Spoiler'ı okuyun lütfen!
" Şarktan gelen ilginç lakırdılar Anadolu topraklarında dolaşmaya başladı Sultanım. Söylenenlere göre Safevi hükümdarı tebdili kıyafet Kazvin sokaklarında halkın arasında dolaşırken, şarkın en uzaklarından geldiği düşünülen çekik gözlü yaşlı bir kadın şahın bacağını ısırımış... Komiktir ki olayın yaşandığı gece şahın odasına gelen bir kadında şah tarafından saldırıya uğramış, kadının söylediklerine göre hükümdar onu yemeye çalışmış."
Sultan Mehmed, Ahmed Paşa'nın anlattıklarını duyunca hafiften kıkırdayıp şerbetinden bir yudum aldı. "Gece vakti iyi güldürdün beni paşa, Allah'ta seni güldürsün." Köprülü başını eğip hafiften sırıttı. " Hünkarım ne vakit İstanbul'a döneceğiz ? " dedi sıkılgan bir tavırla.
Genç Padişah ayağa kalkıp kafalarına ok saplayıp avladığı üç domuza bakıp gerildi. "Yarın yola revan oluruz paşa, ancak evvela atam Sultan Bayezid'in inşa ettirdiği Ulu Camii bir ziyaret edelim, dualarımızı edelim sonra bineriz atlara. " Sultan çadırının önünde yatan av köpeğinin başını sevdi, "Haydi hayırlı uykular." dedi son bir kez etrafı gözetledikten sonra, çadırın içi tertemiz ve gül kokuluydu. Sarayından uzakta dahi olsa Sultan Mehmed titizlik konusunda hassastı ve güzel kokuları seviyordu. Kılıcını ve hançerini çıkartıp çalışma masasının üzerine koyup, altın işlemeli kadehinden su içti ve kendisini kuş tüyü yastığına teslim etti. Hasta Ahmed Paşa ise kadehinin dibindeki şerbetini yudumlayıp, derinden bir esnedi. "Cafer!" diye seslenerek kahyasını çağırdı ve delikanlıdan destek alıp, diz ağrılarına küfrederek ayağa kalktı ve ağır ağır çadırına yürüdü.
Huzursuzdu Ahmed Paşa , yastığa başını koyduğu anda içini bir sıkıntı kapladı. Sağına döndü, soluna döndü ancak bir türlü uykuya kavuşamadı. Yastığını yere atıp ayağa kalktı ve sandukasının üzerinde duran büyük kitaba yöneldi. Kitabı açıp bir iki sayfa çevirmişti ki "Hay lanet !" diyerek hacetlenme gereksinimi duydu. "Cafer!" diye seslendi. Bir kaç saniye bekleyip gelen gidenin olmadığını fark etti, "CAFER !" diye haykırdı bu sefer. Ancak kahyanın yerine kapıdaki bostancılardan biri çadırın perdesini aralayarak, "Kahyanız ihtiyaç gidermeye gitti paşam." dedi. Ahmed Paşa başıyla onaylayıp kaftanını aldı "Aptal çocuk !" diyerek çadırından çıktı. Hava biraz soğumuştu ve fazlasıyla sessizdi. Ne böcek sesi ne bir kuş cıvıltısı, ara ara esen tatlı meltem ağaçların yapraklarını öpüp geçiyordu. Bu sırada çalılıkların arasından Cafer belirdi. "Neredesin sen çocuk !" dedi Ahmed Paşa hiddetle, ancak Cafer'den bir cevap gelmediği gibi küçük hırıltılarla karşılık verdi. Ahmed Paşa gözlerini kısıp delikanlıyı iyice görmeye çalıştı, meşalelerin titrek ışığı ve yaşlanmış gözleri onu yanıltıyor olabilirdi. Topallıyordu ve dengesiz bir şekilde yürüyordu delikanlı, başının sağ tarafından aşağı kanlar süzülüyor, çenesinin altındaki sarımsı pıhtılaşmış bir madde mide bulandırıcı duruyordu. Ahmed Paşa geriye doğru yalpalandı ve besmele çekerek elini muhafızın omzuna koydu, "Çe , çe- ÇEK KILICINI!" diye haykırdı. Muhafızların hepsi birden sesin geldiği tarafa doğru yöneldi. Cafer ise hırıltılarını arttırıp fazlasıyla yaklaştığı Ahmed Paşa'ya doğru atılıp, paşayı yere devirdi dişlerini birbirine vurdu ve yaşlı adamı ısırmaya çalıştı. Cafer amacına ulaşacağı sırada Bostancıbaşı Selim Ağa'nın palasından cevabını alarak paşanın üzerine bütün ağırlığıyla yıkıldı.
