İtalyan Faşistleri ile Nasyonal Sosyalistler arasında zaten ideolojik farklılıklar bulunmaktaydı. Mussolini’nin etnisite temelli dünya görüşünü reddetmesine ek olarak Faşist partinin büyük bir çoğunluğunun Yahudilerden oluşması, İtalo Balbo gibi birçok Anti-Nazi bakanın bulunması, bunlara ek olarak Almanya ile İtalya’nın Avusturya meselesi üzerinde ayrılığa düşmesi ve Dollfuß'un suikasti sadece ayrılık oluşturabilecek nedenlerden bazıları.
Bahsedilen durumda, benim kanımca, İtalya gerek Akdeniz çevresinde gerekse Latin nüfusu olan yerlerde önemli bir güç olurdu. Salazar Portekizi, Franco İspanyası, Metaxas Yunanistanı, 2. Peter Yugoslavyası ve hatta Kemalist Türkiye ile yapılacak ortak ekonomik ve sosyal antlaşmalar ile bir çeşit Akdeniz blokunun kurulmasını sağlanabilirdi. Böyle bir blokun kurulmasına rağmen realpolitik çerçevesinde Sovyet tehlikesine karşı Almanya ve müttefikleri desteklenebilir ya da belirli toprak sözleri ve ekonomik yardımlaşma karşılığında müttefiklerin desteği ile Almanya’ya savaş ilan edilebilirdi.
Almanya ile yapılmayan ittifak ise dünyada Faşizm ile Nasyonal Sosyalizm arasındaki farklılığın anlaşılmasına yardımcı olurdu, hatta İkinci Dünya savaşı sonrasında kurulan yeni dünya düzeninde bahsettiğimiz Akdeniz Bloku, Müttefikler tarafınca ‘’Komünist olmayan dostlarımız’’ şekilde lanse edilebilirdi. Bu sayede de İngiltere'de Oswald Mosley gibi kimseler politik çevrelerde daha fazla saygınlık ve güç elde ederdi, hatta ana muhalefet ya da koalisyon hükümeti başkanı olmaları gibi bir olasılık bile olurdu. Aynı şekilde İkinci Dünya savaşı sonrasında yalnızlaşan Arjantin gibi Faşist eğilimli Güney Amerika devletleri kendilerine sosyal ve ekonomik konularda yardımcı olacak daha güçlü devletlere sahip olurlardı.
Bu koşullar altında İtalyan endüstrisinin ve şirketlerinin gerek İtalyan sınırlarının içinde gerekse dışında büyük atılımlar yapmasını beklenebilir, günümüzde ünlü olan BMW, Honda, Hyundai gibi araba şirketlerinin yerini, özellikle de bahsedilen Akdeniz Blok'u ülkelerinde, yerini İtalyan sponsorlu F.I.A.T. gibi şirketlere bırakabilirdi, aynı şekilde bu ekonomik yakınlaşmadan kaynaklanan gümrük antlaşmaları ilerleyen yıllarda belki de büyük çapta eğitim programları, kültürel aktiviteler ile de genişletilebilirdi. Böyle gerçekleşen kültürel değişimlerin devamlılığı için çoğu blok ülkesinde yabancı dil eğitimi İtalyanca olabilirdi.
