Kadro Dergisi (1932-1935)
#1
220px-Kadro2.JPG







1932-1935 tarihleri arasında, 36 sayı olarak yayınlanmış Kadro dergisi, Türk düşünce tarihi açısından son derece önemli bir aydın hareketinin çekirdeğini oluşturmuştur.

Şevket Süreyya Aydemir, Vedat Nedim Tör, Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Burhan Asaf Belge gibi önde gelen yazarların mesken tutmuş olduğu bu dergi, Erken Cumhuriyet dönemi boyunca yapılan reformlara hem doktrin alanında bir temel sağlamak hem de bu reformların sürekliliğini sağlamak maksadıyla kurulmuş ve faaliyetlerde bulunmuştur. Şevket Süreyya Aydemir'in 1931 yılında Türk Ocağı derneğinde vermiş olduğu "İnkılap ve Kadro" konferansında tohumları atılan bu kısa ömürlü ancak büyük etkiler yaratmış dergi, yapılan inkılapların fikri temellerini prensipleştirmek, bu inkılapların ideolojik açıklarını doldurmak amacı doğrultusunda Kemalizmin sol perspektiften bir tefsirini yapmaya gayret etmiştir.

Derginin ideolojik çatısını kuran ve genişleten kalemlerin hayat öykülerindeki Marksist-sol izler oldukça belirgindir; bu belirginlik, 1927 öncesinde Türkiye Komünist Partisi'ne üye olan Aydemir ve Tör'de en kuvvetli en açık hale kavuşur. Burhan Belge'nin İstanbul'daki sosyalist Aydınlık dergisinde kalem oynattığı; hareketin bir diğer öne çıkan ismi olan İsmail Hüsrev Tökin'in de Kurtuluş Savaşı'nda kurulmuş olan Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası'nın, bu fırka adına Üçüncü Enternasyonal'in dördüncü toplantısına katılmış bir mensubu olduğu (Tör de bu toplanya giden isimlerden birisidir) da dikkate alınması gereken bir başka arka plan bilgisidir. Karaosmanoğl ve dergi heyetinin altıncı üyesi olan Mehmet Şevki Yazman, bu ekipte yer alan ve Marksizmin topraklarını kat etmemiş yegane isimler olarak tebarüz eder.

Yukarıda belirtildiği üzere, derginin fikri tohumları, Aydemir'in vermiş olduğu bir konferansta atılmıştır. Kadro'nun Türk düşünce tarihindeki yerini ve gelecek kuşaklara bıraktığı mirası daha iyi görebilmek adına bu konferansa kısaca da olsa değinmekte yarar var. 5 Ocak 1931'de Türk Ocağı salonunda tertiplenen bu etkinlikte, Türk Devrimi'nin gelişmesi gerektiği zaruretinden bahsedilmiş ve konu olarak "İnkılabın İdeolojisi"'nde karar kılınmıştı. Aydemir, bu etkinlikte, Marksist geçmişinin sonucu olarak "temel çelişki"yi emperyalist ülkelerle bu ülkelerin yayılmacılığının hedefinde bulunan sömürge-yarı sömürge ülkeler arasında yattığını belirtmiş, Türk Devrimi'nin hedefinin bu çelişkiden doğan mücadelede çelişkinin kaldırılmasında sömürge uluslara öncülük etmesi olduğunu iddia etmişti.

Bu toplantının ardından başlayan bir sürecin sonucunda yayına başlayan Kadro dergisinin ortaya çıktığı dönemin iklimi, onun gelişim süreci üzerinde hızlandırıcı bir etkiye sahip olmuştur. Ekonomik kalkınma yarışında öne geçmeye çalışan genç Cumhuriyet'i henüz on yaşına basmadan yakalayan 1929 Buhranı'nın da etkisiyle gözden düşen liberal fikirlerden açılan boşluğu Sovyetler Birliği'nin ideolojik hava sahasından yayılan sosyalist rüzgarlarla ve yakın tarihteki tecrübelerden çıkarılan sonuçlarla beslenen bir devletçilik çığırı doldurmaya başlamıştı. Kadro böylesi hava koşullarının altında ortaya çıkması sebebiyle, haklı olarak, çoğunlukla devletçilik temelinde/çerçevesinde kurulmuş bir hareket olarak faaliyet göstermiş ve analiz edilmiştir. Dergide yayınlanmış olan 360 kadar makalenin 150'si ekonomi üzerine kaleme alınmış, bu makalelerde hareketin üyeleri durdukları çizgiyi iktisadi devletçilikle tarif etmişlerdi. Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun derginin yayınlanması sürecine dair söyledikleri de devletçiliğin tanıtılması amacının Kadro'nun mayalanması sürecinde hatırı sayılır bir etkiye sahip olduğunu gösterir gibidir:

