21-09-2019, 03:21
(Son Düzenleme: 28-02-2024, 14:37, Düzenleyen: Elefsar. Toplamda 1 kere düzenlenmiş.)
Her ne kadar hem Bizanslılar hem de Ermeniler Hristiyan olmalarıyla bilinen kültürler olsalar da, tarihte iki kültürün yaşadığı çatışmaların önemli bir kısmının ardında izledikleri farklı teolojik yollar ve dini farklılıklar yatıyordu. Bu çatışmalar yüzyıllar boyunca Ortodoks Kilisesiyle Ermeni Kilisesinin birbiriyle sorun yaşamasına sebep oldu.
Dördüncü Ekümenik Konsil
Birçok Hristiyan mezhebi gibi esasen Bizans ve Ermeni Hristiyanlığı arasında çok az sayıda, ancak kilit farklar yer almaktaydı. İsa'nın Tanrı'nın oğlu olması gibi genel konularda her iki taraf hemfikirken, asıl ayrımın sebebini 2 maddede özetlemek mümkün. Bu maddelerin birincisi 451 senesinde düzenlenen Dördüncü Ekümenik Konsilinde alınan kararlar. Suriye ve Mısır topraklarındaki karşıtlığa rağmen Konstantinopolis'teki Patrik ve Roma'daki Papa tarafından kabul edilen bu konsilde alınan kararları Ermeniler tanımadılar. Tüm bu çatışmaların ikinci ve daha politik sebebi ise Bizans'ın Ermeni Kilisesini kendi hegemonyası altında görmesi, Ermeni Kilisesinin ise kendisini otonom görmesidir. Ermenilerin kutsal törenlerde mayasız ekmek ve karıştırılmamış şarap kullanması gibi birçok küçük farklılığın dışında taraflar arasındaki dini ayrımın sebeplerini bu iki temel maddeye indirgemek mümkündür.
Günümüzde Kadıköy olarak bilinen Kalkedon'da milattan sonra 451 senesinde düzenlenen Dördüncü Ekümenik Konsiline Ermeni delegeler sadece birkaç hafta önce Sasanilerle giriştikleri Avarayr Muharebesi sebebiyle katılamazlar. Konsiller Hristiyanlıkta dini liderlerin bir araya gelerek tartışma konusu olan çeşitli meseleler üzerinde karara vardığı toplantılara verilen isimdir ve bu alınan kararlara zıt düşen kesimler ve düşünceler sapkın ilan edilir. Kalkedon Konsili'nin ana gündem maddesi İznik'te düzenlenen Birinci Konsilin öncesinden beri tartışma konusu olan İsa'nın tabiatına yöneliktir. Alınan karara göre İsa'nın 2 tabiatı vardır, birisi insanken diğeri kutsal bir tabiattır ve çarmıha İsa'nın insan tabiatı gerilmiştir. Aynı zamanda alınan bir başka karara göre İsa'nın annesi Meryem sadece insan tabiatının değil, kutsal tabiatın da annesidir ve bu sebeple kendisine Tanrı Annesi anlamına gelen Theotokos denmelidir.
Alınan bu kararlar Bizans İmparatorluğunun Monofizit görüşler besleyen doğu topraklarında büyük bir kızgınlıkla karşılanır. Monofizitler İsa'nın tek bir tabiatı olduğunu ve insanlığıyla kutsallığının bir bütün oluşturduğunu öne sürmektedir ve Monozifitlere göre çarmıhta acı çeken İsa'nın sadece insan tabiatı değil, aynı zamanda kutsal tabiatıdır. Konsilde alınan karara tepki gösteren gruplar arasında konsile temsilci gönderemediği yetmezmiş gibi mevcut Bizans İmparatoru ile bir hayli sıkıntılı ilişkilere sahip Ermeniler de bulunur - keza Ermeniler konsile katılamamalarına sebep olmuş Sasanilere karşı yardım çağrısında bulunduğunda İmparator Marcian bu çağrıları yanıtsız bırakmıştır.
İmparator Marcian'dan sonra gelen iki imparator Zeno ve Anastasius'un Kalkedon Konsilinde alınan kararları kabul etmediğini belirtmesi konsilin itibarına leke düşürür. Ermeniler ilk olarak 506 senesinde düzenledikleri Dvin Konsilinde Efes'te düzenlenen Üçüncü Ekümenik Konsili son meşru konsil olarak kabul ettiklerini duyururlar ve teolojik olarak Bizans Hristiyanlığından ayrışırlar.
İkinci önemli nokta Ermeni Kilisesinin otonomisi meselesidir. Aziz Gregory Kral Tiridates'i dördüncü yüzyılların başlarında Hristiyanlığa geçirmesiyle Ermenistan dünyadaki ilk Hristiyan ülkelerden biri olmuştu. Aziz Gregory Kayseri'deki Patrikliğe bağlıydı ve Bizanslılar Aziz Gregory'nin Hristiyanlığa geçirdiği bu bölgenin Kayseri Patrikliğinin altında sayılması gerektiğini savunuyordu. Öte yandan Ermeniler Kralları Aziz Gregory tarafından Hristiyanlığa geçirilmiş olsa bile, Ermeni Hristiyanlığının Thaddeus ve Bartholomew isminde iki havariye dayandığını ve bu kapsamda kiliselerinin ana Hristiyan kiliseleriyle benzer zamanlarda kurulduğunu ifade ederek onlarla eşit konumda olmaları gerektiğini savunur, bu sebeple de günümüze Ermeni Kilisesine 'Apostolik' Kilisesi denir.
