02-01-2018, 13:08
Bilgisayar formatlandığından bütün herşey gitti.O yüzden teşkilat hikayesine devam edemeyeceğim
ÖNSÖZ
Güneş altın sarısı kumların üstüne gözü kamaştıran ışınlarını gururlu bir eda ile yayarken Tigin kumları her adımda yararak gidiyordu.Devesini kaybetmiş,bu da yetmezmiş gibi kırbası delinmişti.
Kan ter içinde en yakın tepeye doğru tırmandı.Uçsuz bucaksız bir kutsal çöldu burası,Sanki bir kapandı.Kendini bu koca çöl ummanında bir çakıl taşı gibi hayal etti Tigin.Orta Asya’nın topraklarından buralara gelmişti.Hayatına bir Kazak köle olarak başlayıp hatırı sayılır bir seyyah olup çıkmıştı.Hayatında böyle bir susuzluğu ve çaresizliği hiç hissetmemşti genç seyyah.Bütün notları ve yemeği o deve ile uçup gitmişti.Irak’dan Mısır’a gidip herşeyi görmüştü.
Hicri 760’lı yıllardaydı eğer doğru hatırlıyorsa,Arapların bu takvimine hala alışamamıştı bu genç.Dudakları kuruyordu zavallı gencin güneş mızrak gibi ışıklarını çöle yağdırırken.Ölücek miydi yoksa kalacak mıydı ?
Daha fazla takat bulamayan Tigin,vücudunun aldığı yorgunluğa da dayanamayıp yere yığıldı.Görünmez ve rahatsız edici ellerin kendi vücudunu kapladığını hissederken gözlerini bir daha açtığında,sakalı uzun yamalı elbiseleriyle yaşlı bir adamın mendil ile kuruyan dudaklarını ıslattığını gördü.
‘’Sonunda uyandın ya can !’’ dedi yaşlı adam gülümseyerek ‘’Az kalsın ahirete yolcu idin ben bulmasam.’’ Adam asasından kuvvet alarak yandaki hurma ağacının yanına yaslandı.
‘’Sen Türkçe biliyor musun ey ata ?’’
’Bilirim be can ! Gençliğimde Horasan’dan Bağdat’a geldim.Bana Yesevi dergahından Abak Mehmed derler.Gezerim,gönüllere Tengri’ın hakikatini, Ali Beyt ve püri pak-ı Muhammed’in sevgisini söyler dururum.’’ elini göğsüne götürüp bir salavat getirdi derviş.
‘’Ben de Tigin’im.Sadece Tigin....’’
‘’Tengri’nin hikmetine bak ki koca çöl denizinde beni canımdan kanımdan birine getirdi.Devem gitti bütün gezdiği yerlerin notları,bütün azığım onunla gitti.’’
‘’Bana Zengileri hatırlatıyorsun evlat !’’ Derviş seslendi gülümseyerek.
‘’Zengiler mi ?’’ Tigin bu isme sanki bir yerden aşina idi ama aklı sıcaktan bulanıktı zavallı seyyah gencin.
‘’Ya ! Zengiler ! bir zamanlar bastığımız bu toprakları yöneten soyumuzun asil evlatlarıydı onlar’’ Tigin dervişin gözlerine baktı kafası karışmış bir eda ile
‘’Bana onları anlatır mısın ?’’
‘’Anlatırım ama evlat güneş batıyor,bu çöller insanı tandırların sıcağı ile pişirir,dağların soğuğu ile terbiye eder.Çöl böyle zıtlıkların dolu olduğu bir ummandır.’’ Abak Mehmed cebinden çakmak taşı ile saman çıkardı.Sonra yere elleriyle düzleştirdiği mükemmel bir daire çizdi.Yaşlı adam tecrübeli idi Tigin’in anladığı kadarıyla.
Büyük heybesinden tek bir söz etmeden çıkardığı samanı ve odunları üstüste yığarak bir yığın oluşturduktan sonra çakmak taşını defalarca çaktı.
Sonunda bir çıtırtı ile saman çatırdayarak alev aldı.Tigin bunların hepsini sanki ağzı mühürlenmiş bir şekilde izlemişti.Bu halinden kurtulduğunda ise koca alevlerin kütükleri sarıp onları sıcaklıklarıyla büyük bir iştahla yediğine şahit oldu.
Kan ter içinde en yakın tepeye doğru tırmandı.Uçsuz bucaksız bir kutsal çöldu burası,Sanki bir kapandı.Kendini bu koca çöl ummanında bir çakıl taşı gibi hayal etti Tigin.Orta Asya’nın topraklarından buralara gelmişti.Hayatına bir Kazak köle olarak başlayıp hatırı sayılır bir seyyah olup çıkmıştı.Hayatında böyle bir susuzluğu ve çaresizliği hiç hissetmemşti genç seyyah.Bütün notları ve yemeği o deve ile uçup gitmişti.Irak’dan Mısır’a gidip herşeyi görmüştü.
Hicri 760’lı yıllardaydı eğer doğru hatırlıyorsa,Arapların bu takvimine hala alışamamıştı bu genç.Dudakları kuruyordu zavallı gencin güneş mızrak gibi ışıklarını çöle yağdırırken.Ölücek miydi yoksa kalacak mıydı ?