Alıntı:Ben bu Kadro’yu çıkarırken Halk Partisi’nin anlaşılmayan bazı ilkelerinin izahıyla meşguldum. Mesela mebuslar soruyorlardı, “Efendim, Devletçilik diye irşey çıkarıyorlar, bu ne demektir? Eğer devlet taraftarı olmazsa biz zaten tek partiyiz, binanaleyh bunu ayrıca bir hareket içinde kurmanın bir lüzumu yok” diye. Baktım bütün meclis Halk Partili, fakat Halk Partisi’nin bilgileri hakkında hiçbir bilgileri yok. Bunu izah etmek için bir çare arıyorduk o sıralarda.

Karaosmanoğlu'nun diğer sözlerinden Kadro hareketine dair ilginç sayılabilecek bir detayın varlığı da anlaşılmaktadır. Karaosmanoğlu dergi çıkarma fikrini dönemin CHP genel sekreteri Recep Peker'e açtığında "Ne işe yarayacak bu dergi sanki?" şeklinde bir tepki almış; derginin teorik anlamda partinin öncüsü olacağını söylediğinde de "Bu vazife bizimdir, sana veremem." cevabıyla karşılaşmıştır. Bu sözler ve CHP yöneticilerinin 1933 yılında "Ülkü" adıyla kendi dergisini yayınlamaya başlaması erken Cumhuriyet döneminde aydınlar ve bürokratlar arasında azımsanamayacak bir mesafenin bulunduğunu göstermesi bakımından çok önemlidir.




Kadro dergisi hareketi, yayın hayatı boyunca geri kalmışlığın yenilmesi ve bu yengi sürecinin milli özelliklerle uyumlu halde gelişmesi gibi çift yönlü bir görevin altından kalkmaya çabalamış; Yakup Kadri'nin cümleleriyle "Milli Mücadele'nin ruhunu izaha" gayret etmiş; Türkiye'de gerçekleştirilen inkılap hamlelerinin sosyo-ekonomik analizini, yön tarifini ve bununla eş zamanlı olarak Ortadoğu'daki ulusal bağımsızlık hareketlerinin açıklamasını yapmaya çalışmış; inkılaplara payanda hizmeti vererek güçlenmelerini sağlayacak bir ideoloji kurmanın peşinde olmuştur. Tüm bu çabaları esnasında kullandıkları ana yollar iktisadi devletçiliğin savunulması, Marksist orijinleri sayesinde tanıdıkları Sultan Galiyev'in ulusalcı sosyalizminden esin alınması gibi teorik kaideler olmuştur.

Hareketteki sosyalist renklerin koyuluğu, daha derginin üçüncü sayısında materyalizmin savunulmasında kendisini ortaya koymuş; Aydemir'in daha sonralarda kullandığı bir ifadede daha güçlü ve geniş bir biçimde açığa çıkmıştır: "Cemiyet hareketlerini mütealada kendimize en uygun telakki ettiğimiz "tarihi maddecilik" prensiplerini aynen Türk cemiyetinin ve bugünkü cihanın mütaleasına tatbika çalışıyoruz." Dergi, kurucusunun sözlerinde ortaya konduğu üzere, tarihi materyalizmin ışığıyla ve merceğiyle bir yol yordam aramaktadır.

Bu arayışın gerçekleştiği dönemde, Büyük Buhran'ın salvolarıyla ağır bir yara alan ve ilerleyişi duran liberal-kapitalist sistemlerle Sovyetler Birliği tarafından temsil edilen komünist sistemlerin kesişme noktasında bulunan Türkiye'nin yavaş yavaş adımlamaya koyulduğu devletçilik yolu, Kadro hareketi için hem geriliği yenerek kalkınmanın hem de bu iki büyük sistemin zararlarına maruz kalınmamasını mümkün kılan bir üçüncü yol olması bakımından son derece büyük bir anlama sahiptir. "Kapitalist", "komünist" ve "devletçi" sanayiler arasında bir tasnif yapan Kadrocular ilk ikisini ulusal birlik adına yıkıcı, tehlikeli ve bölücü unsurlar taşıdıkları gerekçesiyle reddetmekte ve devletçiliği hem bu zararlara yol açmadığı hem de ulusal kurtuluş hareketlerinin sistemi olduğu düşüncesiyle desteklemekteydiler.

