29-05-2023, 20:25
(Son Düzenleme: 29-05-2023, 21:04, Düzenleyen: Hanno barca. Toplamda 1 kere düzenlenmiş.)
"Arnavut Kanı Vakası" ardından 2 yıl geçmişti. 1147 yılında doğudan büyük bir Türk akını tehlikesi geliyordu. "Fatih" şah Alparslan'ın torunu olan Yakup Selçuk Ermenistan işgali için bana savaş açtı. Onun ziyadesiyle inanılmaz bir savaşçı olduğunu biliyordum. Arnavut dağı muharebesinde orduma verdiği zayiatlar büyüktü. Savaş boyunca saygımı kazanmıştı. Lakin şimdi 50 bin kişilik bir Türk ordusu ile sınırlarımı tehdit ediyordu. Buna izin veremezdim. Bu yüzden 40 bin kişilik bir ordu topladım ve doğruca Ancry'a gittim. Yol boyunca Türkleri yenip yenemeyeceğimi mukayese ettim. Sonuç olarak olarak onları yenemeyeceğimi anladım. Karşımdaki düşman iyi bir savaşçı ve ordusu en sağlam birliklerden oluşuyordu. Onları yenemesemde en azından imparatorluk için en az zararı verecek olan bir antlaşmayı kabul ettirtebilirdim. Nihayetinde 12 Ocak 1148 yılında Ancry'aya vardım. Ordu mensuplarıyla bir toplantı yaptım. Onlarda aynı düşüncedeydi. Bu yüzden elden fazla bir şey gelmez diyerek Ermenistan'a doğru yola çıktık. 3 ay sonra Wan'a vardık. Lakin orada bizi bekleyen bir Türk ordusu vardı. Yakup ile bir görüşme ayarlamaya çalıştım ama benimle buluşmak istemedi. 3 gün sonra Wan muharebesi gerçekleşti. Herhalde tüm hayatım boyunca bundan daha kanlı ve destansı bir savaş görmedim. Savaşı kazansakta ordumun yarısı ölmüştü ve Yakup'un elinde ise 40 bin kişi kalmıştı. Yakup ile tam 2 kez daha savaştık. İki savaşı da kazansamda elimde askerim kalmadı. Yakup'da ise durumlar öğrendiğim kadarıyla iyi değilmiş. Askerleri savaşın artan ölüm tehlikesinden , uzamasından ve ödemelerin gecikmesinden şikayet ettiği için gidiyormuş. Nihayetinde İkimizde yıprandığımız için buluşmaya karar verdik.
Konuşmamızı anlatmayacağım zira uzun ve yorucuydu. Velhasıl kelam onunla bir anlaşmaya vardık. Ona Ermenistan Valiliğini verecektim o da vaftiz olup hristiyan olacaktı. 11 Mart 1151 yılında imzalanan Ani Antlaşması ile onunla barıştık hatta onunla yakın dostlar olduk. Antlaşmanın ardından doğan oğlunu benim sarayıma gönderdi. Söylediğine göre imparatorluk adetlerini öğrenmesini istiyormuş. Böylelikle şu ana kadar geldim. 10 yıl boyunca süren barış ile imparatorluk zenginleşti. Pek tabii ben bu süre zarfında reformlar yaptım , yeni yasalar çıkarttım hatta şu an okuduğunuz kitabı bile yazmaya başladım. Artık kendi imparatorluk hayatımı anlattığıma göre bir imparatorun nasıl olması gerektiğine gelebiliriz. (Bu andan itibaren dengeli bir imparatorluk anlayışı anlatılıyor.)