Selim Ağa paşanın omzunun altına girerek onu ayağa kaldırdı. Çadırın önündeki paniğe kapılmış muhafıza delici bir bakış atarak " Kelleni almam gerek ya !" dedi.
İşte tam bu anda bir çığlık kopuverdi. Ağaçların arasında duran okçulardan biri saldırıya uğramıştı ve saldırgan hatırı sayılır bir et parçasını çiğnemeye çalışıyordu. Ağaçların arasından hızlı bir şekilde pek çok kişi belirmeye başlamıştı. Deneyimli ve yaşlı Ahmed Paşa kendisine gelerek askerlere komutlar vermeye başladığı anda bir çığlık daha yükseldi.
Sultan duyduğu çığlığa ter içerisinde uyandı. Çadırın dışarısından kılıçların kınlarından çıktığını duydu. Hafiften hışırtılar çadırının etrafında dolaşıyordu. Askerlerin mücadele seslerini işitiyordu, ancak çadırının dışarısından ipek kumaşı biri tırmalıyormuş gibi sesler geldiğini fark edince masasının üzerinde ki kılıcını kaptı. Tırmalama seslerinin geldiği yere yöneldi, sese iyice yaklaştığında hırıltı sesleri işitmeye başladı. Sultan derin bir nefes çekerek kılıcıyla kumaşta küçük bir delik açtı. Vücudunu geriye çekip hafiften eğildi ve delikten dışarıya baktı, ancak zifiri karanlıktan hiç bir şey göremiyordu, kılıcının ucunu dışarı doğru ittirdiğinde yumuşak bir maddeyi yarıp geçtiğini hissetti. Hırıltı sesi yükselip kılıcın ucunu aniden kavradığında sultan ani bir refleksle geri sıçradı. Delikten kanlı ve çatlak tırnakların içeri çadırla mücadelesine şahit oldu. Kumaş biraz daha yırtılıp sararmış kanlı bir el içeri girmeye başladı. Aniden çadırının dışarısından bir çığlık daha yükseldi ve Sultan çadırına giren eli kılıç hamlesiyle kesip dışarıya doğru yöneldi. Bu sırada Köprülü Fazıl Ahmed Paşa'nın askerlere bağırdığını işitti. Sultan çadırının perdesini açtığında kapısının önünde ki silahtarlar, kanlanmış ve şemalleri değişmiş ademoğlu gibi yürüyen sayıları bir iki manga civarında olan değişik mahlukatla mücadele veriyorlardı. Ahmed Paşa çadırından çıkan sultanı görünce Bostancıbaşıyla yanına koşu verdi.
"Ahmed Paşa neler oluyor ? Derhal izahat ver !" Sultanın gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Öyle bir suret gördü ki midesi kalktı adeta. Tövbeler olsun çehresi kanla bulanmış, çene tarafındaki etleri yırtılmış, gözlerinden biri yuvasından fırlamıştı. "Neler olduğunu bilmiyoruz hünkarım !" diye haykırdı Ahmed Paşa. Sultan Mehmed bu yaşta nice deneyimler, muharebeler görmüş Ahmed Paşa'nın gözlerindeki paniği gördüğünde şaşırıp telaşa kapılmıştı.
Sultan Mehmed silahtarlarından birinin iki mahluk tarafından ısırılıp etlerinin çığlıklar arasında yenildiğini görünce çekti kılıcını. "Şeytan insan suretine bürünmüş Paşa! Rabbim bizi sınar herhalde, kim bilir belki de Hüdavendigar'ın havası benim serap görmeme yol açtı. Allah sonumuzu hayır etsin." Besmele çekerek atıldı Sultan Mehmed mahlukların arasına. Arkasından Bostancıbaşı Selim Ağa palasıyla hünkarının yanına vardı. Yirmi yaşındaki padişah sanki hülyalarındaki ve anlatılan destanlardaki yaratıklarla savaşıyordu.