Sanat alanında ise günümüzde genelde sosyalistlere mal edilen Fütürizm temasının Faşist düşünce sistemi ile yorumlanması yaygınlaşırdı, hatta sanat alanında birbiriyle çarpışan, biri Roma diğeri ise Moskova temelli iki ayrı sanat ve ideoloji okulunun çatışmasını görebilirdik, tıpkı Batı Kübizmi ile ''Sosyalist Gerçekçilik'' arasında olduğu gibi. Müzikte ise Faşizm'in insan hayatının sosyal gerçekliği içinde tanınması gerektiği düşündüğü ve askeri meritokrasinin simgesi olan marşlar daha yaygın olabilirdi. (Aşağıya en sevdiğim İtalyan marşlarından birinin linkini bırakacağım :) )
Mussolini'nin ortaya koyduğu düşünce sistemi ise, ne kadar başka insan toplulukları çıkarları için kullansa da, ezilmekte olan Asya ve Afrika ulusları için bir dayanak taşı oluşturacaktı, Hindistan'da Chandra Bose, Lübnan'da Pierre Gemayel gibi isimler daha radikal ve daha devlet temelli ekonomik bağımsızlık modelleri savunacaktır. Başarılı olup olmayacakları ne kadar tartışmaya açık olsa da ülkelerinin politik tarihinde iz bırakacak kimseler olacakları kesindir. Hatta kendileri Faşist eğilimli olmasa bile bazı yerel özgürlük hareketi liderlerinin o ülkelerin faşistleri tarafından faşist olarak tanımlandırılması bile mümkündür. (Tıpkı Atatürk'e bugün bir tarafın Komünist, bir tarafın Türkçü, bir tarafın Liberal demesi gibi)
İdeolojik açıdan bakıldığında büyük ihtimal ana Faşist ideolojiye ek olarak Nicola Bombacci (Kızıl Papa) gibi isimler Faşizm ile Marksizm'in birleştirildiği Nasyonal-Bolşevizm gibi bir yan ideoloji yaratırken partinin içinde daha liberal politikalar izlenmesini isteyen bir kesim olacaktı, Mussolini'nin vefatından sonra Hava Kuvvetleri Komutanı ve Libya valisi İtalo Balbo'nun geçeceğini varsayarsak, ya eski politikalar devam edecek, ya da yavaşça liberal reformlar yapılmaya başlanacaktı, fakat gerçek şu ki, tıpkı Marksizm'de olduğu gibi, Faşizm'in gerek bölgeye, gerek zamana, gerekse düşünce yapısına göre revizyonu yapılacak ve ortada birden çok Faşist düşünce sistemi bulunacaktı.
Fakat tarih Mussolini'yi, tıpkı Celal Şengör'ün Atatürk'ten bahsederken dediği gibi, ''Dahi Diktatör'' olarak anacaktı. Yanlışlarına ve bazı başarısızlıklarına rağmen İtalya ve Batı Avrupa'yı Komünizm tehlikesinden kurtaran büyük bir devlet adamı ve ideolog olacaktı.
Peki ya sizce ne olurdu?
Belirtmek isterim ki bu ilk paylaşımım, bir kural ihlal ettiysem özür dilerim. İyi günler.
Bahsedilen durumda, benim kanımca, İtalya gerek Akdeniz çevresinde gerekse Latin nüfusu olan yerlerde önemli bir güç olurdu. Salazar Portekizi, Franco İspanyası, Metaxas Yunanistanı, 2. Peter Yugoslavyası ve hatta Kemalist Türkiye ile yapılacak ortak ekonomik ve sosyal antlaşmalar ile bir çeşit Akdeniz blokunun kurulmasını sağlanabilirdi. Böyle bir blokun kurulmasına rağmen realpolitik çerçevesinde Sovyet tehlikesine karşı Almanya ve müttefikleri desteklenebilir ya da belirli toprak sözleri ve ekonomik yardımlaşma karşılığında müttefiklerin desteği ile Almanya’ya savaş ilan edilebilirdi.
Almanya ile yapılmayan ittifak ise dünyada Faşizm ile Nasyonal Sosyalizm arasındaki farklılığın anlaşılmasına yardımcı olurdu, hatta İkinci Dünya savaşı sonrasında kurulan yeni dünya düzeninde bahsettiğimiz Akdeniz Bloku, Müttefikler tarafınca ‘’Komünist olmayan dostlarımız’’ şekilde lanse edilebilirdi. Bu sayede de İngiltere'de Oswald Mosley gibi kimseler politik çevrelerde daha fazla saygınlık ve güç elde ederdi, hatta ana muhalefet ya da koalisyon hükümeti başkanı olmaları gibi bir olasılık bile olurdu. Aynı şekilde İkinci Dünya savaşı sonrasında yalnızlaşan Arjantin gibi Faşist eğilimli Güney Amerika devletleri kendilerine sosyal ve ekonomik konularda yardımcı olacak daha güçlü devletlere sahip olurlardı.
