01-02-2017, 18:58
Bölüm II [ İki Düşman ]
20 Eylül 1661 Bursa
Hava karamaya başlıyordu. Batan güneşin kızıl renginin son demleri Bursa şehrinin sokaklarını okşuyordu. Sultan Mehmed atının üzerinde alelade bir avcıdan öte, gerçek bir hünkar asaletiyle Bursa'nın yeşillikleri arasında elinde tüfeği, kınında kılıcı, sadağında okuyla, yeri ve göğü keskin bakışlarıyla delip geçiyordu.
Sürdü atını Şehr-i Bursa'ya arkasında Fazıl Ahmed Paşa, onun peşinde ise bostancılar ve solaklar...
20 Eylül 1661 İskenderiye
Çöllerin etrafını kuşattığı cennet yanıyordu. Büyük Fatih İskender'in adıyla şanlandırdığı bu şehir, nice peygamberlere, imparatorlara, krallara , beylere , paşalara, hanlara, ev sahipliği yapmıştı. Ancak bugün, o parke taşlı sokakların üzerinde insanlar dualar ederek, ateşlerin arasından İskenderiye Kalesi'ne sığınmak için var güçleriyle koşuyorlardı. Vefasız analar evlatlarını dahi geride bırakmışlardı...
İskenderiye şehri, Gazze, Kahire ve Kudüs orduları tarafından abluka altına alınmıştı. Mısır Beylerbeyi Abdal Mahmud Paşa, durumdan hünkarı haberdar etmek için onlarca ulağı yola revan etti. Venedik ve Fransız gemileri baharatları ve ipekleri geride bırakarak tüm hızlarıyla evlerine kaçtılar. Gemi kaptanları, vakanüvislere bugünleri ve yaşadıklarını not ettireceklerdir.
Şanslı olanlar kalelere, saraylara, konaklara sığınmayı başarmıştı. Surların üzerinde ki askerler sokaklarda yanan hareketli ateşlerden, hırıltılı seslerin sahiplerini seçemiyordu. Gri taşların üzerinde ki seyrek kızıl kan izleri zar zor görülüyor, sessiz ve meltemli geceyi korkunç hale getiren çığlıklar ise susmak bilmiyordu.
Gün ağarıyordu. İskenderiye beyzadesi Sarı Hasan askerlerine kapıyı zorlayan mahlukların üzerlerine birer kez ateş etmelerini emretmişti. Tüfeklerin barutları dağılıp görüntü netleştiğinde on-yirmi mahluk arasından sadece bir tanesinin yere yığıldığı görülmüştü. Hatta sokaklardan daha fazla mahlukun kale kapılarına yanaştığını gören Sarı Hasan tüfek kullanılmaması gerektiğini anlamıştı.
"Arşidüklük Konağı 1661"
Arşidük Hazretleri! Sinyor Montecuccoli huzura çıkmak için avluya geldiler. "Gelsin." dedi Arşidük Ferdinand...
Viyana'da bu yıl kar erken yağmaya başlamıştı ve topraklar gayet bereketsizdi. Zitvotorok'tan bu yana Türk saldırları her ne kadar eski günlere, Sultan Süleyman zamanlarına göre daha zayıflamış olsa da, Köprülülerin desteğiyle Osmanlı'nın mutlak Avrupa tehlikesi varlığını sürdürüyordu. Bu durumda güneyde ki insanların başkente olan göçlerini arttırıyordu.
"Gel sevgili dostum Raimondo Montecuccoli ( Arşidük kötü aksanıyla hakaret derecesinde İtalyan komutanın ismini yanlış telafuz etmişti.) "
"Arşidük Hazretleri, biraz geciktiğim için kusura bakmayın... Halletmem gereken bir kaç iş vardı." dedi. İtalyan komutan. Omuzlarına kadar uzanan ortadan ikiye ayrılmış hafif kıvırcık saçları vardı. Altmışlı yaşlarında ve göbekliydi. Büyük bir burnu ve çatık kaşları olan bu Modena'lı general, Arşidük'ün isteği üzerine çağırılmıştı... Arşidük hafiften sırıttı. Çünkü bu İtalyan züppesinin gecikme sebebinin Graz meyhanelerinde ki bu işler için özel seçilmiş Fransız kadınları olduğunun gayet farkındaydı. Ancak denize düşen yılana sarılırmış...
"Ah, böyle küçük ve gereksiz mevzuları konuşmaya gerek yok." dedi Arşidük, komutana oturması gerektiğini işaret ederek. Komutan, meşe ağacından yapılma hafif tozlu, küçük çaplı yuvarlak masanın bir ucuna otururken, Arşidük'te Yunan kızlarının hazırladığı gümüş sürahide ki güzel ve hayli pahalı şaraptan, altın işlemeli kadehe bol bol dökmeye başladı.
"Seni çağırma sebebim şu ki, artık Osmanlı'nın Balkanlar'da ki varlığı gerçekten fazlasıyla potansiyelli bir tehdit haline geldi." Bu sırada komutan şaraptan bir yudum alarak umursamaz tavırlarla etrafa bakınmaya başladı. Deneyimli bu asker Avrupa devletlerinin yüzyıllardır Osmanlı karşısında aldığı mağlubiyetlerin farkındaydı ve savaşı hayli gereksiz buluyordu.
Arşidük bu umursamaz tavırlara fazlasıyla hiddetlensede, öfkesine hakim olması gerektiğinin farkındaydı. Avusturya'nın ihtiyaç uyduğu komutanlardan biri bu adam olabilirdi.
"Eflak ve Boğdan valileri bizden emir beklemekte." diyerek söze girdi Arşidük. Ordularımız hazırlanıyor, İngiliz subaylar bizzat eğitimlerden sorumlu. Yeni toplar dökülüp tüfekler hazırlanıyor. .. Balkanlara üç kolordu halinde taaruz edeceğiz Sinyor ! Demem o ki, üçüncü Avusturya kolordusunun komutanlığına sizi atamak istiyorum."
Sinyor ayağa kalktı ve şarap için teşekkür etti. "Kusura bakmayın Arşidük, ancak Türklerin nasıl ki Anadolu'dan atılması imkansız ise, artık Balkan toprakları içinde aynısını düşünüyorum." Reveransını yaptı ve kapıya doğru yöneldi.
Tam bu sırada Arşidük onun önüne geçerek kendisine, üzerinde yazılar bulunan bir papürüs uzattı. Sinyor papürüse uzun uzun göz attık, dudaklarını ısırdı ve saçlarını kaşıdı. Boğazını temizledi ve "Birliklerim ne zaman hazır olur?" dedi.
Her sabah yeni bir gün doğarken,
Bir gün de eksilir ömürden;
Her şafak bir hırsız gibidir
Elinde bir fenerle gelen.
Ömer Hayyam
Bir gün de eksilir ömürden;
Her şafak bir hırsız gibidir
Elinde bir fenerle gelen.
Ömer Hayyam