En son Ahmed Paşanın haykırışı duyuldu. Kılıcını mahluklardan birinin kafasına geçirip "Ya Allah !" diyerek çıkarmıştı. "Bin kefereyle cenk ettim. Ölmek konusunda bunlar kadar inat edenini görmedim Sultanım." Sultan Mehmed kılıcını kınına soktu. Üç kadar silahtarı canından olmuştu. Bazılarının etleri parçalanmış,yerde ölüleri yatan mahlukatlar tarafından yenilmişti. "Bunlar kafir midir değil midir orasının bilmem Paşam, lakin ben daha önce böyle insan görmedim bunu bilir bunu söylerim." dedi Bostancı başı kılıcını kınına sokarak.
Sultan mahlukatlardan birinin yanına eğildi. O sırada yanına av köpeği varıp leşi koklamaya başladı. "Hey yarabbi sen büyüksün!" Daha önce ne böyle bir şey görmüştü Sultan ne de işitmişti. Çocukluğunda anlatılan gulyabaniler miydi bunlar bilemiyordu. "Kıyamet koptu da Yecüc Mecüc ahalisi tepemize mi bindi Ahmed Paşa ?" Ahmed Paşa boş gözlerle ve şaşkın ve mahcup bir şekilde bakıyordu.
"Selim Ağa !" diye haykırdı Sultan. "Askerleri makul bir şekilde defnedin. Şu yerde yatan pisliklerden bir kaçını sarıp sarmalayın Şehr-i İstanbul'da Şeyhülislam ve alimlere gösterelim. Geri kalanını ateşe verin. Vebaya benzer. Hayvana, ağaçlara bulaşmasın, Allah korusun çoluk çocuk oyun oynarken dokunur. Güneş doğuyor. Kimseye uyku yok toparlanın Bursa Kalesine yol alalım. Ormanlar tekinsiz!. Kimse bu leşleri görmesin, reaya paniğe kapılmasın."
Bölüm I Zifirde Çığlık
6 Eylül 1661" Şarktan gelen ilginç lakırdılar Anadolu topraklarında dolaşmaya başladı Sultanım. Söylenenlere göre Safevi hükümdarı tebdili kıyafet Kazvin sokaklarında halkın arasında dolaşırken, şarkın en uzaklarından geldiği düşünülen çekik gözlü yaşlı bir kadın şahın bacağını ısırımış... Komiktir ki olayın yaşandığı gece şahın odasına gelen bir kadında şah tarafından saldırıya uğramış, kadının söylediklerine göre hükümdar onu yemeye çalışmış."
Sultan Mehmed, Ahmed Paşa'nın anlattıklarını duyunca hafiften kıkırdayıp şerbetinden bir yudum aldı. "Gece vakti iyi güldürdün beni paşa, Allah'ta seni güldürsün." Köprülü başını eğip hafiften sırıttı. " Hünkarım ne vakit İstanbul'a döneceğiz ? " dedi sıkılgan bir tavırla.
Genç Padişah ayağa kalkıp kafalarına ok saplayıp avladığı üç domuza bakıp gerildi. "Yarın yola revan oluruz paşa, ancak evvela atam Sultan Bayezid'in inşa ettirdiği Ulu Camii bir ziyaret edelim, dualarımızı edelim sonra bineriz atlara. " Sultan çadırının önünde yatan av köpeğinin başını sevdi, "Haydi hayırlı uykular." dedi son bir kez etrafı gözetledikten sonra, çadırın içi tertemiz ve gül kokuluydu. Sarayından uzakta dahi olsa Sultan Mehmed titizlik konusunda hassastı ve güzel kokuları seviyordu. Kılıcını ve hançerini çıkartıp çalışma masasının üzerine koyup, altın işlemeli kadehinden su içti ve kendisini kuş tüyü yastığına teslim etti. Hasta Ahmed Paşa ise kadehinin dibindeki şerbetini yudumlayıp, derinden bir esnedi. "Cafer!" diye seslenerek kahyasını çağırdı ve delikanlıdan destek alıp, diz ağrılarına küfrederek ayağa kalktı ve ağır ağır çadırına yürüdü.