Ancak Kadro hareketi devletçiliği sadece iktisadın topraklarında bırakmamakta ısrarlı bir tutum sergilemişti. Bu tutumun arkasında inkılabı derinleştirmek arzusunun yattığını söylemek pek yanlış olmayacakır. Derginin yeni rejime yönelttiği iki temel eleştirinin ilki ve belki de tüm Cumhuriyet tarihi boyunca düşünce dünyamızın sağ ve sol cephelerinde akislerinin duyulmasından anlaşıldığı kadarıyla en güçlüsü (aynı zamanda en klişesi!) olan bu arzu, ihtilalin sadece üst yapısal değişikliklerle sınırlı kaldığı tespitinden güç alıyordu. Bu açıdan Yakup Kadri'nin derginin onuncu sayısındaki "Ankara, Moskova, Roma" başlıklı yazısında inkılapların halkın hayatını değiştirmediği, inkılapçıların bazılarının bunları halka nüfuz ettirmeyi düşünmediğinden dem vurması bahse değerdir:

Alıntı:“Türk inkılâpçıları lüzumundan fazla iyimserdirler. Bunlar arasında
birçokları hükümetin bilmem kaç yıl evvel verdiği bir kararın veya meclisten
çıkmış bilmem hangi kanunun hayatta bir tatbik ve tahakkuk sahası bulduğuna
kanidir. Hâlbuki bugün inkılâbımızın bu onuncu yılında, hile-i şer’iyesiz şapka
ve kasket giyenler, kanunu medeniye göre evlenip boşananlar ve yeni
harflerle yazıp okuyanlar bütün Türkiye’de on bin kişiyi geçmez. Bütün
Anadolu kasabalarında, Ankara’nın, İzmir’in ve İstanbul’un bütün kenar
mahallelerinde kadınlar sımsıkı kapalıdır. Kocalarına şeriatça bağlıdır.”

"İhtilalin süperstrüktürle sınırlı" oluşuna karşı inkılabın ekonomik altyapıya müdahale etmesi, kültür politikalarıyla oyalanmaktansa ekonomik yönünü güçlendirmesi gerekmekteydi. Bu düşünce doğrultusunda bağımsız sınai kalkınmanın sağlanması için planlama yapılması gerektiği ileri sürülmüş; en gelişmiş kapitalist ülkelerin bile bu metoda başvurduğundan dem vurulmuştu.

Kadrocular, devletçiliği ekonominin zemininden alıp çok daha kapsamlı bir biçimde yetişeceği başka bir toprağa, bu ilkenin inkılaba karşı duyulan bağlılıkla eşitledikleri sırada taşımışlardır. Bu eşitleme, hareketin tarihi materyalizmin merceğinden süzerek elde ettikleri Türkiye tarihi okumasından çıkartılan bir tarih şemasının doğal ve zorunlu neticesi olarak ortaya çıkmıştır. Kadrocu harekete göre, Osmanlı'nın endüstrileşme sürecindeki geri kalmışlığı, Batı'da sınıflaşma ve buna bağlı olarak sınıf kavgaları üretme dinamiğinin dinamosu olan sanayi atılımının gerçekleşmemesine neden olmuş ve Avrupa'da ortaya çıkan toplumsal tabakalaşma/gelişmiş sınıf yapısı, Osmanlı-Türk toplumunda (ve genel olarak sömürgeleşmiş-yarı sömürgeleşmiş toplumlarda da) vücut bulamamıştır.

