngiltere aracılığıyla ABD'den kredi almaya başlamıştı ve yine Rus ordusunun mermi ve askeri mühimmatları İngiliz fabrikalarında üretiliyordu. İngilizlerin Rus ordusuna para ve mühimmat ulaştırabilmesi için Çanakkale Savaşının kazanılması gerekiyordu. Ruslar bunu bilmelerine rağmen Çanakkale savaşında yardıma gelmemişti. Halbuki İngilizler Çanakkale boğazından geçmeye çalışırken Karadenizdeki Rus gemileri çok rahat İstanbul'a asker çıkartabilirdi ve Osmanlılar savaş dışı kalabilirdi. Ruslar böyle bir hamlede bulunmaları halinde uzun yıllardır sahip olmak istedikleri İstanbul'un kendilerine verilmesini istiyordu ama İngilizler Fransızlar ve Yunanlar da aynı şehire sahip olmak istediği için buna karşı çıkıyordu. Bu yüzden Ruslar bir yandan iç karışıklıklarla uğraşırken bir yandan da Balkanlara yoğunlaşmaya çalıştılar.

Bu dönemde Almanlar cephedeki top ve makineli tüfek sayısını arttırarak gerekli asker sayısını azaltma yoluna gitmişti. Böylece askerler batı ve doğu cephesi arasında daha efektif bir şekilde paylaştırılabilirdi. Ruslar 1915'in ilk aylarında doğu cephesinde bazı kazanımlar elde ettiyse de Almanların sonradan yoladığı takviye askerler kaybedilen toprakların önemli bir kısmını geri almıştı. Savaşın ilk yılı geride kalırken Rusya 4 milyon asker kaybederek savaşta en fazla kayıp veren taraf olmuştu.

Bu arada İtalya 1 milyon asker toplayıp seferberlik ilan etmişti ve savaşa katılmaya hazır olduğunu iki tarafa da bildirmişti. Herkes İtalya'nın savaşa kimin tarafında katılacağını merak ediyordu. Açıkcası Almanlar da Ruslar da İtalya'ya Balkanlarda toprak sözü vermişti ve İtalyanlar savaşın gidişatını izleyip hangi taraf kazanmaya daha yakın gözüküyorsa savaşa onun yanında katılacaktı. İtalya'daki Katolik Kilisei ve Sosyalistler savaşa şiddetle karşı çıkarken sağcı hükümet savaştan karla çıkmak istiyordu. Mayıs ayının son haftasında Almanya'ya olmasa da onun artık bitme noktasına gelen müttefiği olan Avusturya'ya savaş ilan ederek savaşa dahil olmuş oldu. Böylece asker sayısı olarak epeyce geride olan Alman tarafı iyice geriye düşmüş oldu.

Avusturyalılar Almanya'nın İtalya'yı işgal etmesini istiyordu ama cephelerde zaten asker sıkıntısı çeken Almanların bu işe ayıracak askerleri yoktu. Almanlar bir şekilde Rusya'yı savaş dışı bırakıp doğu cephesini kapatmak istiyordu ama Rusya, İngiltere ve Fransa arasındaki bir antlaşmaya göre üç ülkeden hiçbiri diğerlerinden izin almadan Almanya ile masaya oturmayacaktı. Rusları savaş dışı bırakmak oldukça zor bir işti çünkü bunu gerçekleştirmek için ya Rusya'nın büyük bir kısmını ele geçirmeniz ya da Rus ordusunu bir daha savaşamayacak kadar zayıflatmanız gerekiyordu. Almanların eldeki askerlerle Rusya'dan toprak kazanması mümkün değildi. Tek çare Galiçya ve Polonya civarındaki Rus askerlerini bir şekilde çember içine alıp yoketmekti.

Almanlar her ne kadar Rus ordusunu çember içine almayı başaramasa da Rusları Galiçya'dan atıp Polonya'daki Rus askerlerine de ağır zayiatlar verdirmeye devam edince Rusya'nın büyük şehirlerinde halk sokaklara dökülüp eylemler yapmaya başladı. Mevcut Rus rejimi iyice zayıflamıştı ve artık son demlerini yaşamaktaydı. Alman generaller bu fırsattan istifade ederek Rusya topraklarına saldırmak istiyordu ama Alman diplomatlar yine aynı fırsattan istifade ederek Rusya'yı antlaşma masasına oturtmak istiyordu. Zira Rusya'nın asker gücüyle fethedilmesi mümkün değildi ama savaş dışı bırakılması mümkün olabilirdi.

