Empresyonizm
Empresyonizm belki de modern resmin en önemli harekettir. 1860'larda bir grup genç sanatçının gördükleri, düşündükleri ve hissettiklerini basitçe çizmeye karar vermesiyle başladı. Tarihi, mitolojiyi ya da büyük insanların hayatlarını resmetmekle ilgilenmiyorlardı ve görsel görünümlerde mükemmellik peşinde değillerdi. Bunun yerine, adından da anlaşılacağı gibi, Empresyonistler tuval üzerine bir manzara, herhangi bir şey ya da kişinin belirli bir anda onlara nasıl göründü bir "izlenim" algısı için çizdiler. Bu da daha gevşek ve hafif fırça darbeleri anlamına geliyordu. Empresyonistler, Fransız hükümeti tarafından kurulan resmi sergileri ve resim yarışmalarını da reddettiler, bunun yerine halkın başlangıçta çok düşmanca davrandığı kendi karma sergilerini düzenlediler. Tüm bu hareketler beklenildiği gibi modern sanatın ve avangart Felsefesinin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Temel Husuları ve Başarıları
Empresyonistler önceki sanatçılara göre daha gevşek fırça ve daha açık renkler kullandılar. Geleneksel üç boyutlu perspektiften vazgeçtiler ve kendisinden önce resmin önemli öğelerini daha küçük olanlardan ayırt etmeye hizmet etmiş olan formun netliğini reddettiler. Bu nedenle, birçok eleştirmen empresyonist resimleri henüz bitmemiş görünüm ve görünüş ve kalitede amatörce ve kusurlu buldu.
Fog, Voisins
Sanatçı: Alfred Sisley
Gustave Courbet'in fikirlerini bir araya alan empresyonistler, gerçek ressamlar olmayı hedeflediler ve resimler için olası konuları genişletmeyi amaçladılar. İdealleşmiş formların ve mükemmel simetrinin tasvirlerinden uzaklaşırken, dünyaya gördükleri gibi yoğunlaştılar.
Empresyonist dönemde ki bilimsel düşünce, gözün algıladığı ve beynin anladığı şeyin iki farklı öz olduğunu anlamaya başlamıştı. Sanatlarının gerçekçi tasvirlere dayanması gerekmiyordu. bu yüzden Empresyonistler, havadaki değişiklikler gibi ortam özellikleri de dahil olmak üzere, şimdiki anın kısa süreli doğasını tuvallerinde aktarmak için ışığın optik etkilerini yakalamaya çalıştılar.
Özellikle kafe ve gece kulübü sahneleri gibi kamusal sahnelerin kesitlerine odaklanan çalışmalar, genellikle ilk modern metropolün sakinlerinin yaşadığı yeni yabancılaşma duygusunu aktarmıştır
Kilit Sanatçıları
- Edgar Degas
- Édouard Manet
- Claude Monet
Sanatta Gözlüklerin Sembolizmi
Alman yazarlar Johann Wolfgang von Goethe ve Johann Peter Eckermann büyük gözlükler kullanmazlardı. Mantalitesi ise şuydu: ‘’Konuşurken gözlerine bakamadığım bir adamdan ne kazanacağım?’’. Eckermann'a göre gözlük takanlar kibirliydiler çünkü gözlükleri onları kendi doğalarının çok üzerinde bir duygusal bir mükemmelliğe yükseltiyordu.
Literatürde gözlük sembolik bir gücü temsil ederdi ama süre gelen zaman içinde gözlüğün anlamı çeşitlense de temel anlamını tam olarak yitirmemiştir.
Gözlüğün Tarihi
Bir cam lensin görsel ve teknik amaçla kullanılmasının kökleri antik çağlara dayanıyor ancak gözlük dediğimiz şeye daha çok benzeyen şeyin gelişimi -yani bir çerçeve tarafından bir arada tutulan iki dairesel merceğin gelişimi- on üçüncü yüzyılın sonlarında İtalya'da başladı.
On beşinci yüzyıla gelindiğinde Floransa büyüyen yenilikçi bir gösteri endüstrisinin merkeziydi. 16. yüzyıla gelindiğinde ise batı Avrupa sokaklarında ticaret 1535'te endüstrinin yeni yeni başladığı Nürnberg, Almanya gibi şehirlere doğru genişledikçe İtalyanlara rakip olacak piyesler düzenleyen loncaların gözlüklü seyyar satıcıları sık sık görülmeye başlanmıştı.