Bu ön kabul ve gözlem, Kadrocuları farklı sınıf çıkarlarını temsil eden partilerin mevcut olmayışı sonucuna götürmüş ve bunun da ötesine geçmelerini sağlamıştı. Söz konusu ileri geçişin, Şevket Süreyya'nın sınıf temelli çatışmaların Avrupa milletlerini milletlikten çıkardığını söylemesinde ifadesini bulduğu söylenebilir. Gelinen noktada, Kurtuluş Savaşı'nın ve Türk Devrimi'nin biricikliğine yapılan vurguların sosyo-ekonomik bir gerçeklik zeminine oturtulduğu açıkça görülmektedir. Sınıf mücadelesinin, tezatlarının, bunlardan doğacak gerginliklerin bulunmadığı, yekpare bir ulusun varlığını kabul etmek ve böylece temel çelişkiyi sınıflar arası düzeyden alarak uluslararası düzeye çıkarmak için gerekli kapılar ardına kadar açılmıştı.

Türk toplumunun sınıfsız olduğu tespiti bir yandan Kadrocuların Marksist günlerinde heybelerine aldıkları tarihi materyalizmin diyalektiğini sanayileşmiş Batı ve sömürgeleştirilmiş ülkeler arasında işletmesine yardımcı olmakta, bir yandan devletçiliği tarihi şartların getirisi olarak genişletmenin imkanını vermekte (Aydemir'in bu prensibi "eski ordulaşmış millet telakkisinin modern tecellisi" olarak tarif etmesi bu bakımdan çok mühimdir) öte yandan da Batı'nın müesseselerinin reddedilmesini mümkün kılmaktaydı.

Liberalizmin ve demokrasinin kapitalizmin siyasi uzantıları/ideolojileri olarak görülüp reddedilmesiyle başlayan sonuncu süreç, devletçilik prensibiyle ifade edilen toplum yapısı Batı'yı örnek almaktan imtina eder hale gelmesiyle (bu imtina hali Batı'nın öğretilerinin tasfiyesinin talep edilmesini, Avrupa-merkezciliğin eleştirisini içerir) ; devletçi planlamanın halkçılık prensibinde savunulan sınıfsız-imtiyazsız toplumun yaratılmasında kullanılması ve sınıf tezatları yaratmadan kalkınmanın gerçekleşmesi idealini tahkim etmesi düşüncesi çerçevesinde savunulmasını da içerecek şekilde genişlemişti. Bu genişlemeyle birlikte, devletçilik, "milli vahdet içinde fertlerin içtimai ve iktisadi hareketlerinin milli menfaatler namına bir takım normlar, kaideler ve ölçülere bağlandığı” bir sistem haline gelecek, bireyciliğin yadsınması talepleri dile getirilecekti. Kadroculuğun prizmasında devletçilik, liberalizme giden yolda uğranılacak geçici bir durak olmaktan çıkarak kapsamlı bir sistem hüviyeti almaya başlamıştı.

Bu bakış açısı, İsmail Tökin'in şu sözlerinde açıkça ortaya konmuştu:

Alıntı:“Halbuki Nasyonalist devletçilikte Devlet, şu veya bu sınıfın emrinde değildir. Devleti, milletin ileri menfaatlerini temsil eden teşkilatçı bir rehber kadro, iktisadi faaliyetleri milletin ileri menfaatleri hesabına tanzim ve idare eden bir teknisyenler kadrosu teşkil eder”


Tökin'in devletçiliği tanımlarken kullandığı "nasyonalist" sıfatı, Kadrocuların milliyetçiliği kültürel-sınıfçı olmayan bir biçimde algıladıklarının iyi bir örneğidir. Aydemir'in bu konuda sarf ettiği sözler de konuyu aydınlatmak açısından önemlidir:

Alıntı:“Türk nasyonalizminin devletçiliği, bir sınıf nam ve hesabına diğer sınıfların istismarının ve bir milletin nam ve hesabına diğer milletleri istismarın (emperyalizm); yani muarrızlarımızın şu veya bu şekilde bağlandıkları avrupa’nın dünkü ve bugünkü nizamının bir fikri ve tarihi reaksiyonudur."

