25-08-2018, 02:05
(Son Düzenleme: 25-08-2018, 02:07, Düzenleyen: napolyon94.)
italyan teslimiyetinin ardından geride Mihver saflarında aktif sadece Türkiye kalmıştır. İşbirliğine açık Franco Batı ile köprüleri çoktan kurmaya başlasa da uzak Doğu'da ki Japon İmparatorluğu'da Türkiye'ye benzer bir statü ile "istenmeyen adam" durumundadır. Ağustos sonu ve Eylül başında muzaffer zaferi kazanan devletler Leningrad'da bir araya gelir. Savaşta aktif olarak yer almayan ABD, Yugoslavya, Tayland, İran, İrlanda, İsveç ve Suudi Arabistan'da Leningrad protokolüne katılmak için şart olan, savaşan son Mihver gücü Türkiye ile ilişkilerini askıya alırlar. Leningrad Protokolü, SSCB'nin liderliğinde katılan tüm devletlerin onayı ile yeni bir Avrupa'nın çizilmesi için kapıları aralar. Savaşa katılmakta pasif yada geç kalmış devletler, oluşan bu konjonktürde pay alabilmek için son trene binmeye isteklidir. Özellikle ABD için bu son Faşist Barbar Orta Doğu ülkesi, gövde gösterisi yapmak için uygun coğrafyadır. SSCB'nin inanılmaz yükselişi karşısında ABD liberal blokta bir güç olarak durmak zorundadır. Bunun anahtarı da dünyaya kendi sermaye ve sanayisini, ve bilhassa askeri ateş gücünü kanıtlamaktır.
Çakmak Paşa pek beceri ile kullanamadığı diplomasiye sarılmayı dener. Leningrad görüşmelerinin talebi olan "kayıtsız şartsız teslimin" kabul edilemeyeceğini, fakat Türkiye'nin duruşuna saygılı her türlü müzakereye artık açık olduğunu bildirir. Henüz 20 sene evvel çizilen Orta doğu Haritası Türkler için ağır sonuçlara gebedir. Zira bölge halklarının konuştuğu dil Batı'da olduğu gibi 1100 senelik temellere dayalı değildir. Çakmak Paşa'da bu yüzden kazandığı ufak zaferlerin ardından "onurlu bir barış" talep etmektedir. Fakat Cunta hükumetinin kavrayamadığı ise Orta Doğu'nun hızla iki blok arasında ki "kendini kanıtlama çabasına" dönüştüğüdür.
Çakmak Paşa bir ateşkes havası yaratabilmek için birkaç taviz ve jestte bulundu. Britanya ticari gemilerinin Türk işgali altında ki kanaldan geçmelerine izin verdi. Cephelerde ki çatışmaları provoke edilmedikçe durdurdu. Birçok rus ve İngiliz esiri Tuna boyunda kademeli olarak serbest bırakacağını uluslararası basına ilan etti. Yine de arka planda Yunanistan'da kazanılan ganimetler ile TSK'yı donatmayı ve ordunun savunma kapasitesini umutsuzca arttırmayı ihmal etmedi. Ele geçirilen bir miktar zırhlı ve mekanize teçhizatı VI.Ordu bünyesinde topladı. İstanbul'a 2. bir RADAR kurulması ve Irak'ın savunulması için VII.Ordunun kurulması emre bağlandı. Fakat bu ufak kulaçlar ufukta gözükmeyen adayı Türklere yaklaştırmadı.
Çakmak Paşa pek beceri ile kullanamadığı diplomasiye sarılmayı dener. Leningrad görüşmelerinin talebi olan "kayıtsız şartsız teslimin" kabul edilemeyeceğini, fakat Türkiye'nin duruşuna saygılı her türlü müzakereye artık açık olduğunu bildirir. Henüz 20 sene evvel çizilen Orta doğu Haritası Türkler için ağır sonuçlara gebedir. Zira bölge halklarının konuştuğu dil Batı'da olduğu gibi 1100 senelik temellere dayalı değildir. Çakmak Paşa'da bu yüzden kazandığı ufak zaferlerin ardından "onurlu bir barış" talep etmektedir. Fakat Cunta hükumetinin kavrayamadığı ise Orta Doğu'nun hızla iki blok arasında ki "kendini kanıtlama çabasına" dönüştüğüdür.