Savaşa dahil olan İtalyanlar ilk iş olarak kendilerine coğrafi olarak en yakındaki düşman olan Avusturya'ya saldırdılar. O esnada her ne kadar Avusturya ordusu bitik olsa da İtalyan ordusu ondan daha bitik haldeydi. İtalyanlar savaş hazırlanmadan balıklama girmişti ve ilk aylarda Avusturya karşısında onbinlerce asker kaybedecekti ve tek bir karış toprak bile kazanamayacaktı. Aynı günlerde Ruslar da Polonya'daki şehir ve köyleri birer birer terk ediyordu ve Almanlar buraları hızla ele geçiriyordu. Ağustos itibariyle Ruslar Varşova'yı boşaltmaya başlamıştı. Savaştaki batı cephesi kilitlenmişti ancak doğu cephesinde Almanlar epeyce kazanım elde etmekteydi. Savaşın batı cephesiyle doğu cephesi arasında dağlar kadar fark vardı. Mesela batı cephesinde milyonlarca asker aylarca çarpışıp yüzbinlerce kayıp verirken 2-3 km toprak kazanımı olurken doğu cephesinde ufak bir çarpışmadan sonra 50-100 kmlik toprak el değiştirebiliyordu.

Rusların geri çekilmesi üzerine Rusların savaştan tamamen çekileceğini düşünen Fransızlar'da panik havası ediyordu. Üstelik İngilizlerle Fransızların uzun zamandır savaşa katılmaya ikna etmeye çalıştığı Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya da Rusya'dan ibret almışa benziyordu. Bulgaristan son dakikada fikir değiştirerek savaşa Almanya tarafında girecek gibiydi ve diğer iki ülke artık savaşa girmek istemiyordu. Fransızlar psikolojik üstünlüğü ele geçirmek için saldırıya geçmek zorundaydı. Bu yüzden sonbahar itibariyle Fransa hattı boyunca gerçekleşmesi planlanan çok büyük bir taarruz için hazırlıklar başladı.

29 Eylül 1915'te Fransızların uzun zamandır beklediği hücum başladı. Fransızlar cephe hattı boyunca Alman askerlerine 3 koldan saldırıya geçmişti. Bu saldırıya İngilizler ve sömürge devletlerden getirilen askerler de katılmıştı ve saldırılan noktalarda İngiliz-Fransız askerlerinin sayısı Alman askerlerin sayısının 5-6 katıydı. Almanların savunma taktiği cepheyi aralarında 2-3'er kilometre mesafe olan 3 hatta bölmekti. Buna göre Fransız askerleri görece az sayıda askere sahip olan ilk 2 hattı geçip üçüncü hatta geldiğinde hem uzun srüen çarpışmalardan dolayı hem de ağır yüklerle kilometrelerce yürüdüğü için yorgun düşecekti ve üçüncü hattaki taze ve dinlenmiş Alman savunması Fransızların ifadesini alacaktı. Ayrıac Almanlar çeşitli hatlarını tünellerle birbirine bağlayıp askerlerin hatlar arasında geçiş yapabilmelerin sağlamıştı.

Almanlar her zamanki gibi cephenin geri hatlarına otomatik silah ve ağır topçu birliklerini sürmüştü ve asker sayıları arasındaki farkı bu şekilde telafi etmeyi umuyorlardı. Fransızlar asker sayısı olarak kat kat üstün olmalarına rağmen hücuma geçmeye cesaret edemiyordu. Bu yüzden hücum öncesi 4 gün boyunca Alman savunma mevzileri gece gündüz aralıksız bir şekilde bombalandı. Bu bombardımanda Almanlar ağır kayıplar vermişti ama aynı zamanda Fransızların çok büyük bir saldırının hazırlığında olduğunu anlayıp savunma pozisyonu almışlardı.

5. günün sabahında kimyasal gaz saldırısıyla birlikte hücuma geçen Fransızlar ve İngilizler ilk elde başarılı gözüküyordu. En başta tek bir sorun vardı o da rüzgarın ters esmesiyle bazı İngiliz askerlerin kendi attıkları kimyasal gaza maruz kalmasıydı. Savaş alanı açık ve büyük olduğu için bu gazlar iki tarafa da çok büyük bir zarar vermemişti. Fransızlar hücuma kalktığında Almanların ilk savunma hattının 4 günlük bombardımanda neredeyse tamamen haritadan silindiğini gördüler. Etrafta binlerce Alman askerinin cesedi vardı ve ölmeden önce can çekişmekte olanlar hariç canlı kalabilen Alman askeri yok denecek kadar azdı.