Bu cümlelerden de anlaşılması mümkün olan özgün yol-üçüncü yol arayışı, yine Aydemir tarafından faşist-komünist-nasyonal sosyalist tüm partilerin açık veya gizli bir sınıf diktatörlüğü güttüğü şeklindeki bir iddiada ortaya konmuştu.



kadrocular.jpg




Kadro hareketi, bahsedildiği gibi Marksist diyalektiğin cihazını toplum içi sınıfların seviyesinden çekip alarak merkezi-metropol-sömürgeci kapitalist ülkeler ile bu ülkelerin kalkınmasındaki esas etken olan maddi sömürünün kurbanı olarak tarih sahnesine adım atmış bulunan sömürge ve yarı sömürge uluslar seviyesinde yeniden kurup çalıştırması bakımından, son derece önemli ve özgün bir dünya sistemi analizi yapması bakımından da düşünce tarihimizde önemli bir yere sahiptir.

Kısaca, Batılı ülkelerin iktisadi atılımlarını ekonomik emperyalizm sayesinde sömürge ülkelerin istikrarlarını kaybetmeleri, bu ülkeleri kendilerine bağımlı kılmaları pahasına gerçekleştirildiğini savunan Bağımlılık Okulu'nun 1960'lardaki ortaya çıkışından on yıllar önce, Kadrocular bu anlatıyla büyük benzerlikler içeren bir dünya tasviri ortaya koymuşlardı.

Giriş kısmında adı zikredilen Sultan Galiyev'in ve Lev Troçki'nin sürekli devrim anlatısından beslenen bu tasvir, neredeyse bir asırdan bu yana Batı emperyalizminin saldırısı altında bulunduğu savunulan Türkiye'ye, ulusal kurtuluş ve kalkınma mücadelelerinde özgün bir yer vermesi bakımından dikkate değerdir.

Galiyev'in düşüncelerinin bir özet halinde incelenmesi, Kadro hareketi üzerindeki etkisinin ne kadar büyük olduğunu göstermek için yeterli gelecektir: Bolşevik Devrimi'nde de önemli bir rol oynamış olan, Tatar kökenli bir düşünce ve eylem adamı olan Sultan Galiyev, Batılı ülkelerden farklı olarak Doğulu toplumların sınıf farklarına sahip olmadığı, bütün bir kütle olarak sömürüldüğü; üretim yollarını kontrolü altına alan Batı'nın kendi içinde uyguladığı sömürü metodlarını Doğulu halklara karşı tatbik etmeye başladığı, Batılı işçi sınıfının da bu sömürüye ortak olduğu, bu sömürü düzeninin Doğulu halkların topyekün uyanışıyla sona ereceği ve yıkılacağı şeklindeki fikirleriyle tanınır. Kadro, bu fikirlerin doğal uzantısı olarak şekillenmiş gibidir. Troçki'nin savunduğu sürekli devrim tezinin tesirleri de kendisini Kadrocuların Türk Devrimi'nin kendi kendini yenileyen, önce ülke sınırları dahilinde sonra da sınırlarımızın ötesinde devam edecek öncü bir dinamik olduğu düşüncesinde belirgindir.

Kadro hareketi, Türk Devrimi'nin emperyalizme meydan okunması bakımından dünya tarihinde son derece özgün ve özel bir yeri olduğunu düşünüyorlardı. Kurtuluş Savaşı'yla birlikte başlayan süreç hem emperyalizme karşı vurulmuş ilk şiddetli darbe olması hem de geliştirdiği kurumlar ve takip ettiği yol bakımından diğer sömürge-yarı sömürge milletlere emsal teşkil edecek bir konumdaydı. Devletçilikten söz ederken de değinildiği gibi, Türk toplumunun sınıfsız yapısı bu mücadelede kolaylaştırıcı bir etkide bulunabilirdi. Sınıf farklarının olmayışı nedeniyle ne işçi devrimine ne de işçi hakimiyetini ifade eden sosyalist rejime gerek duyuluyordu.

Bu özgün ve kesintisiz yol perspektifi, Kadrocuların beyanlarında çok açık biçimde ortaya konmuştu. Vedat Nedim Tör'ün cümleleri, Kadro düşüncesinin dünya sistemini belki de en açık biçimde ilan eden sözlerdir:

Alıntı:“Tarih müstemleke iktisadiyatından millet iktisadiyatına geçmenin
ilk örneğini Türkiye’den, millî kurtuluş hareketinin ileri mümessilinden bekliyor.
Onun için, çizeceğimiz iktisat riyasetinin tarihte bir numunesini arayanlara,
önceden haber verelim ki, aradıklarını bulamayacaklardır. Türkiye’nin iktisat
riyaseti de “Yeni” ve “orijinal” olmak mecburiyetindedir. Klasik yollar bizi
istediğimiz hedeflere götürmezler. Türkiye, kendi yolunu kendi bulacaktır.