Daha fazla takat bulamayan Tigin,vücudunun aldığı yorgunluğa da dayanamayıp yere yığıldı.Görünmez ve rahatsız edici ellerin kendi vücudunu kapladığını hissederken gözlerini bir daha açtığında,sakalı uzun yamalı elbiseleriyle yaşlı bir adamın mendil ile kuruyan dudaklarını ıslattığını gördü.
‘’Sonunda uyandın ya can !’’ dedi yaşlı adam gülümseyerek ‘’Az kalsın ahirete yolcu idin ben bulmasam.’’ Adam asasından kuvvet alarak yandaki hurma ağacının yanına yaslandı.
‘’Sen Türkçe biliyor musun ey ata ?’’
’Bilirim be can ! Gençliğimde Horasan’dan Bağdat’a geldim.Bana Yesevi dergahından Abak Mehmed derler.Gezerim,gönüllere Tengri’ın hakikatini, Ali Beyt ve püri pak-ı Muhammed’in sevgisini söyler dururum.’’ elini göğsüne götürüp bir salavat getirdi derviş.
‘’Ben de Tigin’im.Sadece Tigin....’’
‘’Tengri’nin hikmetine bak ki koca çöl denizinde beni canımdan kanımdan birine getirdi.Devem gitti bütün gezdiği yerlerin notları,bütün azığım onunla gitti.’’
‘’Bana Zengileri hatırlatıyorsun evlat !’’ Derviş seslendi gülümseyerek.
‘’Zengiler mi ?’’ Tigin bu isme sanki bir yerden aşina idi ama aklı sıcaktan bulanıktı zavallı seyyah gencin.
‘’Ya ! Zengiler ! bir zamanlar bastığımız bu toprakları yöneten soyumuzun asil evlatlarıydı onlar’’ Tigin dervişin gözlerine baktı kafası karışmış bir eda ile
‘’Bana onları anlatır mısın ?’’
‘’Anlatırım ama evlat güneş batıyor,bu çöller insanı tandırların sıcağı ile pişirir,dağların soğuğu ile terbiye eder.Çöl böyle zıtlıkların dolu olduğu bir ummandır.’’ Abak Mehmed cebinden çakmak taşı ile saman çıkardı.Sonra yere elleriyle düzleştirdiği mükemmel bir daire çizdi.Yaşlı adam tecrübeli idi Tigin’in anladığı kadarıyla.
Büyük heybesinden tek bir söz etmeden çıkardığı samanı ve odunları üstüste yığarak bir yığın oluşturduktan sonra çakmak taşını defalarca çaktı.
Sonunda bir çıtırtı ile saman çatırdayarak alev aldı.Tigin bunların hepsini sanki ağzı mühürlenmiş bir şekilde izlemişti.Bu halinden kurtulduğunda ise koca alevlerin kütükleri sarıp onları sıcaklıklarıyla büyük bir iştahla yediğine şahit oldu.
Derviş Abak Mehmed bu sırada aldığı uzunca bir sopayı alıp üstüne bir parça kumaş sarıpta yanan ateşe tuttuktan sonra Tigin ile beraber ateşin iki adım ötesine oturdular.Ateş sanki diğer gördüğü ve hissettiği ateşlerden daha farklıydı.Uzak olmalarına rağmen ateşin harareti onların vücutlarını ısıtmaya yetiyordu bile.
‘’Bu meşaledeki ateşi görür müsün evlat ? İnsanın eli,buna yaklaşmaya değmez,hatta tutamazlar.İşte bu ateş hükümranlıktır,tahttır,liderlik etme ve yönetme hırsıdır.Bu ateş çoğu insanı yaktı da külleri kaldı.'' diye söze başladı Derviş Abak Mehmed
''İmdi sana anlatacağım Zengiler’in Masyaf’tan Haleb’e,Dımeşk’ten Kahire’ye kadar uzanan öyküsü evlat.Onların o ateşi nasıl tutup çevirdiklerinin hakiki hikayesi.İhanet,kibir,şehvetler diğer yan da ise iman,cihad ve tevhid’’ derviş derin bir nefes aldı.Derviş bir besmele çekerek yerden alldığı bir avuç kumu yanan ateşe fırlatınca ateşin alevleri büyüdü ve Tigin alevler arasından bir kaç silüetin belirdiğini,onlara doğru at sürdüğünü görür gibi oldu.
‘’Bu meşaledeki ateşi görür müsün evlat ? İnsanın eli,buna yaklaşmaya değmez,hatta tutamazlar.İşte bu ateş hükümranlıktır,tahttır,liderlik etme ve yönetme hırsıdır.Bu ateş çoğu insanı yaktı da külleri kaldı.'' diye söze başladı Derviş Abak Mehmed
''İmdi sana anlatacağım Zengiler’in Masyaf’tan Haleb’e,Dımeşk’ten Kahire’ye kadar uzanan öyküsü evlat.Onların o ateşi nasıl tutup çevirdiklerinin hakiki hikayesi.İhanet,kibir,şehvetler diğer yan da ise iman,cihad ve tevhid’’ derviş derin bir nefes aldı.Derviş bir besmele çekerek yerden alldığı bir avuç kumu yanan ateşe fırlatınca ateşin alevleri büyüdü ve Tigin alevler arasından bir kaç silüetin belirdiğini,onlara doğru at sürdüğünü görür gibi oldu.