Ülkemizin NATO'ya girmesi ne gereksiz bir sebepti ne de Kore'ye asker gönderilmesi boş bir işti. Ortak bir savunma birliğine katıldığınız takdirde bazı yükümlülüklerle donatılırsınız ve bunlardan birisi de söz konusu savunma birliğinin harekatlarına çeşitli düzeylerde katılım sağlamaktır. Bu hamlelerin ikisi de boş işler değildir.
Yazan arkadaşın siyasi kimliğini bilmiyorum, ama bu argümanı genelde Marksistlerden duymak bana bir ölçüde gülünç geliyor. Hele ki "Barışseverler Cemiyeti"ni kurup bu Kore Savaşı karşıtlığının başını çeken Behice Boran'ın Varşova Paktı'nın Çekoslovakya'nın kendi demokratik dönüşümünü tankla topla tüfekle bastırmasına ses çıkarmayışı, bunu onaylayışı beni gerçekten düşündürüyor.
Adnan Menderes ülkeyi ABD'ye peşkeş çekmiş bir isim değildir, en azından süreci başlatan o değildir. Marshall Yardımları (bunun sömürgecilik/bağımlılık programı olduğu savı da ayrıca değerlendirilmeli) ülkeye ondan önce verilmeye başlanmış ve ABD'yle aramızdaki pek çok anlaşma da ondan önceki dönemlerde imza edilmiştir. Yıllardır tek parti idaresi altında baskı gördüğünü düşünen be bu kanaati geliştirmede pek de haksız olmayan halka çeşitli alanlarda belirli bir özgürlük hissi getirmiştir. Lakin pek de sağlam bir programı yoktu. Dönemin kaynaklarını yorumlayan bir yazara göre muhalefetteki stratejisini iktidarın yaptıklarının yanlışlanması üzerine kurmuş ve bu nokta üzerinden hamaset üretmeye devam etmiş, yeni bir siyasal kültür yaratmayı başaramamıştır.
Ekonomik kalkınması ülke için oldukça verimli biçimde başlamış ama aynı hızla devam edememiştir. Bunda fütursuzca kredi almanın, popülist hareketlerde bulunmanın, tarıma fazla bel bağlamanın etkisi vardır diye düşünüyorum. Ama ülkenin sermaye bloğunun büyük kısmı onun döneminde ve sonrasında palazlanan isimlerden oluşması, zenginlik yaratma politikasında pek de başarısız olmadığını gösteriyor. Tarımımıızı modernize eden, Türkiye'nin karayolu ağını genişleterek ülke içindeki pazar bütünlüğünü sağlayan kişidir. Ancak ekonomik politikası sonunda feci bir enflasyonla, genel bir tıkanmayla ve karaborsayla neticelenmiştir.
Muhalefete karşı olan sert tavrına, ekonomik adımlarına rağmen ne darbeyle devrilmeyi ne de idam edilmeyi hak etmiştir. Oy oranı 1957'den beri düşüşteydi ve muhtemelen bir sonraki seçimde yerini terk etmek zorunda kalacaktı. Sandık dışı yollardan devrilmesi ve idam edilmesi hem Türkiye'ye bir siyasi rövanşizm davası kazandırmış ve ülkenin politik yapısının sorun çözme potansiyelini tam olarak keşfetmesini, gerçekleştirmesini engellemiştir.
Ezan konusuna gelince: Ezanı Arapça okuma zorunluluğunu getirmemiş, Türkçe okunma mecburiyetini kaldırmıştır. Asırlar boyunca Arapça ezana alışmış olan halk bu kararın ardından bir daha Türkçe ezana dönüş yapmamıştır. "Ulusal din" yaratma adına girişilen bu hamlenin insanlarda ne kadar karşılık bulduğunu ve ne kadar gerekli olduğunu biraz buradan anlayabilirz bence.
Yazan arkadaşın siyasi kimliğini bilmiyorum, ama bu argümanı genelde Marksistlerden duymak bana bir ölçüde gülünç geliyor. Hele ki "Barışseverler Cemiyeti"ni kurup bu Kore Savaşı karşıtlığının başını çeken Behice Boran'ın Varşova Paktı'nın Çekoslovakya'nın kendi demokratik dönüşümünü tankla topla tüfekle bastırmasına ses çıkarmayışı, bunu onaylayışı beni gerçekten düşündürüyor.
Adnan Menderes ülkeyi ABD'ye peşkeş çekmiş bir isim değildir, en azından süreci başlatan o değildir. Marshall Yardımları (bunun sömürgecilik/bağımlılık programı olduğu savı da ayrıca değerlendirilmeli) ülkeye ondan önce verilmeye başlanmış ve ABD'yle aramızdaki pek çok anlaşma da ondan önceki dönemlerde imza edilmiştir. Yıllardır tek parti idaresi altında baskı gördüğünü düşünen be bu kanaati geliştirmede pek de haksız olmayan halka çeşitli alanlarda belirli bir özgürlük hissi getirmiştir. Lakin pek de sağlam bir programı yoktu. Dönemin kaynaklarını yorumlayan bir yazara göre muhalefetteki stratejisini iktidarın yaptıklarının yanlışlanması üzerine kurmuş ve bu nokta üzerinden hamaset üretmeye devam etmiş, yeni bir siyasal kültür yaratmayı başaramamıştır.
Ekonomik kalkınması ülke için oldukça verimli biçimde başlamış ama aynı hızla devam edememiştir. Bunda fütursuzca kredi almanın, popülist hareketlerde bulunmanın, tarıma fazla bel bağlamanın etkisi vardır diye düşünüyorum. Ama ülkenin sermaye bloğunun büyük kısmı onun döneminde ve sonrasında palazlanan isimlerden oluşması, zenginlik yaratma politikasında pek de başarısız olmadığını gösteriyor. Tarımımıızı modernize eden, Türkiye'nin karayolu ağını genişleterek ülke içindeki pazar bütünlüğünü sağlayan kişidir. Ancak ekonomik politikası sonunda feci bir enflasyonla, genel bir tıkanmayla ve karaborsayla neticelenmiştir.
Muhalefete karşı olan sert tavrına, ekonomik adımlarına rağmen ne darbeyle devrilmeyi ne de idam edilmeyi hak etmiştir. Oy oranı 1957'den beri düşüşteydi ve muhtemelen bir sonraki seçimde yerini terk etmek zorunda kalacaktı. Sandık dışı yollardan devrilmesi ve idam edilmesi hem Türkiye'ye bir siyasi rövanşizm davası kazandırmış ve ülkenin politik yapısının sorun çözme potansiyelini tam olarak keşfetmesini, gerçekleştirmesini engellemiştir.
Ezan konusuna gelince: Ezanı Arapça okuma zorunluluğunu getirmemiş, Türkçe okunma mecburiyetini kaldırmıştır. Asırlar boyunca Arapça ezana alışmış olan halk bu kararın ardından bir daha Türkçe ezana dönüş yapmamıştır. "Ulusal din" yaratma adına girişilen bu hamlenin insanlarda ne kadar karşılık bulduğunu ve ne kadar gerekli olduğunu biraz buradan anlayabilirz bence.
kalemler kaldırılmış ve sayfalar kurumuştur.