22-04-2018, 21:18
(Son Düzenleme: 22-04-2018, 21:18, Düzenleyen: Ahmed-i Sani.)
GAZEL 3
fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün
1. Gülistân bezm-i şarâb u câm-ı mey güldür bana
Kulkul-i halk-i sürâhî savt-ı bülbüldür bana
(Şarap meclisi bana gül bahçesi, şarap kadehi de güldür; sürahinin boğazından çıkan sesler de bana bülbül sesi gibi gelir.)
gülistân: gül bahçesi
bezm: içkili, eğlenceli meclis, dernek
mey: şarap
kulkul: 1. ruhu hafif, eline ayağına çabuk 2. bir şeyin hareketinden, deprenmesinden çıkan ses
halk: 1. boğaz 2. tıraş etme
savt: ses
2. ‘Ârızunda ol iki zülf-i girih-gîrün senün
Suya konmış iki garrâ tâze sünbüldür bana
(Yanağının üzerine dökülmüş kıvrım kıvrım zülüflerin, bana suya konmuş iki taze sümbüldür.)
‘ârız: 1. gelen 2. tesadüfi vaka 3. dağ, bulut vesaire gibi görmeye mani olan her şey 4. yanak
girih-gîr: düğüm tutmuş
garrâ: 1. alnında beyaz bir lekesi, akıtması olan 2. ak, parlak, güzel, gösterişli, nümayişli, şatafatlı
3. Seng-i bî-dâdunla serde zahm-ı hûnînüm ki var
Gûşe-i destârda rengîn karanfüldür bana
(Senin merhametsizce attığın taşla başımda açılan kanlı yaram, bana sarığımın kenarında renkli [güzel] bir karanfildir.)
seng: taş
dâd: 1. adalet, doğruluk 2. ihsan, vergi
bî-dâd: merhametsiz
ser: 1. baş, kafa, kelle 2. baş, başkan 3. tepe, doruk 4. uç, kenar 5. nihayet, son
zahm: yara
hûnîn: kanlı, kana bulaşmış
gûşe: köşe, bucak
destâr: sarık, tülbent
rengîn: 1. renkli, parlak renkli; boyalı 2. güzel, latif, hoş 3. süslü
4. Mest ü medhûşam velî hâlî mey-i engûrdan
La’l-i nâbun hâleti keyfiyyet-i müldür bana
(Üzüm şarabını içmeksizin sarhoş ve hayran gibiyim. Dudağının saf ve parlak şarabının etkisi, bana şarabın etkisi gibi gelir.)
mest: sarhoş
medhûş: dehşete uğramış, şaşırmış; korkmuş, ürkmüş
5. Haydar-i Kerrâr’ıyam meydân-ı nazmun Bâkıyâ
Nevk-i hâme Zülfekâr u tab’ Düldüldür bana
(Ey Bâkî! Nazım meydanının Hz. Ali gibi döne döne saldıran aslanıyım. Kalemimin ucu Zülfikar, şairlik yaratılışım da Düldül gibidir.)
Haydar-i Kerrâr: Hz. Ali’nin lakabı, döne döne saldıran aslan
nevk: sivri uç
hâme: kalem
tab’: 1. tabiat, huy, yaratılış 2. mühür, damga basma 3. kitap basma
fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün
1. Gülistân bezm-i şarâb u câm-ı mey güldür bana
Kulkul-i halk-i sürâhî savt-ı bülbüldür bana
(Şarap meclisi bana gül bahçesi, şarap kadehi de güldür; sürahinin boğazından çıkan sesler de bana bülbül sesi gibi gelir.)
gülistân: gül bahçesi
bezm: içkili, eğlenceli meclis, dernek
mey: şarap
kulkul: 1. ruhu hafif, eline ayağına çabuk 2. bir şeyin hareketinden, deprenmesinden çıkan ses
halk: 1. boğaz 2. tıraş etme
savt: ses
2. ‘Ârızunda ol iki zülf-i girih-gîrün senün
Suya konmış iki garrâ tâze sünbüldür bana
(Yanağının üzerine dökülmüş kıvrım kıvrım zülüflerin, bana suya konmuş iki taze sümbüldür.)
‘ârız: 1. gelen 2. tesadüfi vaka 3. dağ, bulut vesaire gibi görmeye mani olan her şey 4. yanak
girih-gîr: düğüm tutmuş
garrâ: 1. alnında beyaz bir lekesi, akıtması olan 2. ak, parlak, güzel, gösterişli, nümayişli, şatafatlı
3. Seng-i bî-dâdunla serde zahm-ı hûnînüm ki var
Gûşe-i destârda rengîn karanfüldür bana
(Senin merhametsizce attığın taşla başımda açılan kanlı yaram, bana sarığımın kenarında renkli [güzel] bir karanfildir.)
seng: taş
dâd: 1. adalet, doğruluk 2. ihsan, vergi
bî-dâd: merhametsiz
ser: 1. baş, kafa, kelle 2. baş, başkan 3. tepe, doruk 4. uç, kenar 5. nihayet, son
zahm: yara
hûnîn: kanlı, kana bulaşmış
gûşe: köşe, bucak
destâr: sarık, tülbent
rengîn: 1. renkli, parlak renkli; boyalı 2. güzel, latif, hoş 3. süslü
4. Mest ü medhûşam velî hâlî mey-i engûrdan
La’l-i nâbun hâleti keyfiyyet-i müldür bana
(Üzüm şarabını içmeksizin sarhoş ve hayran gibiyim. Dudağının saf ve parlak şarabının etkisi, bana şarabın etkisi gibi gelir.)
mest: sarhoş
medhûş: dehşete uğramış, şaşırmış; korkmuş, ürkmüş
velî: velakin, amma, fakat
engûr: üzüm
la’l: 1. kırmızı, al 2. kırmızı ve değerli bir süs taşı 3. dudak
nâb: 1. halis, saf, arı 2. katıksız 3. berrak 4. oluk
hâlet: hâl, suret, keyfiyet, nitelik
keyfiyyet: 1. nitelik 2. bir şeyin iyi veya kötü olması ciheti 3. bir hadisenin geçişi 4. madde, husus, iş
Nevk-i hâme Zülfekâr u tab’ Düldüldür bana
(Ey Bâkî! Nazım meydanının Hz. Ali gibi döne döne saldıran aslanıyım. Kalemimin ucu Zülfikar, şairlik yaratılışım da Düldül gibidir.)
Haydar-i Kerrâr: Hz. Ali’nin lakabı, döne döne saldıran aslan
nevk: sivri uç
hâme: kalem
tab’: 1. tabiat, huy, yaratılış 2. mühür, damga basma 3. kitap basma
İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.