Ben tarihçi Konstantin Spartenos'um. Şu an yazdıklarım ise ne yazık ki 30 yıl önce yok olmuş olan Monomachos hanesinin ardından gelen felaketleri yazmak boynumun borcu. Lakin önce son iki hane üyesine ne olduğunu anlatmam gerekiyor zira arkalarından ne kağıt ne de bir söyleyiş bıraktılar. Ben ise son büyük imparator olan Belisarrius'un yakın bir dostu olduğum için ne olup bittiğini anlatacağım sizlere. 1161 yılında ölen III. Basileios'un ardından gelen Eudoxios'un hükümdarlığı sadece 4 yıl sürdü. Eudoxios ne yazık ki kahramanca bir şekilde Constantinople'ye yağmaya gelen Devasa bir Peçenek ordusuna karşı savaşıyordu. Lakin savaş sırasında oğlunu korumak için kendini siper etti. Ölümünün ardından "Şehit Aziz" ilan edildi. Oğlu Belisarius ise 5 yıllık hükümdarlığı boyunca imparatorluğu inanılmaz bir şekilde büyüttü. 5 yıllık askeri seferlerin ardından Mısır i Filistin , Suriye feth etti. Lakin Gürcistan'da çıkan bir kafir isyanını durdurmak için gittiğinde beni kurtarmak için kendini feda etti. O andan itibaren imparatorluk yavaş yavaş yıkılmaya başladı. Karısı Theodora delirdi ve intihar etti , askerler ise küplere bindi. Başka hane mensubu hayatta olmadığı için imparatorluk içerisinde bir savaş başlaması an meselesiydi ama ondan önce gerçekleşen olay korkunçtu. Asker imparatoru bir baba gibi seviyordu. Onu ölümünden sorumlu olan herkesi öldüreceklerine ant içtiler ki bunu Varangian Muhafızları bile yaptı. 1171 yılında Gürcistan'da korkunç bir soykırım gerçekleşti. Üstelik sadece bir bölge ile sınırlı olmadı. Bütün Gürcistan kılıçtan geçirildi. Yeni gelen imparator ise kızgın olan bu orduyu durdurmak için tam 9 yıl uğraştı. Lakin ordunun başındaki kimseler tecrübeli ve zeki kişilerdi. Onları durdurmak çok maliyetli oldu ki. Buna feth edilen toprakların isyan ile kaybı da vardı. 1180 yılında ise büyük iç savaş patlak verdi. Ne yazık ki iç savaş 10 yıl sürdüğü gibi imparatorluk toprakları için harap edici oldu. Yeni imparator tahta çıktığında ise hükumet işleri ile pek ilgilenmedi onun yerine ben ilgilendim. 7 yıllık şansölyeliğin ardından imparator öldü ve yerine geçen oğlu beni Roma'ya sürgün etti. Yeni imparator hırslı olduğu kadar aptaldı da. Para bulmak için imparatorluk içerindeki ne kadar Latin tüccar varsa vatan haine ilan edip mallarına el koydu ve öldürdü. Bu Papayı sinirlendirdi ve bir haçlı seferi çağrısında bulundu. Roma'da olduğum için ona yalvardım ama dinlemedi. Nihayetinde 1200 yılında İmparatorluk yıkıldı ve parçalara ayrıldı. Constantinople ise en ağır darbeyi aldı. Şehrin 3/2'si yakıldı , sanat eserleri ve kitaplar Roma'ya götürüldü. Ben ise sadece izlemek durumunda kaldım. Şimdi ise sizlere yaşanan olayları daha ayrıntılı bir şekilde anlatacağım. (Buradan itibaren oldukça ayrıntılı bir tarih anlatımı söz konusudur.)
Efenim umarım beğenmişsinizdir. Farkındayım dünyanın durumunu gösteremedim zira save sildim. Haliyle öyle fotoraf falan atamazdım kusura bakmayın. Bir daha ki hikayede görüşürüz.
Konuşmamızı anlatmayacağım zira uzun ve yorucuydu. Velhasıl kelam onunla bir anlaşmaya vardık. Ona Ermenistan Valiliğini verecektim o da vaftiz olup hristiyan olacaktı. 11 Mart 1151 yılında imzalanan Ani Antlaşması ile onunla barıştık hatta onunla yakın dostlar olduk. Antlaşmanın ardından doğan oğlunu benim sarayıma gönderdi. Söylediğine göre imparatorluk adetlerini öğrenmesini istiyormuş. Böylelikle şu ana kadar geldim. 10 yıl boyunca süren barış ile imparatorluk zenginleşti. Pek tabii ben bu süre zarfında reformlar yaptım , yeni yasalar çıkarttım hatta şu an okuduğunuz kitabı bile yazmaya başladım. Artık kendi imparatorluk hayatımı anlattığıma göre bir imparatorun nasıl olması gerektiğine gelebiliriz. (Bu andan itibaren dengeli bir imparatorluk anlayışı anlatılıyor.)
