10-10-2019, 21:40
(Son Düzenleme: 15-10-2020, 11:07, Düzenleyen: Henri.
Düzenleme Nedeni: Spoiler düzenlemesi.
)
Bu Stellaris öyküsünde, minik bir galakside elimden geldiğince barış içinde genişlemeye ve birçok ulusdan oluşan bir imparatorluk kurmaya gayret edeceğim. Barışçıl oynayacağım için zorluk seviyesini en düşüğe çektim. Galakside benim haricimde üç uygarlık, bir adet de yıkılmış imparatorluk bulunuyor. Genellikle hile kullandığımdan, saldırı durumlarında ölümsüzlük hilesi kullanabileceğimi şimdiden belirtmek istiyorum. Oyunda diğer uygarlıkların dışında ilkel uygarlıklar da mevcut. Amacım tüm galaksiyi hükümdarlığıma katmak olacak. Umarım başarabilirim. Dilerim beğenirsiniz. Hepinize iyi okumalar.
İSPANYOL İMPARATORLUĞU
...bir uzay öyküsü...
I. BÖLÜM
Gücünün doruklarındayken bilinen dünyanın tüm uluslarına sırayla diz çöktürmüş ve zaman içinde Dünyayı boyundurluğu altına alan İspanyol İmparatorluğu, 2100 yılı itibariyle uzaya açılmaya başlar.
Ülke, hatta mevcut statüsü ile gezegen imparatorluğu, günümüzde hala monarşi ile yönetilmektedir ve imparatorun dediği olmaktadır. İspanyollar haricindeki hiçbir ırka güvenmeyip hepsini demir yumrukla yöneten bu imparatorluğu uzaylılara güvenmesini ise beklememek gerekir. Yine de hükumet, ne olduğunu ve neye dönüşebileceğini bilmediğimiz bu yaşam formlarına karşı agresif yaklaşmak da büyük bir hata olur düşüncesi ile hareket etmektedir.
İmparatorluğun yöneticileri, gezegenden ve insanlardan en iyi şekilde yararlanmak için zaman içerisinde mimariyi fonksiyonlara yönelik kullanmaya ve insanları niteliklerine göre yerleştirip çalıştırmaya başlar. Bunun sonucunda insanların bulundukları ortama daha rahat uyabilir hale gelir ve üreme oranlarında artış yaşanır. Öte yandan belirlenmiş bir hayata sahip olmak insanların ömrünü azaltır ve mutluluklarını sağlamak için kullanılması gereken kaynak sayısını artırır.
Böyle bir durumda İspanyol ırkı ve diğerlerinden oluşan insanoğlunun uzay macerası yeni bir aşamaya girer.
2100 yılının başında Güneş Sistemi ve Samanyolu Galaksisindeki konumumuz bu şekildedir.
Güneş Sistemine komşu sistemlerde ilk keşiflerimizi yapıyoruz. Tüm dünya uzayla yaşam formlarının bir an evvel bulunmasını beklerken keşif gemilerimizden biri daha önce karşılaşmadığımız birkaç kaynak keşfediyor. Bu kaynakları nasıl kullanacağımızı henüz bilmiyoruz. O yüzden şimdilik bulundukları gezegen ve asteroitleri gözleme alıp teknolojinin ilerlemesini bekleyeceğiz.
Gizemli kaynakların ardından insanoğlunun ilk kez dünya dışında bir yaşam formunun izine rastlamasına tanıklık ediyoruz. Bu keşif evrende yalnız olmadığımızı kanıtlıyor ve bizleri sevindirirken korkutuyor. Dışarıda neyle karşılaşacağımızı bilmiyoruz. Her şeye hazırlıklı olmalıyız.
İmparatorluğumuz Güneş Sisteminin ardından ilk kez başka bir yıldız sistemine hükmediyor. Bu bizim için çok büyük bir adım gibi görünse de aslında her şey yeni başlıyor.
Yakın zamanda yaptığımız keşifler ve gerçekleştirdiğimiz eylemler, galaksimizin büyüklüğü karşısında belli başlı kararlar almamızı gerektiriyor. İlk olarak galaksimizde ne olduğunu öğrenmek adına keşif yeteneklerimizi ve hızımızı artıracak projelere yatırımlar yapıyoruz. Önceliğimiz keşif gemilerimizi hem daha hızlı hem de daha etkili çalışır hale getirmez. Sonrasında ise araştırmaya yatırım yapacağız.
İkincil olarak da bu engin galakside konumumuzu sağlama almak için hızlı davranmamız gerektiğini düşünüyor, dolayısıyla da yeni keşif gemileri ve inşaat gemilerinin yapımına başlıyoruz.