Çakmak Paşa bir ateşkes havası yaratabilmek için birkaç taviz ve jestte bulundu. Britanya ticari gemilerinin Türk işgali altında ki kanaldan geçmelerine izin verdi. Cephelerde ki çatışmaları provoke edilmedikçe durdurdu. Birçok rus ve İngiliz esiri Tuna boyunda kademeli olarak serbest bırakacağını uluslararası basına ilan etti. Yine de arka planda Yunanistan'da kazanılan ganimetler ile TSK'yı donatmayı ve ordunun savunma kapasitesini umutsuzca arttırmayı ihmal etmedi. Ele geçirilen bir miktar zırhlı ve mekanize teçhizatı VI.Ordu bünyesinde topladı. İstanbul'a 2. bir RADAR kurulması ve Irak'ın savunulması için VII.Ordunun kurulması emre bağlandı. Fakat bu ufak kulaçlar ufukta gözükmeyen adayı Türklere yaklaştırmadı.
Kısmen yumuşayan atmosfer 12 Ağustos günü yaşanan Formoza Baskını ile sarsıldı. Amerikan Pasifik Filosu , Japon Varlık Donanmasının demirlediği Formoza Limanına baskın düzenledi. Herhangi bir harp ilanı olmaksızın İmparatorluk Donanması Pasifik'in diğer ucundan gelen bir donanma tarafından sadece seyyar hava gücü kullanılarak vuruldu. Özellikle altı büyük Japon uçak gemisinin ağır hasar alması, Japonya'nın kendi deniz yollarını savunma kapasitesi de felce uğratmış oldu.
ABD'nin senelerdir yaptığı deniz ve hava yatırımları dünyayı sarstı. Tam tamına 28 uçak gemisi ile 1300 uçağı seyyar olarak hücuma kaldırabilme kapasitesi Moskova'yı bile titretti. Reaksiyona geçmesi gereken SSCB, hazırlıksız olarak Mançurya üzerinden Japonya'ya yavaş ve etkisiz bir hücuma geçmek ile yetindi. Yeniden alevlenen savaş atmosferi Türkiye'yi de namlunun ucuna itti. ABD Ordusu liderliğinde ki "Müttefik Koalisyon Güçleri" , eşi benzeri görülmemiş bir şiddet ile Türkiye'ye ve Japonya'ya boyun eğdirmeye ant içmiştir.
15 Ağustos 1942'de Leningrad Protokolünü imzalayan tüm tarafsız ülkelerde Japonya ve Türkiye'ye harp ilan etti. Suudi Arabistan, İran ve özellikle Yugoslavya'nın savaşa dahil olması Ankara'nın infaz ilanı oldu. Artık arkalarını yaslayabilecekleri, kuvvet tasarrufu yapabilecekleri tek bir damla su yada toprak parçası kalmamıştı. Tüm bu olumsuz şartlara rağmen Ankara 7 Cephe de, 7 düvele karşı mücadele vermeyi denedi.
Müttefik ve Sovyet kuvvetleri toplamda 45 bin uçaklık bir hava armadası ile "serbest bombardımana" başladı. Ağustos ayı boyunca Türklerin tüm şehir, liman, demir yada kara yolu defalarca kez bombalandı. Hava alanları yerle bir edildi, şehir merkezleri küle çevrildi. İletişim ve ulaşım felç edildi.
Özellikle Amerikan ve İngiliz bombardıman Filoları, Türklerin kent nüfusunun beşte birini sadece 50 günde telef edecekti. Hava bombardımanları o kadar şiddetliydi ki günlük atılan bomba miktarı ortalama 18 bin tonun üzerindedir. Tüm bu hava hücumlarına karşı Türk Havacıları kendilerine katılan birkaç fanatik Alman Pilot dışında tamamen hazırlıksız ve umutsuzdu. Türkler karşılarında ki gücü anlayınca kalan uçaklarını Konya düzlüklerine gömdüler. Onlarca FW190 sonraki kuşaklara emanet kumların altına gömüldü.