Bu koşullar altında İtalyan endüstrisinin ve şirketlerinin gerek İtalyan sınırlarının içinde gerekse dışında büyük atılımlar yapmasını beklenebilir, günümüzde ünlü olan BMW, Honda, Hyundai gibi araba şirketlerinin yerini, özellikle de bahsedilen Akdeniz Blok'u ülkelerinde, yerini İtalyan sponsorlu F.I.A.T. gibi şirketlere bırakabilirdi, aynı şekilde bu ekonomik yakınlaşmadan kaynaklanan gümrük antlaşmaları ilerleyen yıllarda belki de büyük çapta eğitim programları, kültürel aktiviteler ile de genişletilebilirdi. Böyle gerçekleşen kültürel değişimlerin devamlılığı için çoğu blok ülkesinde yabancı dil eğitimi İtalyanca olabilirdi.
Sanat alanında ise günümüzde genelde sosyalistlere mal edilen Fütürizm temasının Faşist düşünce sistemi ile yorumlanması yaygınlaşırdı, hatta sanat alanında birbiriyle çarpışan, biri Roma diğeri ise Moskova temelli iki ayrı sanat ve ideoloji okulunun çatışmasını görebilirdik, tıpkı Batı Kübizmi ile ''Sosyalist Gerçekçilik'' arasında olduğu gibi. Müzikte ise Faşizm'in insan hayatının sosyal gerçekliği içinde tanınması gerektiği düşündüğü ve askeri meritokrasinin simgesi olan marşlar daha yaygın olabilirdi. (Aşağıya en sevdiğim İtalyan marşlarından birinin linkini bırakacağım :) )
Mussolini'nin ortaya koyduğu düşünce sistemi ise, ne kadar başka insan toplulukları çıkarları için kullansa da, ezilmekte olan Asya ve Afrika ulusları için bir dayanak taşı oluşturacaktı, Hindistan'da Chandra Bose, Lübnan'da Pierre Gemayel gibi isimler daha radikal ve daha devlet temelli ekonomik bağımsızlık modelleri savunacaktır. Başarılı olup olmayacakları ne kadar tartışmaya açık olsa da ülkelerinin politik tarihinde iz bırakacak kimseler olacakları kesindir. Hatta kendileri Faşist eğilimli olmasa bile bazı yerel özgürlük hareketi liderlerinin o ülkelerin faşistleri tarafından faşist olarak tanımlandırılması bile mümkündür. (Tıpkı Atatürk'e bugün bir tarafın Komünist, bir tarafın Türkçü, bir tarafın Liberal demesi gibi)
İdeolojik açıdan bakıldığında büyük ihtimal ana Faşist ideolojiye ek olarak Nicola Bombacci (Kızıl Papa) gibi isimler Faşizm ile Marksizm'in birleştirildiği Nasyonal-Bolşevizm gibi bir yan ideoloji yaratırken partinin içinde daha liberal politikalar izlenmesini isteyen bir kesim olacaktı, Mussolini'nin vefatından sonra Hava Kuvvetleri Komutanı ve Libya valisi İtalo Balbo'nun geçeceğini varsayarsak, ya eski politikalar devam edecek, ya da yavaşça liberal reformlar yapılmaya başlanacaktı, fakat gerçek şu ki, tıpkı Marksizm'de olduğu gibi, Faşizm'in gerek bölgeye, gerek zamana, gerekse düşünce yapısına göre revizyonu yapılacak ve ortada birden çok Faşist düşünce sistemi bulunacaktı.
Fakat tarih Mussolini'yi, tıpkı Celal Şengör'ün Atatürk'ten bahsederken dediği gibi, ''Dahi Diktatör'' olarak anacaktı. Yanlışlarına ve bazı başarısızlıklarına rağmen İtalya ve Batı Avrupa'yı Komünizm tehlikesinden kurtaran büyük bir devlet adamı ve ideolog olacaktı.
Peki ya sizce ne olurdu?
Belirtmek isterim ki bu ilk paylaşımım, bir kural ihlal ettiysem özür dilerim. İyi günler.