Alıntı:“Türk inkılâbının bir şahsiyeti vardır. İnkılâbımız, bu şahsiliğini, tarihte
oynadığı rolün eşsizliğinden alıyor: Cihanda müstemlekeci ve müstemleke
milletler tezadının tasfiyesi çağını Türk inkılâbı açmıştır. O halde İnkılâp
Türkiye’sinin Devleti, ne Fransız inkılâbının doğurduğu bir Burjuva Devleti, ne de
komünist inkılâbının kurduğu bir Proletarya Devleti olabilir. Yeni Türk Devleti,
geri teknikli bir yarı sömürge milletinin, millet olarak hem iktisaden, hem
siyaseten kurtuluşu davasının tarihte ilk mümessilidir”

Alıntı:“Bir müstemleke iktisadiyatından bir millet iktisadiyatı yaratmak işi
karşısında tarihte ilk defa olarak Türk milleti kalıyor. Bu işi başarmak… İşte
yeni Türk devletinin tarihî misyonu”

Alıntı:“Görüyoruz ki, milli Kurtuluş cidali iktisadi sahada bütün şiddeti ile
devam ediyor. Ve bu cidal, Dumlupınar’da hasına oluyor. Türkiye, iktisadi
zaferlerini istismar edemezse, emperyalizmin kucağına düşebilir ”

Aydemir de benzer ifadelerle Kadro'nun üçüncü yolcu/öncü tasavvurunu dile getirir:

Alıntı:“Kadro’nun cehti, yalnız Türk inkılâbının değil, muasır iktisat nizamı
içinde herhangi bir suretle iktisaden tâbî vaziyette bulunan bütün
memleketlerdeki millî kurtuluş mücadelelerinin, cihanın bugünkü seyri ve
yarınki mukadderatı için pek ziyade haizi tesir olan mana ve ehemmiyetlerini
tebarüz ettirmektir. Bu itibarla ‘Kadro’nun izaha çalıştığı ve müdafaa ettiği
prensipler, yalnız millî inkılâbımızın değil, âlemin bugünkü nizamından mustarip
bulunan ve kaydüşartsız istiklâlleri, cihanın bugünkü iktisat münasebetlerinin
esasından değişmesine vabeste olan bütün millî istiklâl mücadelelerinin,
âdeta müşterek prensipleridir”

Alıntı:“Millî kurtuluş hareketleri, tarihî orijinleri itibariyle beynelmilel bir
tarzda, yani müstemlekeci memleketlerle, müstemlekeler ve yarı
müstemlekeler arasındaki iktisadî ve siyasî tezadın birer neticesidir”


Burhan Asaf Belge de Türkiye'nin öncülüğü ve biricikliği konusunda ısrarcıdır:

Alıntı:“Türkiye için milli kurtuluş davasının rehber ve öncü millet olmak,
başkaları için olduğu gibi özenti ve ekleme bir sıfat değildir. Türkiye’nin
milli kurtuluş davasına ait cihanı görüş tarzını bütün felsefi, içtimai, iktisadi ve
siyasi unsurları ile beraber bir kül halinde cihana vermesi Türk inkılâbının
aslında ve aslıyetinde yatan bir keyfiyettir… Binaenaleyh Almanya gibi
memleketler için müstaar olan rehberlik vasfı, bizim için tarihin alnımıza
koyduğu bir çelenktir.


Alıntı:“İnkılâbın biteceğini sananlar, ne zaman bitecek diye her zaman soranlar
vardır ancak inkılâp bitmeyecektir. İnkılâbımızın sesi hem içeri hem de
dışarıda duyulmak mecburiyetindedir. İnkılâp yapan Moskova ve Roma dünya
namına konuşmaktadır. Ancak milli kurtuluş inkılâbı yapan Türkiye, dünya
namına konuşmamaktadır. Türk inkılâbı, finans emperyalizmine teslim olan
milletlere örnek olmalıdır. Moskova, ülkesi dışındaki sınıf kavgaları ve işçi
sınıfı ile ilgilenmekte ve dışarıda kendisine destek bulmaktadır. Roma ise on yıl
içinde dünyanın faşizme kayacağını dile getirmektedir. Türkiye ise milyonların
davasını milyonlara işittirmek davasında tereddüt etmektedir. Türk inkılâbı,
Orta Afrika’dan Uzak Şarka, Orta Avrupa’dan yukarı Avrupa’ya dünyayı
kucaklamakta, tarih içinde mevki ve dünya çapında öneme sahiptir ve bu inkâr
edilemez. Bu konu iki senedir fikri olarak da işlenmektedir”