Huzursuzdu Ahmed Paşa , yastığa başını koyduğu anda içini bir sıkıntı kapladı. Sağına döndü, soluna döndü ancak bir türlü uykuya kavuşamadı. Yastığını yere atıp ayağa kalktı ve sandukasının üzerinde duran büyük kitaba yöneldi. Kitabı açıp bir iki sayfa çevirmişti ki "Hay lanet !" diyerek hacetlenme gereksinimi duydu. "Cafer!" diye seslendi. Bir kaç saniye bekleyip gelen gidenin olmadığını fark etti, "CAFER !" diye haykırdı bu sefer. Ancak kahyanın yerine kapıdaki bostancılardan biri çadırın perdesini aralayarak, "Kahyanız ihtiyaç gidermeye gitti paşam." dedi. Ahmed Paşa başıyla onaylayıp kaftanını aldı "Aptal çocuk !" diyerek çadırından çıktı. Hava biraz soğumuştu ve fazlasıyla sessizdi. Ne böcek sesi ne bir kuş cıvıltısı, ara ara esen tatlı meltem ağaçların yapraklarını öpüp geçiyordu. Bu sırada çalılıkların arasından Cafer belirdi. "Neredesin sen çocuk !" dedi Ahmed Paşa hiddetle, ancak Cafer'den bir cevap gelmediği gibi küçük hırıltılarla karşılık verdi. Ahmed Paşa gözlerini kısıp delikanlıyı iyice görmeye çalıştı, meşalelerin titrek ışığı ve yaşlanmış gözleri onu yanıltıyor olabilirdi. Topallıyordu ve dengesiz bir şekilde yürüyordu delikanlı, başının sağ tarafından aşağı kanlar süzülüyor, çenesinin altındaki sarımsı pıhtılaşmış bir madde mide bulandırıcı duruyordu. Ahmed Paşa geriye doğru yalpalandı ve besmele çekerek elini muhafızın omzuna koydu, "Çe , çe- ÇEK KILICINI!" diye haykırdı. Muhafızların hepsi birden sesin geldiği tarafa doğru yöneldi. Cafer ise hırıltılarını arttırıp fazlasıyla yaklaştığı Ahmed Paşa'ya doğru atılıp, paşayı yere devirdi dişlerini birbirine vurdu ve yaşlı adamı ısırmaya çalıştı. Cafer amacına ulaşacağı sırada Bostancıbaşı Selim Ağa'nın palasından cevabını alarak paşanın üzerine bütün ağırlığıyla yıkıldı.
Selim Ağa paşanın omzunun altına girerek onu ayağa kaldırdı. Çadırın önündeki paniğe kapılmış muhafıza delici bir bakış atarak " Kelleni almam gerek ya !" dedi.
İşte tam bu anda bir çığlık kopuverdi. Ağaçların arasında duran okçulardan biri saldırıya uğramıştı ve saldırgan hatırı sayılır bir et parçasını çiğnemeye çalışıyordu. Ağaçların arasından hızlı bir şekilde pek çok kişi belirmeye başlamıştı. Deneyimli ve yaşlı Ahmed Paşa kendisine gelerek askerlere komutlar vermeye başladığı anda bir çığlık daha yükseldi.
Sultan duyduğu çığlığa ter içerisinde uyandı. Çadırın dışarısından kılıçların kınlarından çıktığını duydu. Hafiften hışırtılar çadırının etrafında dolaşıyordu. Askerlerin mücadele seslerini işitiyordu, ancak çadırının dışarısından ipek kumaşı biri tırmalıyormuş gibi sesler geldiğini fark edince masasının üzerinde ki kılıcını kaptı. Tırmalama seslerinin geldiği yere yöneldi, sese iyice yaklaştığında hırıltı sesleri işitmeye başladı. Sultan derin bir nefes çekerek kılıcıyla kumaşta küçük bir delik açtı. Vücudunu geriye çekip hafiften eğildi ve delikten dışarıya baktı, ancak zifiri karanlıktan hiç bir şey göremiyordu, kılıcının ucunu dışarı doğru ittirdiğinde yumuşak bir maddeyi yarıp geçtiğini hissetti. Hırıltı sesi yükselip kılıcın ucunu aniden kavradığında sultan ani bir refleksle geri sıçradı. Delikten kanlı ve çatlak tırnakların içeri çadırla mücadelesine şahit oldu. Kumaş biraz daha yırtılıp sararmış kanlı bir el içeri girmeye başladı. Aniden çadırının dışarısından bir çığlık daha yükseldi ve Sultan çadırına giren eli kılıç hamlesiyle kesip dışarıya doğru yöneldi. Bu sırada Köprülü Fazıl Ahmed Paşa'nın askerlere bağırdığını işitti. Sultan çadırının perdesini açtığında kapısının önünde ki silahtarlar, kanlanmış ve şemalleri değişmiş ademoğlu gibi yürüyen sayıları bir iki manga civarında olan değişik mahlukatla mücadele veriyorlardı. Ahmed Paşa çadırından çıkan sultanı görünce Bostancıbaşıyla yanına koşu verdi.