Ben tarihçi Konstantin Spartenos'um. Şu an yazdıklarım ise ne yazık ki 30 yıl önce yok olmuş olan Monomachos hanesinin ardından gelen felaketleri yazmak boynumun borcu. Lakin önce son iki hane üyesine ne olduğunu anlatmam gerekiyor zira arkalarından ne kağıt ne de bir söyleyiş bıraktılar. Ben ise son büyük imparator olan Belisarrius'un yakın bir dostu olduğum için ne olup bittiğini anlatacağım sizlere. 1161 yılında ölen III. Basileios'un ardından gelen Eudoxios'un hükümdarlığı sadece 4 yıl sürdü. Eudoxios ne yazık ki kahramanca bir şekilde Constantinople'ye yağmaya gelen Devasa bir Peçenek ordusuna karşı savaşıyordu. Lakin savaş sırasında oğlunu korumak için kendini siper etti. Ölümünün ardından "Şehit Aziz" ilan edildi. Oğlu Belisarius ise 5 yıllık hükümdarlığı boyunca imparatorluğu inanılmaz bir şekilde büyüttü. 5 yıllık askeri seferlerin ardından Mısır i Filistin , Suriye feth etti. Lakin Gürcistan'da çıkan bir kafir isyanını durdurmak için gittiğinde beni kurtarmak için kendini feda etti. O andan itibaren imparatorluk yavaş yavaş yıkılmaya başladı. Karısı Theodora delirdi ve intihar etti , askerler ise küplere bindi. Başka hane mensubu hayatta olmadığı için imparatorluk içerisinde bir savaş başlaması an meselesiydi ama ondan önce gerçekleşen olay korkunçtu. Asker imparatoru bir baba gibi seviyordu. Onu ölümünden sorumlu olan herkesi öldüreceklerine ant içtiler ki bunu Varangian Muhafızları bile yaptı. 1171 yılında Gürcistan'da korkunç bir soykırım gerçekleşti. Üstelik sadece bir bölge ile sınırlı olmadı. Bütün Gürcistan kılıçtan geçirildi. Yeni gelen imparator ise kızgın olan bu orduyu durdurmak için tam 9 yıl uğraştı. Lakin ordunun başındaki kimseler tecrübeli ve zeki kişilerdi. Onları durdurmak çok maliyetli oldu ki. Buna feth edilen toprakların isyan ile kaybı da vardı. 1180 yılında ise büyük iç savaş patlak verdi. Ne yazık ki iç savaş 10 yıl sürdüğü gibi imparatorluk toprakları için harap edici oldu. Yeni imparator tahta çıktığında ise hükumet işleri ile pek ilgilenmedi onun yerine ben ilgilendim. 7 yıllık şansölyeliğin ardından imparator öldü ve yerine geçen oğlu beni Roma'ya sürgün etti. Yeni imparator hırslı olduğu kadar aptaldı da. Para bulmak için imparatorluk içerindeki ne kadar Latin tüccar varsa vatan haine ilan edip mallarına el koydu ve öldürdü. Bu Papayı sinirlendirdi ve bir haçlı seferi çağrısında bulundu. Roma'da olduğum için ona yalvardım ama dinlemedi. Nihayetinde 1200 yılında İmparatorluk yıkıldı ve parçalara ayrıldı. Constantinople ise en ağır darbeyi aldı. Şehrin 3/2'si yakıldı , sanat eserleri ve kitaplar Roma'ya götürüldü. Ben ise sadece izlemek durumunda kaldım. Şimdi ise sizlere yaşanan olayları daha ayrıntılı bir şekilde anlatacağım. (Buradan itibaren oldukça ayrıntılı bir tarih anlatımı söz konusudur.)
Efenim umarım beğenmişsinizdir. Farkındayım dünyanın durumunu gösteremedim zira save sildim. Haliyle öyle fotoraf falan atamazdım kusura bakmayın. Bir daha ki hikayede görüşürüz.
Aut viam invemiam aut viam creo