Uzaya genişleyen imparatorluğumuz yeni yüzyıla hareketli bir giriş yaparken herkesin aklında acaba yerleşebileceğimiz, yaşayabileceğimiz başka gezegenler var mı sorusu canlanıyor. Yönetimimiz bu konuda bir araştırma yapılmasını ve gezegenlerin teker teker incelenip olasılıkların değerlendirilmesini talep ediyor.
Keşif gemilerimizden birisi, doğasını anlayamadığımız bir yarıkla karşılaşıyor. Bu yarık ışığı içine alıp sonrasında dışarı verme yetisine sahip. Tam olarak içinden ne çıkabileceğini bilmiyoruz. Güneş Sistemine bu kadar yakın konumda olması ise bizi ürkütmeye yetiyor da artıyor bile. Bölgede gemilerin bulunmasını ve yarığın aralıksız izlenmesini istiyoruz. Ayrıca, yarığın yakınında bir gözlemevi kurmayı ve ayrıntılı bir incelemede bulunmayı düşünüyoruz.
İnsanoğlu, ilk kez yaşayabileceği bir gezegen buluyor. Yapılan araştırmalar sonucunda gezegene %90 oranında uyum sağlayabileceğimiz sonucuna varılıyor. Gezegene “Yeni Dünya” adını veriyor ve koloni kurma konusunda ayrıntılı çalışmalar başlatıyoruz. Ayrıca, bu dünyada yüksek kalitede mineraller ve madenler olduğunu öğreniyoruz.
Uzaklardaki bir asteroitte çok ama çok eski bir uygarlığın kalıntılarına rastlıyoruz. Bu uygarlığın adının “Yuht” olduğunu öğrendikten sonra, yetişkin bireylerin neredeyse yüz metre uzunluğunda olduğunu ve aynı gemide iki ya da üçten fazla bireye çok nadir rastlandığını öğreniyoruz. Bu bizi birazcık ürkütüyor. Kaşiflerimizi, Yuht uygarlığının merkezi olan gezegeni belirlemek amacıyla başka kalıntılar da bulmakla görevlendiriyoruz.
Bir gezegenin uydusunda devasa bir canlının kalıntılarına rastlıyoruz. Artık o kadar çok yaşam formu buluyoruz ki Dünyadaki insanlar bu duruma alışıyor. Bu canlıyla ilgili olarak özel bir araştırma yürütülmesine karar veriyoruz.
Araştırmamız sonucunda bu canlının gezegenin uydusuna nasıl geldiğini öğreniyoruz. Yaşam formunun bir portal aracılığıyla uyduya eriştiği ve yapısına düşman olan bu farklı ortamda kısa bir süre içinde helak olduğu sonucuna erişiyoruz.
Bir asteroitte büyük miktarda metal bulmamızın ardından içinde yüksek miktarda enerjiye sahip bir makine olduğunu fark ediyoruz. Makinenin ne amaçla orada bulunduğunu ve neler yapabileceğini bilmediğimizden incelemede bulunup dikkatle yaklaşmayı seçiyoruz.
İnceleme sonucunda asteroitte bir takım saldırgan parazit olduğunu keşfediyoruz. Parazitlerin sensörlerini sinyale boğup kapanmalarını sağlıyoruz. Sonrasında ise içlerinde bulundurdukları enerjiyi hortumluyoruz.
Yarığı bulmamızdan bu yana birkaç yıl geçiyor. Sonunda yarıkta bir hareketlilik yaşandığını gözlemliyoruz. İçinden sürüsüyle kalıntı ve yıkıntı boşalıyor. Boşalma işlemi sonlandıktan sonra yırtık kendiliğinden kapanıveriyor. Bu durum bilimsel açıdan bir talihsizlik olarak değerlendirilse de, içinden neler çıkabileceğini bilmediğimizden yönetici kesimin rahatlamasına neden oluyor.
Uzay maceramız henüz başlamışken daha birçok şeyle karşılaşıyoruz. Örneğin, gezegenlerden birinde yağan pembe yağmura dair örnekleri Dünyaya ulaştırıyor ve yeni bir sanat akımının doğumuna tanıklık ediyoruz.
Bir asteroitte egzotik bir radyasyon örneğine rastlıyoruz. Radyasyonun kaynağını belirleyemesek de, enerji emisyonu üzerine yaptığımız çalışmalar sonucunda fizikte ilerlememize yarayacak pek çok veri topluyoruz.
2110 yılına ulaştığımızda çevremizdeki yıldız sistemlerinde karakollar kurmuş vaziyette genişlememizi sürdürüyoruz. Kim bilir daha nelerle karşılaşacağız. Henüz on yıl geçmesine rağmen keşfettiğimiz şeyler bizi mest ederken aynı zamanda ödümüzü koparıyor...
DEVAM EDECEK