ABD'nin senelerdir yaptığı deniz ve hava yatırımları dünyayı sarstı. Tam tamına 28 uçak gemisi ile 1300 uçağı seyyar olarak hücuma kaldırabilme kapasitesi Moskova'yı bile titretti. Reaksiyona geçmesi gereken SSCB, hazırlıksız olarak Mançurya üzerinden Japonya'ya yavaş ve etkisiz bir hücuma geçmek ile yetindi. Yeniden alevlenen savaş atmosferi Türkiye'yi de namlunun ucuna itti. ABD Ordusu liderliğinde ki "Müttefik Koalisyon Güçleri" , eşi benzeri görülmemiş bir şiddet ile Türkiye'ye ve Japonya'ya boyun eğdirmeye ant içmiştir.
15 Ağustos 1942'de Leningrad Protokolünü imzalayan tüm tarafsız ülkelerde Japonya ve Türkiye'ye harp ilan etti. Suudi Arabistan, İran ve özellikle Yugoslavya'nın savaşa dahil olması Ankara'nın infaz ilanı oldu. Artık arkalarını yaslayabilecekleri, kuvvet tasarrufu yapabilecekleri tek bir damla su yada toprak parçası kalmamıştı. Tüm bu olumsuz şartlara rağmen Ankara 7 Cephe de, 7 düvele karşı mücadele vermeyi denedi.
Müttefik ve Sovyet kuvvetleri toplamda 45 bin uçaklık bir hava armadası ile "serbest bombardımana" başladı. Ağustos ayı boyunca Türklerin tüm şehir, liman, demir yada kara yolu defalarca kez bombalandı. Hava alanları yerle bir edildi, şehir merkezleri küle çevrildi. İletişim ve ulaşım felç edildi.
Özellikle Amerikan ve İngiliz bombardıman Filoları, Türklerin kent nüfusunun beşte birini sadece 50 günde telef edecekti. Hava bombardımanları o kadar şiddetliydi ki günlük atılan bomba miktarı ortalama 18 bin tonun üzerindedir. Tüm bu hava hücumlarına karşı Türk Havacıları kendilerine katılan birkaç fanatik Alman Pilot dışında tamamen hazırlıksız ve umutsuzdu. Türkler karşılarında ki gücü anlayınca kalan uçaklarını Konya düzlüklerine gömdüler. Onlarca FW190 sonraki kuşaklara emanet kumların altına gömüldü.
ABD-Britanya Güçleri Libya ve Mısır Sahillerine bir dizi çıkartma yaparak bölgeyi hızla zapt etti. Elinde bulunan 50 bin personelli II.Ordu'nun çoğunu çoktan Süveyş Kanalının Doğusuna çeken Numan Paşa burada tutunmayı umuyordu. Muazzam zırhlı ve mekanik Müttefik Orduları, donanma ve hava kuvvetlerinin eşliğinde Mısır'da kısa süre de ciddi bir yığınağa kavuştu. 24 Ağustos'da Müttefiklerin kanal hücumu başladı. Numan Paşa sürekli eriyen ve takviye edilmeyen ilkel birlikler ile "yok olma" pahasına kanalı bir süre tutabildi. Nihayet ölümün Paşanın koluna girmesi uzun sürmedi. 27 Ağustos günü bir çok Müttefik gücü Sina'ya geçişi güvene almıştı.
19 Ağustos'da İngiliz 3., Amerikan 1. ve 4. Orduları Edremit ve İzmir Körfezi çevresine çıktılar. Türklerin VI.Ordusu şiddetle karşılık verse de çoğu sahil zapt edildi. Türkler ellerinde ki Modern tüm mekanik unsurlarını Ege'ye yığsalar da Amerikan zırhlı tümenleri karşısında varlık gösteremediler. Türkler şerefllerini kurtaracak bir kaç muharebe haricinde iç kesimlere çekilmek zorunda kaldı. Müttefikleri genelde kendi bombaladıkları köprü ve yollar yavaşlattı.