Alıntı:“Biz inkılâpların en erkeğini yapmış bir milletiz. Sesimizi yükseltmek
ve duyurmak sırası gelmiştir. Çünkü artık cihan ‘… büyük hareketler yapan ve
büyük hareketler namına konuşan milletleri’ dinliyor”

Kadro hareketinin rejime yönelttiği ilk eleştirinin yüzeysellik olduğu yukarıda belirtilmişti. İkinci eleştirinin odağında da inkılabın içe kapanma eğilimi bulunuyordu. Tüm beyanlarından da anlaşılacağı gibi Kadro hareketine mensup düşünürlerimiz, en öz ifadesiyle, "Kemalizmden, Doğu dünyasını uyandıran öncü inkılap olma misyonunun icaplarını yerine getirmesini, gerçekten alemşümüllük bilinciyle davranmasını bekliyorlardı". Doğu'yu ayağa kaldıracak ateşi, Kemalizm/Türkiye/Türk Devrimi kendi kıvılcımlarıyla tutuşturmalı, sömürge iktisadından devletçilik vasıtasıyla, sınıfsal tezatları bileylemek tuzağına düşmeden sıyrılacak milletlerin ayağa kalkmasına ve Batı emperyalizminin alaşağı edilmesine en ön saflarda mücadele göstererek liderlik etmeliydi.



Yayınlandığı süre boyunca "komünistlik" ithamlarından bir türlü kurtulamayan Kadro dergisi, rejimdeki iç dengelerin devletçiliğin aleyhine bozulması, İş Bankası yanlısı grubun lideri konumundaki Celal Bayar'la birlikte güçlenmesi ve Atatürk'ün destek ve icazetinin kaybedilmesi üzerine Ocak 1935'te iki sayısını çıkardıktan sonra yayın hayatına veda etmiştir.
kalemler kaldırılmış ve sayfalar kurumuştur.
[+] 8 üye basileus nickli üyenin bu iletisini beğendi.
Ara
Cevapla
#2
Bu konu icin cok tesekkur ederiz Basil. Kultur kulubu mensuplarina yakisir ozgun bir yazi olmus. Keske o donemde cok seslilige izin verilseydi. Yogun bir komunizm korkusu vardi bunu az cok anlamak mumkun yine de farkli goruslere de izin verilmeliydi diyorum. Yakup Kadri ,bugunu gorse inkilaplar konusunda ne derdi merak ediyorum.
Ara
Cevapla
#3
(02-10-2018, 22:30)Sezar : Bu konu icin cok tesekkur ederiz Basil. Kultur kulubu mensuplarina yakisir ozgun bir yazi olmus. Keske o donemde cok seslilige izin verilseydi. Yogun bir komunizm korkusu vardi bunu az cok anlamak mumkun yine de farkli goruslere de izin verilmeliydi diyorum. Yakup Kadri ,bugunu gorse inkilaplar konusunda ne derdi merak ediyorum.

Ne yazık ki rejimin her türlü muhalefete karşı -dönemin şartları içinde anlaşılır görülebilecek- bir korkusu vardı. Bu öyle bir korkuydu ki Türk milliyetçiliğinin halka yayılmasındaki en önemli unsurlardan birisi olan Türk Ocağı'nı bile kapattırabilmişti.
kalemler kaldırılmış ve sayfalar kurumuştur.
Ara
Cevapla
 




Konuyu Okuyanlar: 1 Ziyaretçi



Strategyturk Forumları

Strategyturk Forumları tüm Türk stratejiseverler için büyük ve kaliteli bir platform olma amacı güder. Forum içerisinde çok sayıda strateji oyunu için bölüm ve bu bölümlerde haber konuları, rehberler, mod tanıtımları, multiplayer etkinlikleri ve üye paylaşımları için alanlar yer alır.