Ermeniler için kiliselerinin otonomisi politik ve etnik bir öneme sahipti. Bizanslılar için ise Ermeni Kilisesinin Kayseri Patrikliğine bağlı olması Ermenilerin dinen Bizans İmparatorluğunun nüfuzu altında olması anlamına geliyordu.
Monotelitizm
Sasani tahtını ele geçirmesi esnasında gördüğü yardım karşılığında 2. Hüsrev Ermenistan'ın büyük bir kısmını Bizans İmparatorluğuna armağan eder. Bizans ile Ermeniler arasında dini ilk çatışma bu dönemde yaşanır. Herakleios (610 - 641) Perslere karşı giriştiği seferde Ermenilerle dini birliğe ulaşılması için çabalarda bulunur ve 632 senesinde Ermeni Patriği Ezr ile yaptığı görüşme sonrasında Ermeni Hristiyanlığında yapılan ufak değişiklikler neticesinde bir orta yol bulunur. Bu değişiklikler arasında Ermeni noelini Ortodoksların noeli olan 25 Aralık tarihine taşımak gibi hususlar vardır.
Heraklios İsa'da iki tabiat olsa da tek bir irade olduğunu öne sürerek Monofizitlerle Diofizitleri ortak bir noktada birleştirmeyi başarır. Bu akıma Monotelitizm adı verilir. Monotelitizmle birlikte Kalkedon Konsilinde alınan kararlarla çelişmeden başta Ermeniler olmak üzere Bizans İmparatorluğuna dahil diğer milletlerle bir köprü kurulmaya çalışılmış olsa da, bir süre sonra Ermenilerin büyük bir kısmı Heraklios ile anlaşan Patrik Ezr'e karşı bir duruş sergilemiş, bu duruşun nihayetinde 645 senesinde Dvin Konsilinde Ezr'in Heraklios'la olan antlaşması yok hükmünde sayılıp, sadece ilk 3 konsilin kabul edildiği tekrar duyurulmuştur.
Böylelikle Suriye ve Mısır'ın Müslümanlarca fethi sonrasında imparatorluk dahilinde kalan yegane Monofizit nüfus olan Ermeniler de Monotelitizme karşı durmuş, Heraklios'un tüm çabaları Ortodoks Bizanslıların da bu görüşe soğuk bakması sonucu başarısız olmuştur. Monotelitizm Yunanlar ve Ermeniler arasındaki etnik ve dini ayrımlar arasında bir köprü oluşturmaktansa, tam tersine bu ayrımları körüklemiş, işin sonunda İmparator 2. Constans ülke genelinde Monotelitizmin tartışılmasını dahi yasaklamıştır.
İkonoklazm
Monotelitizmin başarısızlığı sonrasında ilk olarak 730 senesinde Konstantinopolis Patriği Germanos Ermenilere bir zeytindalı uzatsa da, bu girişimleri de o dönemin bir başka akımı olan İkonoklazmın yükselişi sebebiyle başarısız olur. İkonoklazm Hristiyanlıktaki ikonların dini bir aracı olarak görülmemesi gerektiği ve bu ikonlara gösterilen hürmetin aslında bir putperestlik olduğunu iddia eden dini akımdır. Bu akım özellikle imparatorluğun doğusunda Müslümanlar tarafından ele geçirilen vilayetlerden gelen göçmenler arasında büyük ilgi görüyordu.
726 senesinde Bizans İmparatoru 3. Leon Ayasofya'nun Halki Kapısının üstünde duran Hristos Halkitis ikonunu kaldırıp yerine bir haç konulmasını emrederek İkonoklazmı başlatır. Buna karşın 730 senesinde Papa 3. Gregory İkonoklazm akımını sapkınlık olarak nitelendirir ve takipçilerini aforoz eder. 843 senesine kadar süren bu akım Bizans ile Ermeni kilisesi arasındaki diyalogların sona ermesine sebep olur.
862 senesinde dini meseleleri tartışmak üzere Sirakawan Konsili isminde geniş katılımlı bir konsil düzenlense de, nihayetinde bir antlaşmaya varılamaz ve her iki tarafın da dini farklılıklarıyla beraber barış içerisinde yaşamasına yönelik bir karar alınır. Tabii bu barış dönemi çok uzun sürmez, İmparator 2. Basil'in ölümü sonrasında 1025 ila 1071 seneleri arasındaki dönem Bizans - Ermenistan ilişkilerinin en sert dönemi olur. Yunan din adamları Ermenileri Ortodoksluğa geçirmek için ciddi girişimlerde bulunur, daha sonraları İmparator 9. Konstantin Ermeni Kilisesini tamamen kapatmaya çalışır. Tüm bunlara rağmen Ermeniler kiliselerinin otonomisini korumayı başaracaktır.
Elbette Bizanslılarla Ermeniler arasındaki bu kötü ilişkilere istisna olarak gösterilebilecek olaylardan sözedilebilir, her iki kilise de Pavlusçuluk ve Tondrakilik gibi akımlara karşı olmuştur. Ermeni tarihçi Ghevond 3. Leo'nun Halife Ömer'e yazdığı mektupta Ermenileri de dahil ederek Hristiyanlığı koruyucu tavrından olumlu bir biçimde söz eder. Ermeniler için her şeye rağmen Bizans hükümdarlığı Müslüman hükümdarlığına yeğ görülmüştür. Öte yandan Bizanslılara benzer bir soru yöneltildiği vakit Megas Doux Lukas Notaras'a atfedilen "Latin külahı altında yaşayacağıma Türk sarığı altında yaşarım." sözü akla gelir.