22 Ağustos'a gelindiğinde Kızıl Ordunun agresif hücumu başladı. Bu vakte kadar yapılmış en ağır yığınak ile Doğu Anadolu'nun intihara eş değer dağlarına var güçleri ile hücuma kalktılar. 1 hafta süren şiddetli harplerin ardından Ruslar Erzincan ve Munzur'u ele geçirerek Türk savunmasını kırdılar. Türkler bu noktadan sonra "kale şehir" direnişleri ile nokta savunmaya dönmek zorunda kaldı. Türk III.Ordusu İran kanadından yediği sürpriz saldırılar tamamen dağıldı. Güneyden gelen havadisler ise daha dramatikti.
İran'ın sürpriz hücumu neticesinde yapılanma aşamasında ki VII.Ordu gafil avlandı. Eksik kadro ve teçhizatlı tümenler ve yerel aşiretlerden peydahlanmış olan VII.Ordu 'nun kumandanı Ziya Paşa, akla mantığa gelmeyecek hamleler ile İran-Hindu saldırılarını yavaşlatmayı denedi. Kuyular zehirlendi, Petrol kuyuları ateşe verildi, Dicle'ye akıtılan petrol günlerce yandı. Irak günlerce süren bir karanlığa gömüldü. Fakat Musul ve Bağdad dışında çoğu Irak kenti kolayca düşmanın eline geçti.
Çanakkale ve İzmir'de kontrolü sağlayan Müttefik Güçleri, Yugoslavya'nın resmi harp ilanı ile 28 Ağustos'da Balkanlarda hücuma geçti. IV.Orduyu ana yurda bağlayan kordon hızla koptu ve Müttefik güçleri ilk günden Meriç'e dayandı. Türk I.Ordusunun Meriç Mevzileri şiddetli bombardımanlar yumuşatıldı ve ezildi. Anglo-Yugoslav güçleri 4 eylülde Doğu Trakya'ya hücum ederken, Amerikan Savaş Makinesi Selanik'i 3 Eylül'de tek gecelik çarpışmada ele geçirmişti.
Giderek uzayan cepheler, imkansız ulaştırma ve tedarik ihtiyaçları, inanılmaz yetersiz insan gücü mevcut harp için katalizör görevi gördü. Çarpışmaların ilk 15 gününde Türk Ordusu 340 bin esir verdi ki bu rakam mevcut silahlı güçlerinin 3'te birinden fazladır.
Giderek çözülen Türk Devleti büyük bloklar halinde çöker bir vaziyettedir. Çakmak Hükumeti asla pes etmese de uluslarının bir dayanma sınırı herkes gibi vardı. Orduları organizasyonunu kaybetmiş, halkı ise umut ve ruh sağlıklarını çoğunlukla yakınlarının taze mezarlarına gömmüştü.
Kızıl Ordunun hücumları Sinop'a yapılan kombine paraşüt ve deniz harekatıyla hızlandı. Sivas 8 Eylül de , Malatya ise 11 Eylül de Kızıl Ordunun eline geçti. Müttefik güçleri Ankara yolunda Bursa ve Uşak'ta çatışmalar da hayli vakit kaybetti. Ankara için kumarı Sovyetler kazansa da asıl altın anahtar Anglo- Yugoslav güçlerinin eline geçmişti bile.
Kudretli Konstantiniye en şiddetli çatışmalara sahne olsada, 14 Eylül'de tarihte bir kez daha Britanya güçlerinin işgaline geçti. Boğaz geçişi sancılı olsa da İzmit 18 Eylül, Sakarya 20 Eylül'de Anglo-Yugoslav hakimiyeti altındaydı.
Birbirleri ile iletişimi her geçen gün kopan başsız ve kör Türk Ordu kıtaları kitleler halinde, yollarda konvoylar oluşturarak teslim oluyordu. Nihayet Sovyet Orduları Ankara'ya girdi. Birkaç gün süren şiddetli ve son ciddi Türk direnişi de 19 Eylül de son buldu.