"Ahmed Paşa neler oluyor ? Derhal izahat ver !" Sultanın gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Öyle bir suret gördü ki midesi kalktı adeta. Tövbeler olsun çehresi kanla bulanmış, çene tarafındaki etleri yırtılmış, gözlerinden biri yuvasından fırlamıştı. "Neler olduğunu bilmiyoruz hünkarım !" diye haykırdı Ahmed Paşa. Sultan Mehmed bu yaşta nice deneyimler, muharebeler görmüş Ahmed Paşa'nın gözlerindeki paniği gördüğünde şaşırıp telaşa kapılmıştı.
Sultan Mehmed silahtarlarından birinin iki mahluk tarafından ısırılıp etlerinin çığlıklar arasında yenildiğini görünce çekti kılıcını. "Şeytan insan suretine bürünmüş Paşa! Rabbim bizi sınar herhalde, kim bilir belki de Hüdavendigar'ın havası benim serap görmeme yol açtı. Allah sonumuzu hayır etsin." Besmele çekerek atıldı Sultan Mehmed mahlukların arasına. Arkasından Bostancıbaşı Selim Ağa palasıyla hünkarının yanına vardı. Yirmi yaşındaki padişah sanki hülyalarındaki ve anlatılan destanlardaki yaratıklarla savaşıyordu.
En son Ahmed Paşanın haykırışı duyuldu. Kılıcını mahluklardan birinin kafasına geçirip "Ya Allah !" diyerek çıkarmıştı. "Bin kefereyle cenk ettim. Ölmek konusunda bunlar kadar inat edenini görmedim Sultanım." Sultan Mehmed kılıcını kınına soktu. Üç kadar silahtarı canından olmuştu. Bazılarının etleri parçalanmış,yerde ölüleri yatan mahlukatlar tarafından yenilmişti. "Bunlar kafir midir değil midir orasının bilmem Paşam, lakin ben daha önce böyle insan görmedim bunu bilir bunu söylerim." dedi Bostancı başı kılıcını kınına sokarak.
Sultan mahlukatlardan birinin yanına eğildi. O sırada yanına av köpeği varıp leşi koklamaya başladı. "Hey yarabbi sen büyüksün!" Daha önce ne böyle bir şey görmüştü Sultan ne de işitmişti. Çocukluğunda anlatılan gulyabaniler miydi bunlar bilemiyordu. "Kıyamet koptu da Yecüc Mecüc ahalisi tepemize mi bindi Ahmed Paşa ?" Ahmed Paşa boş gözlerle ve şaşkın ve mahcup bir şekilde bakıyordu.
"Selim Ağa !" diye haykırdı Sultan. "Askerleri makul bir şekilde defnedin. Şu yerde yatan pisliklerden bir kaçını sarıp sarmalayın Şehr-i İstanbul'da Şeyhülislam ve alimlere gösterelim. Geri kalanını ateşe verin. Vebaya benzer. Hayvana, ağaçlara bulaşmasın, Allah korusun çoluk çocuk oyun oynarken dokunur. Güneş doğuyor. Kimseye uyku yok toparlanın Bursa Kalesine yol alalım. Ormanlar tekinsiz!. Kimse bu leşleri görmesin, reaya paniğe kapılmasın."
Her sabah yeni bir gün doğarken,
Bir gün de eksilir ömürden;
Her şafak bir hırsız gibidir
Elinde bir fenerle gelen.
Ömer Hayyam
Bir gün de eksilir ömürden;
Her şafak bir hırsız gibidir
Elinde bir fenerle gelen.
Ömer Hayyam