Fransızlar ilk savunma hattını hiç direniş görmeden geçip ikinci hatta gelmişti ama geride kalan topçu birliklerin bundan haberi yoktu. Bu yüzden Fransız askerlerinin çoktan ele geçirdiği yerlerde Alman askerlerinin olduğunu düşünen Fransızlar buraları topçu ateşine tutmaya başladı ve Fransız askerleri arasında çok büyük bir panik havası esti. Bu karışıklıktan faydalanmak isteyen Almanlar topçu ateşiyle ve makineli tüfeklerle karşı atağa geçtiğinde Fransız askerleri çok büyük zayiatlar vermeye başlamıştı.  Günün sonunda Fransızlar üç cephede de geri tepilmişti.

O günden sonra İngilizlerle Fransızlar 2-3 ay kadar daha bölgede üstünlük kurmaya çalıştıysa da hiçbir girişim başarılı olamadı. Bu saldırılar sonunda İngilizlerle Fransızlar 240 bin asker kaybederken Almanların kaybı 140 bin civarındaydı. Bu çarpışmalar devam ederken savaşa yeni bir ülke dahil oldu. Uzun zamandır hem İngiltere'nin hem Almanya'nın kendi tarafına çekmeye çalıştığı Bulgaristan savaşa Almanya tarafında katılmayı seçmişti çünkü Bulgarların Sırp topraklarında gözü vardı ve Sırbistan'ın İngiltere ile aynı tarafta olması Bulgarların aynı tarafta olmasına engeldi. Bölgede Ruslar mağlup düşmüştü, ayda ortalama 250 bin asker kaybetmişlerdi ve Sırplar da epeyce zayıflamıştı. Bu yüzden İngilizler ilk kez bu cepheye bu kadar çok asker çıkartmak istiyordu. Çanakkale geçilemediği için bunun en kolay yolu Yunanistan üzerinden asker çıkartmaktı.

Batıdan Almanlar, doğudan Bulgarlar tarafından saldırıya uğrayan Sırbistan'da hem askerler hem de sivil halk İngiliz askerleri bölgeye gelene kadar dayanamamıştı ve ülkeden kaçabilen herkes ayakları üzerinde Arnavutluğa kaçmaya başlamıştı. Öyle ki kaçanlar yanlarında içecek, kışlık giyecek almadığı için birçoğu yolda açlıktan, susuzluktan veya soğuktan can verecekti. İngiliz askerleri Sırbistan'ı kurtarmak için çok geç kalmıştı.

1916 yılında İngilizlerle Fransızlar Almanlara saldırmak için yeniden sessiz sedasız bir hazırlık halindeydi. Almanlar da aynı şekilde sessiz sedasız bir hazırlık içindeydi. İki taraftan artık hangisi önce hazırlanırsa ilk hücuma çıkan o olacak gibiydi. Bu arada o dönemde Almanya ve Fransa'da zorunlu askerlik vardı ama İngiltere'de hala askerlik profesyonellik ve gönüllülük esasına dayanan bir hizmetti. İngiltere 1916'nın başında sömürgelerinden gelen askerler de yeterli gelmeyince zorunlu askerlik ilan etti. Buna rağmen Almanya, İngiltere - Fransa ikilisinden önce harekete geçmişti ve hücuma hazır olan taraf haline gelmişti. Aslında Fransızlar Almanların savaşta yorgun düştüğünü, çok ağır kayıplar verdiğini ve bir sıkımlık gücünün kaldığını düşünüyordu. Fransızlara göre Almanlara karşı yürütülecek topyekün bir taarruz bu ülkenin sonunu getirecekti. Almanlar da aynı şeyi Fransızlar için düşünüyordu ve Fransızları bitirecek o son darbeyi vurmak istiyordu.