Ankara ve onun temsil ettiği Türk Bürokrasisi de resmen çökmüş oldu. Fevzi Paşa Parlamento binasında ki direnişte hayatını kaybetti. Amerikan Donanmasının Yassı Ada'ya demirlemesi ile İsmet İnönü'ye geçici bir kabine kurduruldu. 24 Eylül 1942'de Türkiye Cumhuriyeti kayıtsız şartsız teslim oldu.
Fiili olarak imha edilen Türkiye'yi 6 ay sonra Japonya'nın teslimi izledi. Aylarca süren anarşi ve uluslararası anlaşmazlık, yükselen gerilim ile Türk ulusunu parçaladı. Boğazlar'da üs ve serbest geçiş hakkı isteyen SSCB'ye karşı Amerikan hükumeti geri adım atmadı. 1947'de Ruslar Şeyh Said'in sosyalist oğlu Ahmet Fırat'ı Kürdiye Komünist Partisinin başına geçirdi. Başkenti Diyarbakır olarak kabul edilen ufak Kürt Devleti, Moskova destekli naylon olaylar ile gün ve gün Türk kent ve kasabalarını ilhak etti. Kars ve Artvin Yöresi 93 harbi öncesi sınırlara dönerken, bereketli Iğdır ovası ve Ağrı Dağı çevresi Sovyet Ermenistan'ına bağlandı. En sonunda Fırat ve ötesine ulaşan Kürdiye etkisini Moskova Ankara merkezli "yeni" Sosyalist Türkiye'yi ilan ederek son verdi. Diyarbakır ve Ankara arasında ki mütabakatın sonucunu Batı tanımadı. İstanbul merkezli yeni Federal Türk hükumeti "ABD güdümü ve danışmanlığında" 11 Aralık 1947'de kuruldu.
Yıllar ülkeleri birbirinden farklı kıldı. Batı ve Doğunun gerilimi Sakarya ve Kızılırmak'ta Soğuk Savaş'ı yaşasa da, Federal Türkiye kendisini çabuk toparladı. Çoğu endüstri ve verimli tarım ovaları Federal Türkiye'de kalmıştı. ABD sermayesinin ülkeye akması 1950'li yıllarda "Türk Ekonomik Mucizesini" mümkün kıldı. Katma değer ürünleri dünyaya pazarlayan Federal Batı Türkiye savaş yaralarını hızla onardı. Barı güdümlü siyasi imajı ile yavaş yavaş bağımsızlığına kavuştu. Doğu Sosyalist Türkiye ise varını yoğunu silaha yatırarak Sovyet yardımlarınca muhtaç halde varlığını sürdürdü. Ülke kendisini toparlayamadı, halk senelerce akın akın Batı'ya göç etti. İşsizlik ve düşük yaşam kalitesi karşısında zihinlerinde ki "Batı nefreti" karınlarını doyurmuyordu. Sosyalist Kürdiye ise istikrarlı bir yönetim ortaya koyamadı. 1957'de aşırı sağcı "Hüda hareketi" Batı destekli bir darbe ile ülkede kontrolü sağlasa da, Kızıl Ordu Diyarbakır'a girdi. Kanlı Pazar karşı darbesi ile başkentteki olaylar sertçe bastırılsa da Hüdacılar dağlarda isyana devam etti. Kuzey Irak ve Suriye'de ki kamplardan beslenen Hüda-K bugün bile Kurdiye'nin Doğu Vilayetlerinde ciddi bir terör sorunudur.
Soğuk Savaş'ın bitişi ve SSCB'nin dağılması ile Doğu Türkiye iyice zayıfladı. Bugün halkının yarısından çoğu açlık sınırında yaşarken, Federal Türkiye özellikle elektronik ve ağır sanayi ürünlerinde dünyanın sayılı üreticilerinden biri olup G-8'in tartışılmaz bir üyesidir.