Gözlük 1700'lere kadar neredeyse 400 yıl boyunca büyük ölçüde değişmeden kaldı. 18. Yüzyılda önemli bir yenilik ortaya çıktı (bu değişim büyük olasılıkla gazetelerin icadı sayesinde oldu). Kollar veya 'yanlar' geliştirildi ve C şeklindeki köprü popüler oldu. On dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde, burun gözlüklerin modası biraz geçmiş görünüyordu.
Din bilginleri gözlük ile sembolik ilişki geliştiren ilk kişilerdendir. Aslında, Avrupa sanatında gözlüğün ilk tasviri 1352 yılında Tommaso da Modena tarafından tamamlanan Treviso’daki St Nicholas kilisesinin duvar resimlerinde bulunmaktadır.
İncil'in Latince’ye çevirmesi ile tanınan Aziz Jerome'un birçok tasvirinde, gözlükleri yazı masasının üzerinde veya yanında yer almakta. Bu izleyiciye bir stetoskopun günümüzde doktorlarla bir şekilde bağdaştırılması gibi gözlük de, bilim adamının aracı olarak sunulmuştur.
Ancak her iki resimde de gözlük görünümünde anakroniktik hata vardır: her iki figür de gözlüğün buluşundan çok önce ölmüştür. Fakat bu bize bilgelik ve gözlükler arasındaki ilişkinin ne kadar erken geliştiğini gösteriyor, böylece görünüşleri bir imge haline geldi.
José Buzo Cáceres'in ‘’Beyefendi’’ Portresi, 1830'larda popüler olan renkli yan siperlikleri olan gözlük takan bir adamı tasvir eder. Neil Handley’in beyefendinin gözlerinin belirsizliği üzerine gelen yoruma cevabı; gözlük önem bir hastalık ya da körlük işaretleri gibi bir izleyici rahatsız edebilecek bir şeyi gizlemek için olduğunu düşündürmektedir.
Dediği gibi: 'Tarih boyunca kör veya işlevsiz bir göz genellikle insanlara ön yargı ve tiksinti oluştururdu bunun için genellikle yama veya bir lens ile kaplı olmuştur. Ama bu gözlük bu özellikleri ve benzersiz tarzı ile yeni bir moda ve statü sembolü öneriyor.
Gözlüklerin 700 yıllık tarihinde edindiği hem olumsuz hem de olumlu görüşlerin çoğu bugün de devam ediyor. John Howard Jephcott'un ‘’Bir Entelektüel Portresi’’ (1910–1984) Eckermann'ın Goethe'ye ilişkin fikrine geri dönmüş gibi görünen gözlük ve zeka ilişkisine bir bakış sunuyor: gözlüklerin takanlara sağladığı yapay saygınlığın gerçek olduğu yanılgısı.
Bilinmeyen bir sanatçı tarafından yapılan Dragon ve Figür’de de, gözlükleri oluşturan kaba çizgiler özellikle insan olarak eserin merkezindeki figürü ayırt eden şeydir. Burada, gözlük sınıfı, yaşı veya mesleğin bir göstergesi değil vücudumuzun sınırları ile kişilik ve tatminsizliği temsil eden bir buluş, marifet ya da kibirdir.
Günümüzde ise gözlük lazer göz cerrahisi gibi yirmi birinci yüzyıl teknolojik gelişmeler nedeniyle, birçok kişi için tıbbi yardımı olduğu kadar da bir moda aksesuarları olarak görülüyor.
Tişört Boyamak
Agora'nın sonbahar sayısı yaklaşırken derginin bu bölümü için açıkçası aklımda belirli bir taslak yoktu. Bu yüzden Haziran sayısının çıkmasından itibaren içimde sürekli bir tedirginlik vardı ama daha sonra Twitter'da gördüğüm bir ''etkinliği'' ben de yapabilirim diye düşündüm. 1-2 haftalık bir plandan sonra kafamda bir taslak oluştursam da malzemeler önüme gelince tabir yerindeyse dona kaldım. Gerek çizim yapacağım yüzeyin tuval değil de bir kumaş parçası olması beni bir hayli gerdi. Çizim ve boyama işinin dün yaklaşık 3 saatlik bir çalışma sonrasında bitirebildim aklımda daha farklı bir şey olsa da eserimden gayet memnunum. (Bazı sebeplerden dolayı Sonbahar sayısını sizlere ulaştıramadım bu yüzden bu konuyu Yaz sayısına eklemeye karar verdim.)