Şubat ayında başlayan Alman saldırısı sonucunda 1916'nın sonuna kadar devam edecek olan Verdun Savaşı başladı. Sabah 7'de 2 bine yakın topla bombardımana başlayan Almanlar 5 saat içerisinde 12 km'lik Fransız mevzisine 500 bin top atışı yapmıştı. Bu da km başına 41 bin top mermisi demekti. Öğleden sonra bombardıman sona ermişti ve etraf can çekişen veya acısından bağırıp çağıran Fransız askerleri hariç sesizliğe gömülmüştü. O güne kadar ne zaman topçu saldırısı gerçekleştiyse hemen arkasından kara hücumu gerçekleşiyordu ve Fransızlar bunu bildikleri için mevzilerinde savunma pozisyonu alıp beklemeye başladılar. Almanlar da Fransız askerlerini mevzilerine çektikten sonra biraz bekleyip akabinde bombardımana kaldıkları yerden devam ettiler ve Fransızlara çok ağır zayiatlar verdirmeyi başardılar.

Bu kez bombardıman akşam 5'e kadar devam etti ve güneş battıktan kısa bir süre sonra son buldu. Fransızlardan hayatta kalanlar en azından eretsi güne kadar direnebileceklerini düşünüyordu ki akşam karanlığı çöker çökmez Alman hücumu başladı. Savaşın batı cephesinde belki de ilk kez taraflardan biri gece karanlığında taarruza geçiyordu. Fransızlar bir yandan gün boyunca süren bombardımanın şokunu üzerlerinden atmaya çalışırken bir yandan da yaralılarını tedavi edip ölenlerini gömmekle meşguldu ve Alman saldırısı karşısında savunma pozisyonunun alınması epeyce uzun sürdü.

Almanların buradaki asıl amacı Verdun'u ele geçirmekten çok Verdun ve çevresindeki şehirlere hakim olan tepeleri ele geçirmekti. Almanlar bölgeye hakim birkaç tepeyi ele geçirdikten sonra şehre konuşlanmış olan Fransızları yukarıdan topçu ateşine maruz bırakıp katletmeyi planlıyorlardı. Alman komutan Falkenhayn "Verdun'u Fransızlardan alırsak elimize pek bir şey geçmez ama şehri sürekli tehdit altında tutarak Fransızların buraya sürekli asker çıkartmasını sağlayıp bu askerleri topçu ateşine maruz bırakırsak çok sayıda kayıp verdirebiliriz" diye düşünüyordu ve Verdun'u devasa bir kıyma makinesine benzetiyordu.

Tarih boyunca Attila'dan Sezar'a, Napolyon'dan 14. Louis'e kadar birçok komutanın yolunun en az bir kere düştüğü Verdun şehrindeki çarpışmalar Birinci Dünya Savaşı'nın belki de en uzun, en kanlı ve en şiddetli çarpışmalarıydı. Almanlar hücuma çıkınca ortaya çıkan kötü hava koşulları ve fırtına saldırıyı yavaşlatmıştı ve Fransızlar kısa sürede cepheye yeni askerler sürmüştü. Almanlar da Fransızlar da cepheye 1 milyondan fazla asker sürmüştü ve aylarca göğüs göğüse devam eden çarpışmalardan sonra iki taraf da binlerce kayıp vermesine rağmen kimse bir ilerleme kaydedemiyordu.

Fransızlar Almanların taktiğini anlamıştı ve askerler Almanların ele geçirip Fransızları bombalamayı umduğu tepelere asker çıkartmıştı. Yaz boyunca iki taraf da karşılıklı ataklarla düşmana kayıplar verdiriyordu. Fransız ordusu İngilizlerin de desteğiyle yaz sonu - sonbahar başı gibi üstünlük kurmaya başladı. Almanlar bu cephede elde etmek istediklerini alamayacaklarını anladıysa da çatışmalar yer yer şiddetlenerek yer yer yavaşlayarak Aralık ayına kadar devam etti. Aslında bu süreçte Almanlar 3 defa şehri almaya çok yaklaşmıştı ama yukarıda bahsettiğim üzere Falkenhayn şehri almaktan çok Fransız askerlerini şehre çekip katliam yapmak istediği için 3 seferde de geri çekilmişlerdi.

Bu arada İngilizler, Fransızlar ve Ruslar arasında yeni bir antlaşma imzalanmıştı. Buna göre doğu cephesi tehlikeye girdiğinde batı cephesindeki müttefikler savaşın dozunu arttıracaktı ve batı cephesi tehlikeye girdiğinde de Rusya aynısını yapacaktı. Böylece Almanya'nın tüm gücüyle tek bir cepheye yoğunlaşıp o cepheyi bitirmesi engellenecekti. Fransızlar batıda zorlanmaya başlayınca Ruslar yeniden hücuma geçme kararı aldılar.