19 Ağustos'da İngiliz 3., Amerikan 1. ve 4. Orduları Edremit ve İzmir Körfezi çevresine çıktılar. Türklerin VI.Ordusu şiddetle karşılık verse de çoğu sahil zapt edildi. Türkler ellerinde ki Modern tüm mekanik unsurlarını Ege'ye yığsalar da Amerikan zırhlı tümenleri karşısında varlık gösteremediler. Türkler şerefllerini kurtaracak bir kaç muharebe haricinde iç kesimlere çekilmek zorunda kaldı. Müttefikleri genelde kendi bombaladıkları köprü ve yollar yavaşlattı.
22 Ağustos'a gelindiğinde Kızıl Ordunun agresif hücumu başladı. Bu vakte kadar yapılmış en ağır yığınak ile Doğu Anadolu'nun intihara eş değer dağlarına var güçleri ile hücuma kalktılar. 1 hafta süren şiddetli harplerin ardından Ruslar Erzincan ve Munzur'u ele geçirerek Türk savunmasını kırdılar. Türkler bu noktadan sonra "kale şehir" direnişleri ile nokta savunmaya dönmek zorunda kaldı. Türk III.Ordusu İran kanadından yediği sürpriz saldırılar tamamen dağıldı. Güneyden gelen havadisler ise daha dramatikti.
İran'ın sürpriz hücumu neticesinde yapılanma aşamasında ki VII.Ordu gafil avlandı. Eksik kadro ve teçhizatlı tümenler ve yerel aşiretlerden peydahlanmış olan VII.Ordu 'nun kumandanı Ziya Paşa, akla mantığa gelmeyecek hamleler ile İran-Hindu saldırılarını yavaşlatmayı denedi. Kuyular zehirlendi, Petrol kuyuları ateşe verildi, Dicle'ye akıtılan petrol günlerce yandı. Irak günlerce süren bir karanlığa gömüldü. Fakat Musul ve Bağdad dışında çoğu Irak kenti kolayca düşmanın eline geçti.
Çanakkale ve İzmir'de kontrolü sağlayan Müttefik Güçleri, Yugoslavya'nın resmi harp ilanı ile 28 Ağustos'da Balkanlarda hücuma geçti. IV.Orduyu ana yurda bağlayan kordon hızla koptu ve Müttefik güçleri ilk günden Meriç'e dayandı. Türk I.Ordusunun Meriç Mevzileri şiddetli bombardımanlar yumuşatıldı ve ezildi. Anglo-Yugoslav güçleri 4 eylülde Doğu Trakya'ya hücum ederken, Amerikan Savaş Makinesi Selanik'i 3 Eylül'de tek gecelik çarpışmada ele geçirmişti.
Giderek uzayan cepheler, imkansız ulaştırma ve tedarik ihtiyaçları, inanılmaz yetersiz insan gücü mevcut harp için katalizör görevi gördü. Çarpışmaların ilk 15 gününde Türk Ordusu 340 bin esir verdi ki bu rakam mevcut silahlı güçlerinin 3'te birinden fazladır.
Giderek çözülen Türk Devleti büyük bloklar halinde çöker bir vaziyettedir. Çakmak Hükumeti asla pes etmese de uluslarının bir dayanma sınırı herkes gibi vardı. Orduları organizasyonunu kaybetmiş, halkı ise umut ve ruh sağlıklarını çoğunlukla yakınlarının taze mezarlarına gömmüştü.
Kızıl Ordunun hücumları Sinop'a yapılan kombine paraşüt ve deniz harekatıyla hızlandı. Sivas 8 Eylül de , Malatya ise 11 Eylül de Kızıl Ordunun eline geçti. Müttefik güçleri Ankara yolunda Bursa ve Uşak'ta çatışmalar da hayli vakit kaybetti. Ankara için kumarı Sovyetler kazansa da asıl altın anahtar Anglo- Yugoslav güçlerinin eline geçmişti bile.
Kudretli Konstantiniye en şiddetli çatışmalara sahne olsada, 14 Eylül'de tarihte bir kez daha Britanya güçlerinin işgaline geçti. Boğaz geçişi sancılı olsa da İzmit 18 Eylül, Sakarya 20 Eylül'de Anglo-Yugoslav hakimiyeti altındaydı.