Siz de sıkıldığınız ve ya rengini beğendiğiniz bir tişörtünüze böyle basit bir çizim ile gayet güzel şeyler ortaya çıkartabilirsiniz.
Yapmayı düşünenler için birkaç ufak önerim şunlar; çizim yapacağınız yüzün arka kısmına mutlaka bir karton veya kitap koyun böylece boyalar arka tarafa geçmez.
Malzemeler;
- Akrilik boya
- Fırça
- Tişört
Leibniz-Clarke Mektuplaşması: Leibniz’in Gönderdiği İlk Mektup ve Açıklaması
18. yüzyılın başında gerçekleşen Leibniz-Clarke yazışması felsefeden, dine, dinden doğa bilimlerine kadar birçok farklı konu üzerine yapılan bir mektuplaşmadır. Mektuplaşma, Leibniz’in eski öğrencisi ve İngiltere Kralı I. George’un akrabası olan Caroline’e Newton ile ilgili yazdığı bir mektupla başlar. Caroline’in mektubu koyu bir Newton destekçisi olan danışmanı Samuel Clarke’a göstermesinden sonra Clarke da Leibniz’e bir mektup gönderecektir. Böylece mektuplaşma 1715 yılında başlayacak ve Leibniz’in ölümüne kadar 2 yıl sürecektir.
Clarke’ın yazdığı mektuplarda Newton ile görüşerek onun fikirlerini almıştır. Nitekim bu görüşmeyi aslında Leibniz-Newton tartışması olarak da ele almak mümkündür. İkilinin tartışması aslında bu mektuplaşmadan da önceye dayanmaktadır. 17. yüzyılın sonlarına doğru iki isim de (birbirinden bağımsız olarak) kalkülüsü hemen hemen yakın tarihlerde bulup yayınlamışlardır. Leibniz bu buluşunu içeren çalışmayı daha önce yayınlamış olsa da dönemin en etkili entelektüel topluluğu olan Royal Society’e başkanlık eden Newton, Leibniz’i kendi eserini çalmakla suçlamıştır. Hatta bu topluluk Leibniz’e karşı bir soruşturma dahi açmış ve bunun sonucunda Newton haklı bulunmuştur (ama bu soruşturma raporunu hazırlayanın ve soruşturmayı yürütenin de Newton olduğu söylenmektedir).
Bu soruşturma yüzünden bazı bilim çevrelerinde itibarını kaybeden Leibniz, Newton’a karşı hareket etmeye çalışmıştır. 1714’de kütüphaneciliğini yaptığı Hannover Dükü'nün İngiltere tahtına I. George adıyla geçmesiyle birlikte Leibniz kendine Royal Society'e karşı güçlü bir çevre bulabileceğini ummasa da dükün kendini İngiltere götürmemesi ve Leibniz'e olan desteğini kesmesiyle birlikte bu umutları da suya düşmüştür. Fakat daha önce danışmanlığını, öğretmenliğini yaptığı ve kralın akrabası olan Caroline’e mektup göndermeye devam etmiştir. Bu mektuplar ile görüşmenin başladığını yukarıda söylemiştik.
Leibniz’in İlk Mektubu
Leibniz’in Samuel Clarke’a gönderdiği ilk mektup şöyledir:
“1-Öyle gözüküyor ki [İngiltere’de] Doğal Din çürümekte. Bazıları insan ruhunun maddesel olduğunu; diğerleri ise Tanrı’nın kendisinin maddesel bir varlık olduğu sanısındalar…
2-Bay Locke ve takipçileri, Ruhun bir madde olup olmadığı ve doğal olarak yok edilip edilemeyeceği konusunda kararsızlar.
3-Bay Isaac Newton (ise) diyor ki, Uzay Tanrı’nın şeyleri duyumsak için kullandığı bir Organdır. Fakat eğer Tanrı şeyleri duyumsamak için bir Organ’a ihtiyaç duyuyorsa bu (düşünceyi) şu izleyecektir; bu (şeyler) ne (varlıksal olarak) Tanrı’ya dayanıyordur ne de O’nun tarafından yaratılmıştır.
