Bu tartışmada şunu fark ettim: Sömürgecilik ya da emperyalizm dendiğinde, özellikle muhafazakar kesimin kafasında barbarlık ve yağmacılık kelimeleri beliriyor, iki kavram seti arasında denklik kuruluyor. Bu korkunç bir hata ve sanıyorum ki hem yanlış tanımlardan yola çıkmaktan hem de Moğollar gibi İslami kültürün hafızasında yer edinmiş büyük yıkımların kalıcı izinden kaynaklanıyor.
Emperyalist/sömürgeci ülkelerin hedef topraklarda, o karikatürize edilmiş Moğol İstilası gibi tüm üretici güçleri yakıp yıkan ve neredeyse sadistçe katliam yapan güçler olarak görüyoruz. Avrupalı güçler Güney Amerika, Afrika ve Hindistan'da bu yollara başvurmuşlardı; ancak bir ülkeyi ve halkı sadece silahla tutamazlar, işleyemezlerdi. Moğollar tutamamış, bir yüzyılı çıkaramadan tarihten çekilmişlerdi. İngilizler, mesela, Hindistan'a çok daha "sinsi" biçimde yaklaştı. Hindistan'a yaptıkları en önemli yatırım demiryoluydu, böylece bir halklar ve diller çorbası olan kıtayı, sırtından geçinebilmek için raylar etrafında birleştirmişlerdi. İspanyollar, Güney Amerika'ya kentler kurmasa, ordu göndermese, işletme kurmasa; yani insani ve iktisadi "yatırım" yapmasa o topraklardaki gümüş ve altını nasıl sömüreceklerdi? Sömürgecilik ve yatırım, birbirine zıt şeyler değildir; emperyalizm/sömürgecilik de daima "yatırım"larla ülkeye girer.
Osmanlıcı denebilecek tarihçiler bunu unuttukları için Osmanlı'nın sömürgeci olmadığını, egemenliği altına aldığı yerlerde yaşayan halkların yok edilmeyişini ve buraya dikilen köprüleri vs. Osmanlının buraları "vatan" saymasına bağlar. Ülkenin padişahın mülkü sayılması ve ortada "vatan"ın olmaması bir yana, yukarıda dediğim gibi yatırım=iyi yönetim değildir. Bu şekilde düşünen Erhan Afyoncu'nun on yıl önce yazdığı, Macaristan'da 1565-66 yıllarında alınan vergiden fazla harcama yapılmasını örnek göstererek Osmanlı'nın "iyilğini" kanıtlamaya çalıştığı yazı, yıllar içinde bir klişeye dönüşmüştür böylece. Kaldı ki yazar -ve pek çok insan- Macaristan 1520'de alındıktan sonra öylece durduğunu zanneder. İki yüzyıl süren Habsburg Savaşları, bunun tahribatı ve bütçeye etkisi çoktan devre dışı kalmıştır.
Bu yatırımların içine okullar bile girer. Üçüncü Dünya milliyetçiliklerinde sömürgeci ülkenin eğitim sisteminin yarattığı toplumsal hareketlilik, milliyetçilik konusundaki klasik bir çalışma olan Hayali Cemaatler kitabında ele alınır. Bakıldığında, Çinhindi, Endonezya gibi bölgelerde sömürge güçleri, kendi işlerini görecek memurlar çıksın diye bina diker, öğretmen atar, sınıf açar ama bunlar zaman içinde, o okullara giden öğrencilerin akıllarında, daha önce düşünmedikleri bir şeyi, "ülke" ve "vatan" kavramını yaratır. Sömürgeci, daha iyi sömürmek için yaptıkları yüzünden sömürgesini elinden kaçırıyor.
Emperyalist/sömürgeci ülkelerin hedef topraklarda, o karikatürize edilmiş Moğol İstilası gibi tüm üretici güçleri yakıp yıkan ve neredeyse sadistçe katliam yapan güçler olarak görüyoruz. Avrupalı güçler Güney Amerika, Afrika ve Hindistan'da bu yollara başvurmuşlardı; ancak bir ülkeyi ve halkı sadece silahla tutamazlar, işleyemezlerdi. Moğollar tutamamış, bir yüzyılı çıkaramadan tarihten çekilmişlerdi. İngilizler, mesela, Hindistan'a çok daha "sinsi" biçimde yaklaştı. Hindistan'a yaptıkları en önemli yatırım demiryoluydu, böylece bir halklar ve diller çorbası olan kıtayı, sırtından geçinebilmek için raylar etrafında birleştirmişlerdi. İspanyollar, Güney Amerika'ya kentler kurmasa, ordu göndermese, işletme kurmasa; yani insani ve iktisadi "yatırım" yapmasa o topraklardaki gümüş ve altını nasıl sömüreceklerdi? Sömürgecilik ve yatırım, birbirine zıt şeyler değildir; emperyalizm/sömürgecilik de daima "yatırım"larla ülkeye girer.
Osmanlıcı denebilecek tarihçiler bunu unuttukları için Osmanlı'nın sömürgeci olmadığını, egemenliği altına aldığı yerlerde yaşayan halkların yok edilmeyişini ve buraya dikilen köprüleri vs. Osmanlının buraları "vatan" saymasına bağlar. Ülkenin padişahın mülkü sayılması ve ortada "vatan"ın olmaması bir yana, yukarıda dediğim gibi yatırım=iyi yönetim değildir. Bu şekilde düşünen Erhan Afyoncu'nun on yıl önce yazdığı, Macaristan'da 1565-66 yıllarında alınan vergiden fazla harcama yapılmasını örnek göstererek Osmanlı'nın "iyilğini" kanıtlamaya çalıştığı yazı, yıllar içinde bir klişeye dönüşmüştür böylece. Kaldı ki yazar -ve pek çok insan- Macaristan 1520'de alındıktan sonra öylece durduğunu zanneder. İki yüzyıl süren Habsburg Savaşları, bunun tahribatı ve bütçeye etkisi çoktan devre dışı kalmıştır.
Bu yatırımların içine okullar bile girer. Üçüncü Dünya milliyetçiliklerinde sömürgeci ülkenin eğitim sisteminin yarattığı toplumsal hareketlilik, milliyetçilik konusundaki klasik bir çalışma olan Hayali Cemaatler kitabında ele alınır. Bakıldığında, Çinhindi, Endonezya gibi bölgelerde sömürge güçleri, kendi işlerini görecek memurlar çıksın diye bina diker, öğretmen atar, sınıf açar ama bunlar zaman içinde, o okullara giden öğrencilerin akıllarında, daha önce düşünmedikleri bir şeyi, "ülke" ve "vatan" kavramını yaratır. Sömürgeci, daha iyi sömürmek için yaptıkları yüzünden sömürgesini elinden kaçırıyor.
kalemler kaldırılmış ve sayfalar kurumuştur.