Birbirleri ile iletişimi her geçen gün kopan başsız ve kör Türk Ordu kıtaları kitleler halinde, yollarda konvoylar oluşturarak teslim oluyordu. Nihayet Sovyet Orduları Ankara'ya girdi. Birkaç gün süren şiddetli ve son ciddi Türk direnişi de 19 Eylül de son buldu.
Ankara ve onun temsil ettiği Türk Bürokrasisi de resmen çökmüş oldu. Fevzi Paşa Parlamento binasında ki direnişte hayatını kaybetti. Amerikan Donanmasının Yassı Ada'ya demirlemesi ile İsmet İnönü'ye geçici bir kabine kurduruldu. 24 Eylül 1942'de Türkiye Cumhuriyeti kayıtsız şartsız teslim oldu.
Fiili olarak imha edilen Türkiye'yi 6 ay sonra Japonya'nın teslimi izledi. Aylarca süren anarşi ve uluslararası anlaşmazlık, yükselen gerilim ile Türk ulusunu parçaladı. Boğazlar'da üs ve serbest geçiş hakkı isteyen SSCB'ye karşı Amerikan hükumeti geri adım atmadı. 1947'de Ruslar Şeyh Said'in sosyalist oğlu Ahmet Fırat'ı Kürdiye Komünist Partisinin başına geçirdi. Başkenti Diyarbakır olarak kabul edilen ufak Kürt Devleti, Moskova destekli naylon olaylar ile gün ve gün Türk kent ve kasabalarını ilhak etti. Kars ve Artvin Yöresi 93 harbi öncesi sınırlara dönerken, bereketli Iğdır ovası ve Ağrı Dağı çevresi Sovyet Ermenistan'ına bağlandı. En sonunda Fırat ve ötesine ulaşan Kürdiye etkisini Moskova Ankara merkezli "yeni" Sosyalist Türkiye'yi ilan ederek son verdi. Diyarbakır ve Ankara arasında ki mütabakatın sonucunu Batı tanımadı. İstanbul merkezli yeni Federal Türk hükumeti "ABD güdümü ve danışmanlığında" 11 Aralık 1947'de kuruldu.
Yıllar ülkeleri birbirinden farklı kıldı. Batı ve Doğunun gerilimi Sakarya ve Kızılırmak'ta Soğuk Savaş'ı yaşasa da, Federal Türkiye kendisini çabuk toparladı. Çoğu endüstri ve verimli tarım ovaları Federal Türkiye'de kalmıştı. ABD sermayesinin ülkeye akması 1950'li yıllarda "Türk Ekonomik Mucizesini" mümkün kıldı. Katma değer ürünleri dünyaya pazarlayan Federal Batı Türkiye savaş yaralarını hızla onardı. Barı güdümlü siyasi imajı ile yavaş yavaş bağımsızlığına kavuştu. Doğu Sosyalist Türkiye ise varını yoğunu silaha yatırarak Sovyet yardımlarınca muhtaç halde varlığını sürdürdü. Ülke kendisini toparlayamadı, halk senelerce akın akın Batı'ya göç etti. İşsizlik ve düşük yaşam kalitesi karşısında zihinlerinde ki "Batı nefreti" karınlarını doyurmuyordu. Sosyalist Kürdiye ise istikrarlı bir yönetim ortaya koyamadı. 1957'de aşırı sağcı "Hüda hareketi" Batı destekli bir darbe ile ülkede kontrolü sağlasa da, Kızıl Ordu Diyarbakır'a girdi. Kanlı Pazar karşı darbesi ile başkentteki olaylar sertçe bastırılsa da Hüdacılar dağlarda isyana devam etti. Kuzey Irak ve Suriye'de ki kamplardan beslenen Hüda-K bugün bile Kurdiye'nin Doğu Vilayetlerinde ciddi bir terör sorunudur.
Soğuk Savaş'ın bitişi ve SSCB'nin dağılması ile Doğu Türkiye iyice zayıfladı. Bugün halkının yarısından çoğu açlık sınırında yaşarken, Federal Türkiye özellikle elektronik ve ağır sanayi ürünlerinde dünyanın sayılı üreticilerinden biri olup G-8'in tartışılmaz bir üyesidir.