4-Bay Isaac Newton ve takipçileri, ayrıca Tanrı’nın İşi ile ilgili çok garip fikirleri var. Onların düşünüş tarzına göre, Her Şeye Gücü Yeten Tanrı’nın zaman zaman Saatini ayarlaması gerekirmiş: Öbür türlü hareket etmeyi durdururmuş. Öyle gözüküyor ki Tanrı, (saatini) sonsuz şekilde ayarlayacak bir Öngörü’ye sahip değil. Hatta (onlara göre) Tanrı’nın Makinesi’nin yaratılışı o kadar kusurlu ki, Bu beyefendilere göre; ara sıra (yapıtıyla) sıradışı bir birleşme ile onu temizlemekle yükümlüymüş ve aynı bir saatçinin saatlerini ayarlaması gibi (yapıtını) ayarlarmış. Buna göre yaptığı şeyi sürekli ayarlamak ve doğru yola koymak zorunda kalan Tanrı’nın beceriksiz bir işçiden farklı aynı olmasa gerek. Bana göre, aynı Güç ve Kuvvet her zaman Dünyadadır ve Doğanın Kanunlarına ve önceden kurulmuş düzene göre sadece bir maddeden diğerine geçer. Ve öyle düşünüyorum ki, Tanrı’nın gerçekleştiği mucizelerin (nedeni) ise, Doğanın İsteklerini karşılamak için değil fakat kayrası için yapar. Öbür türlü düşünen kim varsa, Tanrı’nın gücüne ve bilgisine ihtiyaç duyduğu açıktır.”
Açıklama
Aslında mektuplaşmanın hemen hemen tüm karakteristiğini oluşturacak yapı Leibniz’in ilk mektubunda karşımıza çıkmakta. İki tarafta birbirini çoğu zaman dinsizlikle ve cahillikle suçlayacak ve karşı tarafın görüşlerini -kendi görüşlerini kanıtlamak için- ufak şekillerde değiştirecektir. Leibniz’de ilk mektubuna İngiltere’de Doğal Dinin çürüdüğü ithamında bulunarak başlıyor. Doğal Din, o dönemde yaygın olarak benimsenen, dini ve dini yasaların doğadaki karşılıkları ile açıklanmasını amaçlayan bir fikir akımıdır diyebiliriz. Leibniz bunun çürüme nedenini Ruhun ve hatta Tanrı’nın maddesel varlıklar olduğuna inanlar gösterir. Leibniz aslında İngiltere’de materyalizmin yani Tanrıtanımazlığın ve dinsizliğin yayıldığını ifade ediyor. Bu 18. yüzyıl için ağır bir suçlamadır aslında çünkü her ne kadar reform hareketi yaşanmış olsa da Kilise’nin toplumsal alandaki gücü yabana atılacak cinsten değildir.
Leibniz mektubunun girişinde John Locke’u da kısa bir şekilde eleştirmeden geçmez. 1704 yılında hayatını kaybetmiş olsa da Locke’un ölümü sonrasında (yaşarken yayınlamayı tehlikeli bulduğu için sakladığı) yeni eserleri yayımlanmaya devam etmiştir. Leibniz bu eserleri zaten daha önce farklı eserlerinde de eleştirmiştir. Özellikle Locke’un Ben (İngilizce: “I”) üzerindeki fikrine; “Düşünen Madde”sine Leibniz karşıdır. Descartes’ın öne sürdüğü fikirler ile birlikte yeni bir boyut kazanmıştır Ben; ''Res Extensa'' (Var Olan Şey) ve ''Res Cogitans'' (Düşünen Şey)... Yani Ben’i oluşturan ruh ve maddedir. Düşünce ve hareket bunlar arasında paylaşılmıştır. Fakat Locke ise insanın düşünen bir madde olabileceğini ihtimaline dikkat çeker... Leibniz mektubunda yine buna değinir ve (belki de alaycı bir tavırla) Locke’u materyalizm ile suçlar.
Ardından Leibniz, Newton’un 1687’de yayınlamış olduğu “Philosophiæ Naturalis Principia Mathematica”(Doğa Felsefesinin Matematiksel Temelleri) kitabından yola çıkarak onun görüşlerini eleştirecektir. Öncelikle 17. yüzyıldaki Matematik kavramı ile günümüzdeki kavramın temsil ettiği şeyler arasında farklılıkların olduğuna dikkat çekmemiz gerekir. Yani aslında Newton kitabında doğanın bilimsel özelliklerini anlatmakta ve bu konuda uzay, zaman, din ve felsefe gibi de birçok şeye değinmektedir. Uzay konusundaki görüşleri ise Leibniz tarafından eleştirilmektedir. Leibniz, bu kitapta Newton’ın uzayı Tanrı’nın bir organıymış gibi ele aldığını savunur ve böyle bir şeyin imkansız olduğunu söyler. Çünkü eğer Tanrı “şeyleri” duyumsamak için bir ''şeylere'' ihtiyaç duyuyor olsaydı ya bu ''şeyleri'' (kendi yaratımı olmasına rağmen) organlar olmadan bilemezdi ya da bu organların varlığı Tanrı ile eş zamanlı bir şekilde başlamış olması gerekirdi. Kısacası Tanrı’nın bir organın olması onun yetkinliğine karşı bir engeldir.