Ruslar zayıftı ama Osmanlılar onlardan daha zayıftı. 1916'nın ilkbaharında Ruslar Türkiye'ye doğudan girmişti ve Erzurum, Trabzon, Bitlis gibi Türk şehirleri Rusların işgali altındaydı. Temmuz ayında Erzincan şehri de Ruslar tarafından işgal edildi. Ruslar Türkiye'nin doğusunda ilerlemeyi sürdürse de bu konuda çok aceleci davranmıyorlardı. Zaten ülkede iç karışıklıklar ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu arada İngilizler de Osmanlıların Arabistan'daki topraklarını ele geçirmeye başlamıştı. Bu cephede Araplar da beklenenin aksine Osmanlıların değil, İngilizlerin yanında savaşıyordu.

Aynı günlerde Romanya savaşa Rusya'nın yanında katıldıysa da pek bir varlık gösteremedi. Almanya Balkanlarda epeyce başarı göstermişti ve Romanya ordusu birkaç hafta gibi komik bir sürede epeyce yenilgiye uğratılmıştı. Mart ayında Litvanya'yı geri almak için saldıran Rus ordusunun karşısına ufak bir Alman ordusu çıkmıştı. Litvanya'yı kuşatan Ruslar savunma pozisyonundaki Almanlardan 5 kat üstündü ve saldırının başlarında epeyce mesafe de kaydetmişti ama Alman savunması bir türlü kırılamadı. Ruslar Litvanya'da eriyen karlardan oluşan çamura takılıp kalmıştı ve Rus topçuların isabet oranı oldukça düşüktü. Buna karşılık yüksek tepelerde mevzi alan Almanlar çok daha isabetli ateş açabiliyordu. Üstelik 10 binden fazla Rus askeri aniden gelen bir fırtınadan dolayı donarak can vermişti. Sonuç olarak Litvanya'yı geri almak için saldıran Rus ordusunun Alman ordusu karşısında dağılması 1 hafta sürmüştü. Bundan bir ay sonra karlar eriyip havalar ısınınca Almanlar saldırıya geçmişti ve Ruslar 50 binden fazla zayiat vermişti.

Mayıs ayında batı cephesinde ilginç ve trajikomik bir olay yaşandı. Kahve içmek için batı cephesindeki en büyük cephaneliklerden birinde ateş yakan Alman askerleri tüm cephaneliği havaya uçurdu ve 700'e yakın Alman askeri can verdi. Olay bununla da bitmemişti, cephanelikten canlı çıkan Alman askerlerinin yüzü is içinde kapkara olmuştu ve olay yerine saatler sonra gelen başka bir Alman birliği bunların Afrika'dan gelen Fransız sömürge askerleri olduğunu sanıp bunlarla çatışmaya girmişti. Olay sonunda yüzlerce Alman askeri boşu boşuna telef olmuştu ve bölgedeki Alman askerleri bu olayın travmasından uzun süre çıkamamıştı.

Mayıs ayı geride kalırken Birinci Dünya Savaşının tek deniz savaşı yaşandı. Yaklaşık 150 kadar İngiliz savaş gemisi 100 kadar Alman gemisini Danimarka açıklarında kıstırmıştı. Herkes Alman donanmasının tamamen imha edileceğini düşünüyordu. Sonuç olarak Alman donanması 11 gemi ve 2500 asker kaybederken İngilizler 14 gemi ve 6 bine yakın asker kaybetmişti. Bu çarpışmadan sonra iki taraf da bir daha deniz savaşına girmeye cesaret edemedi. Bundan sonra Almanlar denizaltıları kullanarak İngiliz donanmasını pusuya düşürmeye çalışırken İngiliz donanması daha çok savunmada kalacaktı.

Avusturyalılar İtalya'ya saldırmak istiyordu ama zaten asker sıkıntısı çeken Almanlar bunun boş bir çaba olduğunu ve askerlerin daha tasarruflu kullanılması gerektiğini düşünüyordu. Bunun üzerine Avusturyalılar Almanlara haber vermeden İtalya'ya saldırmak üzere ordu kurdular ve Alp dağlarına doğru yol almaya başladılar. Bunu fırsat bilen Ruslar Avusturya'yı yenmek için karşı saldırıya geçti ve Avusturya ordusu kısa zamanda 100 bini esir olmak üzere 300 binden fazla asker kaybetti. Son anda araya giren Alman ordusu Avusturya ordusunu tamamen imha olmaktan kurtarmıştı ama Almanlar Avusturyalılara kendilerine haber vermeden İtalya'ya saldırdığı için kızgındılar.