Bu eleştirinin çıkış noktası ise biraz ilginç. Newton eserinin orjinalinde bu cümleyi “Tanquam Sensorium Dei” yani “(Uzay) Tanrı’nın Duyargısıymış Gibidir” şeklinde kurmuştur. Leibniz’in elinde bulunan kopyada “Tanquam” (-mış gibi) kelimesinin eksik olma ihtimali var… Ayrıca “Sensorium Dei” tamlaması da ilerleyen mektuplarda bazı tartışmalara neden olacaktır. Clarke bu tamlamanın “Tanrı’nın Duyargısı” anlamına geldiğini bu yüzden dini olarak bir çelişkiye yol açmadığını savunurken, Leibniz ise ''Tanrı’nın Organı'' anlamına geldiğini savunup üstteki argümanını yineleyecektir.
Mektubunun son paragrafında ise Leibniz; Newton'un Tanrı-Evren ilişkisi konusundaki fikirlerini eleştirecektir. Leibniz metinde “Tanrı’nın Saati” olarak bahsettiği şey zaman-mekan ve evrendir. Leibniz’e göre Newton; Tanrı’nın sürekli evrene müdahale ettiğini ve gerekli olduğunda onu düzelttiğini düşünür. Düzeltme işi ancak bozulan bir şeye yapılacağına göre Leibniz Newton’un görüşünü: evrenin düzenini bozulduğunu ve Tanrı’nın bu düzeltmek için evren ile “birleşerek” müdahale ettiği şekilde yorumlar. Eğer böyle olsaydı Tanrı’nın evrendeki düzeni sonsuz bir şekilde belirleyecek kapasitede de olmadığı ve beceriksiz bir işçi olduğu sonucuna varırdık ki o zaman “Yetkin Tanrı” kavramına aykırı düşerdik. Bu yüzden Leibniz, Newton’a karşı kendi düşüncesini ortaya koyar ve Tanrı’nın evreni yaratırken kurduğu düzenin (harmoninin) evrende hâlen hakim Güç olduğunu savunur. Tanrı her şeyi bu düzene göre önceden planmış ve her şey ona göre hareket etmektedir. Leibniz’e göre bundan dolayı Tanrı’nın evren ile bütünleşmesinin ve onu “düzeltmesinin” gereği yoktur. Fakat bu görüşle birlikte yeni bir sorun ortaya çıkmaktadır: o da Mucizeler konusu. Mucizeleri Tanrı’nın evrene müdahalesi olarak değerlendirebilmek bir ölçüde mümkün olacağından Leibniz, kendi düşüncesini kanıtlamak için bunların zaten Doğa’nın getirdiği şartlara göre değil de Tanrı’nın önceden istemesiyle gerçekleştiğini savunur.
Sonsöz
Dokuz mektuptan oluşan Leibniz-Clarke yazışmasının ilk mektubu ve açıklaması bu şekildedir. Bu mektuplaşmalar 2 yıl sürecek ve felsefe tarihinin en önemli yazışmalarıdan biri olmakla birlikte 18. yüzyıl (ve sonraki dönemlerin) felsefe anlayışını derinden etkileyecektir. Mektuplaşma şunu unutmamak gerekir ki her iki taraf da mektuplarında karşı tarafın görüşlerini kendi anladıkları şekilde yorumlamış (hatta çarpıtmış) ve buna göre eleştiri yapmıştır. Bu ayrımlar açıklama kısmında anlatılmaya çalışılmıştır.
2021 Yaz Sayısının bu bölümünü üyelerimizden @Doraemon hazırlamıştır kendisine çok teşekkür ediyorum. Sonraki sayılarda sizin de yazılarınızın yayınlanmasını istiyorsanız derginin ana konusunda veya özel mesaj yoluyla belirtebilirsiniz.