Bu arada Verdun'da başlayan savaş hala bitmemişti ve yaz aylarında tüm şiddetiyle devam ediyordu. Almanlar hedeflerinden birini gerçekleştirmişti ve Fransızlara çok ağır kayıplar verdirmişti ama aynı şekilde kendileri de ağır kayıplar vermişti. Fransızların toplamda çok daha fazla askeri olduğu için Almanların savaşı kazanması için Fransızlardan çok daha az zayiat vermesi ve çok daha dikkatli olması gerekiyordu. Aylar süren çarpışmalardan sonra iki taraf da bir şey kazanamamıştı ama iki taraf da çok şeyler kaybetmişti.

Temmuz ayından itibaren saldırı sırası Fransızlardaydı. Fransızlar zaten yılın başından beri saldırı planı yapıyordu ama bir türlü fırsat çıkmamıştı. Özellikle Verdun'da verilen zayiatlar planlanan Fransız saldırısını geciktirmişti. Temmuz ayı itibariyle batı cephesinde bir yandan Verdun savaşı devam ederken bir yandan da Somme savaşı adı verilen bir savaş başlayacaktı.

İngilizler Somme savaşının başında Alman mevzilerini tarihte görülmemiş bir topçu ateşine maruz bırakmak istiyordu. Öyle ki bombardıman bittiğinde İngiliz askerleri ellerini kollarını sallaya sallaya Alman hatlarını yarabilmeliydi ve taş üstünde taş kalmamalıydı. Her ne kadar savaşın başında topçu ateşi olarak Almanlar üstün durumda olsalar da şimdi İngiliz ve Fransızların topçu sayısı Almanların üç katına çıkmıştı. Bu durumda Alman topçular İngilizlere karşılık verse bile İngilizler onları zorlanmadan imha edebilecekti.
[+] 12 üye Duman nickli üyenin bu iletisini beğendi.
Cevapla
 


Bu Konudaki Yorumlar
Birinci Dünya Savaşı (1914 - 1918) - Yazar: Duman - 10-07-2016, 10:44
Birinci Dünya Savaşı - Yazar: Duman - 11-07-2016, 19:44
RE: Birinci Dünya Savaşı - Yazar: Duman - 17-07-2016, 12:22
Birinci Dünya Savaşı - Yazar: Atakan - 05-08-2016, 02:04
Birinci Dünya Savaşı - Yazar: PashaZade - 05-08-2016, 02:21
Birinci Dünya Savaşı - Yazar: Duman - 09-08-2016, 09:12
Birinci Dünya Savaşı - Yazar: Atakan - 09-08-2016, 22:50
RE: Birinci Dünya Savaşı - Yazar: Xepluper - 12-08-2016, 22:57
Birinci Dünya Savaşı - Yazar: ak_gandalf - 12-08-2016, 23:15
Birinci Dünya Savaşı - Yazar: Duman - 21-08-2016, 16:17
Birinci Dünya Savaşı - Yazar: Duman - 20-09-2016, 23:31
Birinci Dünya Savaşı - Yazar: Pierro - 21-09-2016, 04:23
Birinci Dünya Savaşı (1914 - 1918) - Yazar: Skayhan - 01-12-2016, 17:44
Birinci Dünya Savaşı (1914 - 1918) - Yazar: gardyans - 28-03-2017, 13:24
Birinci Dünya Savaşı (1914 - 1918) - Yazar: akmuhu - 21-07-2017, 10:25
Birinci Dünya Savaşı (1914 - 1918) - Yazar: Sezar - 29-12-2017, 00:22



Konuyu Okuyanlar: 1 Ziyaretçi



Strategyturk Forumları

Strategyturk Forumları tüm Türk stratejiseverler için büyük ve kaliteli bir platform olma amacı güder. Forum içerisinde çok sayıda strateji oyunu için bölüm ve bu bölümlerde haber konuları, rehberler, mod tanıtımları, multiplayer etkinlikleri ve üye paylaşımları için alanlar yer alır.